Cehennem Şelaleleri…

Bir şelalenin görselimize ve ruhumuza hitap etmesi için ona hangi gözle bakmak gerekir, doğrusu bilmiyorum. Yaklaşık 10 Bin Kilometrekarelik bir alana silsile halinde yayılan Istranca Dağları’nın Türk ve Bulgar yakasında çekilmiş çok sayıda şelalenin fotoğrafını gördüm, çekilmeyenlerin hikayesini dinledim, “Çok okuyan mı, yoksa çok gezen mi bilir” savına bir de ‘çok dinleyen’ ibaresini de eklemek gerektiğini geç de olsa anladım.

Cehennem Şelaleri’ni 2 hafta aralıklarla çekeceğim, onunla fiziksel olduğu kadar duygusal bir bağ kuracağım kırk yıl düşünsem aklıma gelmezdi. Ta ki Kızılağaçlı Naif Kuzu ile karşılaşıp, tanışana kadar. Gri bulutlu bir Çarşamba günü Kırklareli’de tanıştığım tipik köylü Naif Kuzu ile kısa bir tanışma faslı sırasında köyleri Kızılağaç’ın doğal ve kültürel özelliklerinden bahsederken, laf arasında “Sizin orada şelale var mı ?” demeden geçemiyorum. O da 2 tane büyük şelale olduğunu ve o sırada yemek yediğimiz mekanın hemen karşısında inşaatı devam eden 3 katlı bir binanın yüksekliğine yakın olduğunu söyleyince rüyalarımın yavaştan gerçeğe dönüştüğüne tanık oluyorum. Platonik bir aşk misali.

Cehennem Şelaleleri adını sarp kayalık ve kanyonlar arasında çağıldayan sulardan alıyor. Kızılağaçlılar kendi arasında oraya bu ismi verse de normalde derenin adı; Kerevizdere. Kerevizdere Sergen Çiftekaynaklar Deresi ile birlikte Kıyıköy’ün kuzey’inden muhteşem bir güzellik ile Karadeniz’e dökülen Pabuçdere’yi oluşturuyor.

Naif Kuzu ile görüşmemizin arasından geçen üç haftalık zaman diliminden sonra, 27 Aralık 2009 Pazar günü yolumuz Vize’ye düşüyor. Odun kömürü yapanları fotoğraflamak için ilk olarak Evrencik Köyü’ne gidiyoruz. Istrancalar’da yıllardır geleneksel olarak devam eden odun kömürü (torluk) yapımına tanıklık ediyoruz. Bu çalışma herşeyden çok sabır gerektiriyor ve fazlasıyla meşakkatli.

Odunu kömüre dönüştüren torlukçulardan ayrılarak ilk olarak Kömürköy’e oradan da Kızılağaç’a varıyoruz. Kırklareli İl Genel Meclisi Üyesi Aydın Karakoç’un önderliğinde yaptığımız foto-gezide bize iki tanıdık isim eşlik ediyor; Nedret Benzet ve Selçuk Aslan. Nedret abi ile ben yeni fotoğraflar üretmeye çalışırken Selçuk ve Aydın Karakoç da köylülerin sohbetine eşlik ediyor. Kızılağaç’a birer hafta aralıkla iki defa gitsek de Naif Kuzu’yu bulamıyoruz. Misafirperver köylülerden Çetin abi rehberliğinde Cehennem Şelaleleri’ne gidiyoruz. Çok heyecan verici bir durum bu.

Kızılağaç- Sivriler yolundan sola ayrılarak girdiğimiz orman yolu aracımızın bir yere kadar gitmesine izin veriyor. Bundan sonrasında çantalarımızı sırtlanıp, makinalarımızı boynumuza asarak şelale yürüyüşümüze başlıyoruz. Av ve define meraklısı Çetin abi, yürüyüş esnasında bizlere anılarından söz ediyor. Günbatımına yakın saatlerde vardığımız Kerevizdere’de 20- 30 metre akıntı yönüne yürüdükten sonra müthiş bir su sesi ile büyüleniyoruz. Dar ve uzun bir kanyondan akan 6- 7 metrelik bir şelalenin üstünden hem görselimize hem de kulaklarımıza hitap eden bir tabloya bakıyoruz. Çağıldayarak akan Cehennem şelalerinin belki de en sarp ve bir o kadar güzel bir şelalesini daha doğru açıdan görmek ve karelemek için kayaların çevresini dolanarak oldukça güçlü bir sesle akan suyun karşısına tripotlarımızı kuruyoruz.

Hayatımda ilk kez bu kadar büyük bir şelale görüyorum. Nedret abi ve Aydın Karakoç da benimle hemfikir. Selçuk, Türkiye’nin bir çok dağını gezdiği için bu ona küçük bir su parçası gibi gelse de peyzaj itibarı ile o da büyülendiğini söylemeden edemiyor. Şelalenin her yanı kayalıklardan oluşuyor. Kayalıkların bitip ormanın başladığı yerde orman gülleri, bölgedeki ismi ile zelenikalıklar başlıyor. Bu da bize Mayıs ayında bir daha buraya gelmemiz için bir referans oluyor. Orman gülleri Mayıs’ta pembe çiçeklerini açtığında ve orman yeşerdiğinde burada muhteşem bir renk cümbüşü olacağını tahmin etmemek o kadar da güç değil.

O gün Cehennem Şelaleleri’nin sadece bir tanesini çekip, istemeyerek de olsa oradan ayrılırken tırmandığımız tepeden arkamıza bir kez daha baktığımızda, mevsimden kaynaklı açıklığın yarattığı aralıklardan diğer şelaleri de seçebiliyoruz. Cehennem Şelaleleri’ne en kısa zamanda yeniden gelmek için aramızda anlaşarak, Kırklareli’ne geri dönüyoruz.

………………..

Kırklareli’nin Vize İlçesine bağlı Kızılağaç Köyü’nün 4-5 kilometre kuzeybatısında yer alan Cehennem Şelaleri’ne 10 Ocak 2010 Pazar günü bir defa daha gitmek Nedret abi ve bana nasip oluyor. Aradan geçen iki haftanın ardından bir yar gibi özlediğimiz Cehennem Şelaleleri’ne Kırklareli’nin tanınmış esnaflarından bizim gibi amatör fotoğrafçı Kadir Teksin nezdinde gidiyoruz. Fakat Nedret abi ve benim aksine Kadir abi avlanