Trakya’da HIDIRELLEZ Geleneği

Adı her ne olursa olsun bahar kutlamalarının en coşkulu en ruhuna yakışır olanlarına Trakya’da rastlarsınız. Binlerce kişi kırmadan, dökmeden, birbirini incitmeden sadece ve sadece bolluğun bereketin simgesi baharı kutlamak için bir araya gelir.

Orta Asya’nın Nevruz’u Trakya’da Mart Dokuzu adıyla yeni bir kimlik bulur. Cemrelerin düşmesinden Haziran başına kadar olan uzunca bir süre boyunca, yoğruldukları kültüre göre isimlendirilen daha birçok bahar kutlamasına sahne olacaktır Trakya. Dallık, Hıdırellez, Kakava, Taya Kadın Şenlikleri, Tepreş…

Hıdırellez ismi bilinirliği ile ön plana çıksa da; yeşerdiği kültür ortamına, beslendikleri kaynağa, kutlandıkları yere ve zamana göre farklılıklar gösteren daha pek çok bahar kutlamasına ev sahipliği yapar Trakya.

Hikayeyi cemrelerin düştüğü zamana kadar götürmek mümkündür. Baharın ilk müjdecisi olan cemreler halk takvimine göre Kasım günleri olarak bilinen dönem içerisinde gerçekleşir. Cemre “kor-köz” anlamına gelmektedir. Kasım günleri ise halk takvimine göre kış günlerini temsil eden zaman dilimin adıdır. Buna göre yıllık mevsimsel döngü iki dilime ayrılır. Kışı temsil eden Kasım günleri ve yazı temsil eden Hızır günleri. Kasım günleri 179 sürmekte ve Kasım’ın 8’inden Hıdrellez günü olarak bilinen Mayıs’ın 6’sına kadar olan zamanı ifade etmektedir. Hıdırellezle başlayan Hızır günleri ise yazı temsil eder ve 186 gün sürer.

Kasım’ın 105. gününde havaya, 112. günü suya ve en son olarak da 119. günü toprağa düştüğüne inanılan cemreler, genel olarak doğanın uyanması için gerekli sıcaklıkların görülmeye başlandığı zamanı ifade eder. Birer hafta arayla görülen cemrelerin ilk ikisi miladi takvime göre Şubat ayının son iki haftası, sonuncu cemre ise Mart ayının ilk haftası gerçekleşir.

Ve doğa yavaş yavaş uyanmaya başlar.

Bahar bolluğun bereketin, sıkıntılardan ve hastalıklardan kurtulmanın da simgesi oluverir dolayısıyla. Çetin kış günlerinden sonra baharın gelişi müjde gibidir. Ve baharın bu müjde yüklü gelişi inançlar, gelenekler ve kültürün yüzyıllardır yoğrulmasıyla devşirdiği bir ruhla kutlanmalıdır artık.

Trakya’da unutulan bir bahar kutlaması; “Mart Dokuzu”

İlk kutlama Mart ayının 3 haftasına rastgelen bir tarihtedir. Bu tarih 21 Mart günüyle ifade edilse de, yoğun yaşam koşulları bu kutlamayı o haftanın tatil gününe rastgelen Pazar gününe öteler. Orta Asya, Mezopotamya ve Fars topluluklarınca “Nevruz” ( Yeni Gün ) olarak kutlanan gün, Balkan ve Trakya coğrafyasında karşılığını “Mart Dokuzu” denilen kutlama ile bulur.

Nevruz geleneği Asyalı halklarca Şamanizm inancı, Zerdüşlük dininin köklerine atıflar yaparken, bir mart sabahında ( 21 Mart-Nevruz ) Türkler’in Orta Asya’dan bir bozkurtun önderliğinde bereketli anayurtlarına olan yolculuğunun da başlangıcı olarak başka bir kabul görür. Trakya’da ise daha naif bir ruhla “Mart Dokuzu” adıyla kutlanır bu gün.

İsimleri ve beslendikleri kaynak ayrı olsa da, ruhuyla her ikisi de bir doğa bayramı niteliğindedir. İlkbaharın ilk kutlamasıdır bu haliyle Mart Dokuzu. Bugüne mahsus olarak küçük kalabalıklar halinde kırlara, mümkünse tepelik bir yere çıkılıp aşağılarda doğanın-toprağın uyanışı, yeşile dönen renkleri seyran edilir. Beraberinde getirilen küçük atıştırmalık çörekler yenir.

LüleburgazdaHıdırellez@ÖzcanÇELTİKLİ

Özellikle yumurta pişirilir ve yumurta tokuşturma adeti bugüne mahsus uygulanır. Bu adet Roma-Bizanstan beri Hristiyan Balkan halklarıyla bir arada yaşamış Balkan coğrafyasındaki Türkler’in, Hristiyanlıktaki paskalya yumurtasına karşılık kendilerine ait benzer bir adeti türetme ihtiyacından doğup günümüze gelmiş çok eski bir gelenek-adettir. Bazı Balkan köylerinde yakın zamana kadar görülen “yumurta boyama” adeti artık unutulmaya terkedilmiştir.

Yine Kırklareli’nde rastladığımız ve Mart dokuzu geleneğiyle örtüşen “Kırkbirotu geleneği” de aynı köklerden beslenmektedir.

Öte yandan baharla ilgili deyimler ve halk sözleri kendiliğinden kültürdeki yerini buluverir.

Örneğin Kırklareli’nin Dokuzhöyük köyündeki “Mart Dokuzu” kutlamasındaki halk ağızlı sesleniş günümüze deyimleşerek ulaşmıştır. “ Geldi Mart’ın dokuzu, çayıra sal öküzü…”

Doğanın ayrılmaz bir parçası olan hayvanların bu süreçteki davranışlarını dile getiren ve edinilmiş tecrübelerden damıtılmış bir başka atasözü ise Edirne’de şu sözcüklerle dile getirilir : “ Cemre havaya, leylek yuvaya…”

Benzer bir atasözü ise halk takvimine göre Kasım günlerini kastederek leyleklerin yöreye gelişini ve yuvalarına yerleşmelerini şöyle müjdeler : ” 120’de ovaya, 130’da yuvaya…”

Ne yazık ki “Mart Dokuzu” geleneği aynı tarihlerde –nedense son zamanlarda hep ruhuna yakışmayan görüntülerle karşılaştığımız- Nevruz kutlamalarının gölgesinde kalarak, Trakya’da bile günden güne etkisini azaltarak kutlanır olmuştur.

Hıdırellez mi, Kakava mı ?

Aslında her ikisi de…

Hıdırellez ve Kakava isimleriyle bilinen bahar kutlamaları Trakya’daki en yaygın ve en bilinen bahar kutlamalarıdır. Aynı tarihte kutlandığına bakarak ( 6 Mayıs ) her ikisinin de aslında aynı şey olduğunu söyleyerek bu coşkulu kutlamayı sığlaştırmak yerine; her ikisinin de beslendiği kültürü ayrı ayrı değerlendirip iki ayrı zenginlik olarak kayda düşmek en doğrusudur.

Hızır İlyas söylencesi ve Hıdırellez.

Nevruz geleneğinin baskın olduğu Orta Asya’dan Anadolu topraklarına gelen Türk kavimleri burada İslam dini ile ve onun söylenceleri ile tanışır. Hızır İlyas söylencesi burada karşımıza çıkar. İslam dünyasındaki yerleri halk söylenceleriyle ululanmış Hızır ve İlyas, gerçeklerden çok mucizelerden umut arayan savaşlardan yılmış Anadolu insanı tarafından kurtarıcı, zor zamanlarda imdada gelen önemli kimlikler olarak karşımıza çıkar. “Hızır gibi imdada yetişmek…” sözü kaynağını buradan almaktadır.

Bu halk inanışına göre; Hızır karadakilere İlyas ise denizlerdeki zorda kalmış kimselere yardım eden ululardan iki arkadaştır. Hızır bolluğun bereketin simgesi olarak görülür. İlyas ise umudun, yeşilliğin simgesidir. İki arkadaş senede bir gün insanlara umut, bolluk bereket dağıtmak için su kenarında bir yerde buluşurlar. “Su hayattır !”, “Su gibi aziz ol !” vb. sözlere kaynaklık eden bu buluşmaya göre, Hıdırellez-Kakava adetlerinde ateş ile özdeşleşen Hızır doğanın tazelenmek için ihtiyacı olan ısıyı,sıcakklığı getirir beraberinde. Bu yönüyle bolluk ve bereket getireceğine inanılır.

KakavaLüleburgaz@ÖzcanÇELTİKLİ

Hıdrellez ve kakava ateşi ile simgelenmesi bu bilinçaltı ile ilişkilendirilirken, ateşin gücüyle hastalıkları, sıkıntıları, dertleri de bertaraf edeceği inancını ortaya koyar. İlyas ise yeşilliği, tazelenmeyi, çiçeklenmeyi temsil ederken, iki dostun buluştukları yer tam da bu anda anlam kazanır. Su kenarları, dere boyları…

Ne demiştik : “ Su hayattır !”

Hızır ve İlyas isimleri de zaman içinde dilimize kaynayarak ve değişime uğrayarak Hıdırellez ( Hızır-İlyas ) olarak gelmiştir. Şivenin de tadıyla o artık Balkanlar’dan Trakya’ya uzanan geniş bir coğrafyada  “Hıd’rellez, Ederlezi, Ederles vb…” isimlerle söylenecek, ama anlattığı şey hep aynı ruha sahip kalacaktır.

Bu yüzdendir ki Hıdrellez ve Kakava gibi bahar kutlamalarında bu üç simgeye de rastlarız. Kakava ateşi ( Hızır ), evlere asılan yeşil bahar dalları ( İlyas ) ve kutlamaların mümkün olduğunca bir su kenarında, dere ya da göl boyunda yapılması adeti bu sebepledir. Kırklareli ve civarında bu gibi kutlamaların yapıldığı ağaçlık-su boyu yerlere “hıdırlık” ismi verilmesi de bu sebepten ötürüdür.

Hıdırellez kutlamaları 5 Mayıs günü akşam üzeri saatlerinde başlar. Yöre yöre küçük değişiklikler gösterse de genel olarak kutlamalar birbirine benzemektedir. Mahalle aralarındaki meydanlarda halk bir araya gelir. Hıdrellez ateşinin yakılması her yerde esastır. Varsa evlerden getirtilen eski bir kilim veya hasır yakılması, yoksa odun öbeklerinin tutuşturulması esastır. Hatta eski senelerde bazı Balkan köylerinde sırf Hıdırellez ateşinde yakılmak için yaşlı kadınlarca hasır dokunulmaktaydı.

Meydanda toplanan kişiler sırayla ateşin üzerinden atlarlar. Böylelikle eski hasırla simgelenen evlere sinmiş hastalıklardan, hastalık taşıyan haşere ve böceklerden, fenalıklardan, kemlikten kurtulunulacağına, tüm bu olumsuzlukların ateşin gücüyle def’olunacağına inanılır.

Kekik kokulu kuzum, gelincik benim kızım…

Çayırlardan bahar çiçekleri, otlar toplanıp bu otlar akşam küçük çocukların yıkanma suyuna katılır. En çok taze kekik ve gelincik çiçekleri konulur. Bu suyla yıkanan küçük çocukların; “A benim kekik kokulu kuzum, a benim gelincikten güzel kızım.” diye övülmesi Hıdırellez kültürünün halk diline düşmüş bir başka tatlı yansımasıdır.

Şeytandere'deHıdırellez@SavaşERDEMNiyet küpü hala canlılığını koruyan bir başka Hodrellez geleneğidir. Kırklardan toplanan çiçekler ve otlar kişilerin üzerlerinden verdikleri ufak objelerle ( iplik, düğme, yüzük, mendil vb…) büyükçe bir küpe konulur. Bir başka küpe ise mani yazılıp katlanmış kağıtlar konulup, küpler gül dibine bırakılır. Eskiler öyle der ki; “Sabah çiği düşünce” küp gül dibinden alınır, içindeki otlar bir su testisine atılıp bu su ile yüzler yıkanır. Sonra da sırayla herkes için diğer küpten bir mani seçilip kalabalık arasında okunur. O maniye göre anlamlar yüklenerek önündeki günlerin o kişi için nasıl geçeceği yorumlanır.

Kırklareli’nin bazı yerlerinde ( Pınarhisar ve civar köyleri ) iki genç kızın birine gelinlik giydirilip, diğeri de damat kılığına sokularak abartılı tiyatral hareketlerle komşu kapılarını dolaşması, sepetlerine evde bulunan hediyelerden verilmesi adeti yaşatılmaktadır. Köy yerlerinde bu adete göre en çok verilen şeyler yumurta, buğday, şeker, un, soğan, sarımsak gibi genelde tarımsal ürünlerdir. Bu halleriyle bile herbiri bolluk bereketi simgeler.

Toplanan ısırgan otu, gelincik otu, labada vb…otlardan börek çörek yapılmasına sıkça raslanır. Edirne ve Gelibolu gibi yerlerde körpelemiş kuzuların gömleğinden yapılan Ciğer sarması yemeği bir itibar göstergesidir de. O baharla birlikte hayvanları kuzulayıp çoğalmış çiflik sahiplerinin tüm köy halkını toplayıp sunduğu baştacı yemeklerdendir; körpe kuzu gömleğinde ciğer sarması.

Evlerin kapılarına yapraksız kara çalı asılıyorsa hastalık, dert, tasa, gıybet ve dedikodunun o evden uzak durması dileniyor demektir. Kara çalı yerine yeşil ısırgan otu asmak da aynı anlama gelir. Buna karşılık taze bahar dalları, yeşilliklerin evin giriş kapısı üzerine asılması bolluk, bereket, hayırlar dilemek gibi daha iç ferahlatıcı manalar taşımaktadır.

Hıdrellez sabahı erken kalkmak adettir. Tarlaya-tapana-işe gidilmez. Evler havalandırılır. Üstün körü bir temizlik yapılsa da, evleri süpürmemek esastır. Buna göre bolluk bereketin de süpürüleceği gibi bir inanış yer etmiştir.

Dere kenarları, göl ve suya sahip orman boylarında bir araya gelinir. Sazlı sözlü eğlenceler yapılır, piknik ateşleri yakılır, kuzu-oğlak çevirmeler kor ateşler üzerinde döndürülür. Piknik yerindeki komşu ailelere yapılanlardan ikram edilmesi kadar, bazı yerlerde hıdrellez aşı olarak hazırlanan yiyeceklerden aşırılması hoşgörüyle karşılanır. Bu bir hırsızlık olarak anlaşılmaması için bu durum bir kurala bağlanmış, aileyi zora sokmayacak küçük miktarlarda yiyeceğin ailenin görebileceği anlarda kaçırılması esas tutulmuştur. Aile görmemişse haber verilmesi, uyarılarak helallik istenmesi esas olan bu adet bir çeşit oyuna dönüşmüştür.

Kakava; “Tencere Bayramı”

Kakava ise Hıdırellez ile aynı tarih olan 6 Mayıs günü kutlanan bir başka bahar kutlama geleneğidir. Kakava’nın Hıdrellez’in Roman kültürüyle beslenerek küçük nüanslarla farklılaşan bir kutlaması olduğunu söylemek yerinde olur. Her ikisinde de uygulanan adet ve ritüeller birbiriyle pek çok bezerlik göstermektedir. Kakava için “Romanlar’ın hıdırellezi” demek en doğru tanım olacaktır.

Kakava’nın kökleri antik Mısır ve Ön Asya medeniyetlerine kadar uzanır.  Kakava geleneği XVI. yy. ile birlikte Trakya’da görülmeye başlanır. Bu dönemle birlikte Osmanlı’nın geri hizmetlerinde Romanların varlığına ihtiyaç duyulmaktadır. Romanların kendi içinden temsilen seçtikleri Çeribaşı’nın hizmetlerinin karşılığı olarak senede bir gün vergi toplaması için Hıdrellez günü seçilmiştir. Bu toplananlar ile Romanlar Osmanlı’ya gösterdikleri yararlılıkları sebebiyle ödüllendiriliyor, bunun yansıması olarak da bir kutlama gerçekleştiriyorlardı. Bunun adına ise; bir arada yemek olup yemek içmek, fakir ve muhtaçların senede bir gün olsun layıkıyla doyurulması amacından yola çıkarak Kakava ( Tencere Bayramı ) deniliyordu.

Sonraki dönemlerde Kakava’ya Hıdırellez kutlayan Trakya’daki diğer halklar da katılmaya başlamış, Kakava Romanlar’ın etkisinde bir bahar kutlaması haline dönüşmüştür. Osmanlı’nın son dönemlerinde çeribaşının düzen içindeki yeri etkisini yitirse de; Roman halkı içinde her zaman itibarlı olagelmiş, Kakava eğlenceleri ise günümüze kadar varlığını sürdürmeyi başarmıştır.

Kakava’da esas çeribaşının sokak aralarında süslü “Kakava arabası” ile Kakavanın başlangıç tarihi ve yerini ilan etmesine kadar hiçbir eğlenceye başlanılmamasıdır. Kakava arabası bu gelenekte önemli bir simgedir. Araba süsleme zanaatının Edirne ve Kırklareli’deki Romanlar’ınelinde gelişmiş, nam salmış olması bir tesadüf değildir nitekim.

Çeribaşının Kakava tarihi ve yerini ilanıyla Kakava eğlenceleri başlamış olur. Günümüzde Edirne ve Kırklareli’de, diğer Hıdrellez kutlamalarıyla bir arada anılan Kakava kutlamaları, Kırklareli’nin kent festivaline de adını vermiştir. “Kırklareli Karagöz Kültür Sanat ve Kakava Festivali”. Çok değil 15 -20 yıl öncesine değin Şeytandere boyunda onbinlerin katıldığı görkemli kutlamalar, günümüzde popüler müzik sanatçılarının halkı bir araya toplamaya çalıştığı sığ, içeriği zayıf tutulan kent meydanındaki eğlencelere dönüşmüş durumdadır, maalesef.

Edirne’de görülen Kakava kutlamaları ise otantik öğelerini Kırklareli’ne göre çok daha korumuştur. Bu konudaki ayrıntılı bilgiyi “Baba Fingo’yu Beklemek” isimli içeriğimizde bulabilirsiniz.

Edirne’de “Dallık” ve “Tayakadın Şenlikleri”

Bahar kutlamalarının benzer ritüellerle yapılanlarından bir diğerinin ismi ise; Edirne’nin Uzunköprü, Meriç, İpsala, Enez ve Keşan gibi Meriç havzası civarındaki yerleşimlerinde vücut bulan “Dallık şenlikleri”dir. Bu yöre ziyadesiyle “Gacal” denilen yörenin uzun tarihler boyunca yerlisi olarak yaşamış halklarının yaşadığı bir bölgedir. Dallık şenlikleri genellikle kutlandığı yerin ismiyle anılır. “Enez Dallığı, Uzunköprü Dallığı, Kurtköy Dallığı vb…”

KakavaGüzeli@YılmazAynalıDallık kutlamalarında esas olan su boyu ve ağaçlık geniş alanlarda halkın bir araya gelerek, bir piknik ortamında beraberce eğlenmesidir. Bunun için bazı yerlerde üç-beş köy bir araya gelip ortaklaşa bir “Dallık şenliği” düzenlerler. Örneğin; Keşan’a bağlı Yayla, Şabanmera, Çelebi ve Enez’e bağlı Kocaali köyleri Tekir Çeşme mevkiindeki korulukta ortaklaşa “Tekir Çeşme Dallığı” düzenlerken, “Kılıçköy Dallığı”  Keşan’a bağlı Kılıçköy ve civarındaki birkaç köyün ortak kutlamasıdır. Saroz körfezine gidenlerin güzergahında olan Mecidiye Beldesi ise görkemli “Mecidiye Dallığı” ile adından çokça söz ettirmektedir.

Kutlama tarihleri ufak farklılıklar gösterir. Mayıs’ın ilk haftası Hıdrellez ve Kakava şenlikleri olarak düşünüldüğünde, bu tarihten itibaren Mayıs sonuna kadar her haftasonu bir dallık şenliğine yörede raslamak mümkündür. Civar yerleşimler bu eğlencelere davet edileceği için, her haftasonu bir başka yere ait dallık kutlaması yapılır. Bunlar muhtarlıklar ve yerel yönetimlerce halka duyurulur.

Örneğin ; Uzunköprü 6 mayıs tarihinde Hıdrellez’ini kutlarken, Mayıs’ın 3. haftası Uzunköprü Dallığı’na Bülbül koruluğu ev sahipliği yapar.

Yörenin en önemli dallıklarından bir diğeri ise Uzunköprü’nün Kurtbey beldesinde düzenenen “Kurtbey Dallığı”dır. Karışıklığa mahal vermemek, aynı tarihlerle çakıştırmamak, her ikisine de gidebilmeye fırsat yaratmak için Kurtbey Dallığı Hıdırellez’den bir sonraki hafta olan Mayıs’ın ikinci haftası kutlanır. Ertesi haftaya “Uzunköprü Dallığı” bağlanır.

Tabi tüm bu takvimi etkileyebilecek en önemli şeyin mevsimsel şartlar olduğunu da söylemek gerekir. Yağmur, fırtına, soğuk vb…şartlar bu tarihleri öteleyebilir veya tümden iptal ettirebilir.

Edirne merkeze bağlı Tayakadın köyü ise “Tayakadın Bahar Şenlikleri” ile adından söz ettirirken, Hıdrellez’den bir önceki haftayı, yani Nisan ayının son Pazar gününü kutlamalar için ilan ederler. Bu şenliklerde sadece kadınların eğlenmesi, geleneksel allı-güllü bahar çiçeklerinden şalvarlarıyla giyinmeleri bu eğlencelerin özelliklerindendir. Sosyal hayatın her yerinde kadın ve erkeğin bir arada olduğu Trakya’da ve dolayısıyla Edirne’de sadece kadınların katıldığı böylesi bir bahar eğlencesi sadece bir hoşluk olması için bu şekilde sürdürülmektedir. Sürekli çalışan, üreten, didinen kadınları senede bir gün gönüllerince eğlendirebilmek gibi naif bir amacı vardır. Edirne’nin Lalapaşa’ya bağlı bazı köylerinde de bu adete raslanmaktadır.

Tekirdağ’da “Hıdırellez” ve “Tepreş Şenlikleri”

Hıdrellez kutlamasına özgün hissedişiyle Tekirdağ’da da rastlarız. Tekirdağ’a bağlı birçok yerleşimde o hafta Hıdrellez kutlamasına raslansa da, Uçmakdere Ayvasıl mevkiinde düzenlenen Hıdrellez şenlikleri bırakın Tekirdağ’ı, tüm Trakya’daki en görkemlilerinden biridir. Tekirdağ’ın en büyük kazanımlarından olan yamaç paraşütü etkinliklerini bünyesinde harmanlayan Hıdrellez şenlikleri 2010 yılında “uluslararası” titriyle 4. yılını kutlasa da ( 4. Uluslararası Uçmakdere Hıdrellez ve Yamaç Paraşütü Festivali ) Hıdrellez geleneği yüzlerce yıldan bu yana damıtılmıştır bir kültür ürünüdür.

Balkanlarda’da ve Eskişehir-Sakarya-Samsun gibi yerleşimlerde rastladığımız “Tepreş şenlikleri”ne ise Tekirdağ’ın Hayrabolu ilçesine bağlı Emiryakup köyünde raslarız. Kırım’dan göç ettirilen halkların ( Çerkez, Tatar vb..) iskan edildikleri yerlerde rastladığımız “Tepreş geleneği” tamamı Tatar Türkü olan Emiryakup köyünde uzun senelerdir kutlanmaktadır. Bahar kutlamalarının Trakya’daki son halkası olan Tepreş şenlikleri için Haziran ayının ilk haftasına rastgelen Pazar günü tercih edilir.

Trakya’da herkes müziğin içine doğar.

Yüzlerce yıllık bir süreçte gelenekle inançların harmanlanarak günümüzde bir kültür sentezi olarak karşımıza çıkan tüm bu bahar kutlamaları, Trakya insanının coşkulu ruh haline de atıf yapan değerlerdendir. Hangisi kutlanıyor olursa olsun; müzik hepsinin olmazsa olmazıdır. Trakya insanının hissedişine dem tutan neşeli Rumeli ezgilerine, karşı konulmaz bir davet gibi sizi çağıran Roman müziği ezgileri karışır. Davul zurna bu şenliklerin en rağbet gören enstrümanlarıyken, Trakya’nın herbiri virtüöz yerel müzisyenlerini o tarihlerde bulup şenliklere getirebilmek epey zorlaşır. Hatta günü saatlere bölüp köy köy, şenlik şenlik dolaşan davul zurnacılara, ince çalgıcılara, yerel söyleyişle gırnatacılara rastlarsınız adım başı. Hele ki Lüleburgaz’ın müzisyenlerini getirtmeyi başaranlar, getirtemeyenlere karşı alaycı bir böbürlenme takınsalar bile yeridir. O ki; Lüleburgaz’ın yerel çalgıcıları rastlayabileceklerinizin en iyileridir.

Trakya'daHerkesMüziğinİçineDoğar@ÖzcanÇeltikli

Öyle ki; son yıllarda İstanbul’daki Hıdrellez şenliklerinin kadrolu orkestrası “Ahırkapı Roman Orkestrası”nın çaldığı melodiler İstanbul’luları tatmin edebilir belki. ama Trakyalılar’a emin olun hafif gelir. Trakyalı, hele ki Lüleburgaz’lı müzisyenlerin ruhu ve bedeni esir alan melodileri ise, İstanbul’luların bünyelerini epey bir sarsabilir.

O andan itibaren eğlence tavan yapar Trakya’da. Kapı gıcırtısı duysa oynayan bu neşeli, şen şakrak insanlar o gün eğlence bitmesin, akşamlar olmasın (!) isterler. Yaşı daha ileri eski kadınlar ellerinde fırdöndü mendilleriyle “Sülman Aga” oyununu oynarlarken, erkekler en çok “Eski Kasap-İstanbul Kasabı” için meydanda yerlerini almaktadırlar.

Ama hele ki Kakava‘da iseniz; eteğinin ucunu içe dolamış şuh edalı, delici bakışlı Roman kızları ile cüsseli yapılarına rağmen ileri yaşlardan Roman kadınları patenti neredeyse Trakya’ya ait o bildik tavırlarıyla (!) ortalığı ateşlemeye hazırlanıyorlardır. Etrafı şöyle bir süzüp, parmaklarının uçlarını dilleriyle hafifçe ıslatıp avuçlarını başlarının üzerinde kavuştururlar. Dedik ya, patenti neredeyse Trakya’ya ait bu eda ile kavuşturdukları parmaklarının şıkırtısı meydandaki davul zurnaya bile galip gelir çoğu zaman.

Yazı : Dinçer ALABAŞOĞLU

Fotoğraflar : Özcan ÇELTİKLİ, Savaş ERDEM Arşivi, Yılmaz AYNALI

Facebookpinterestmail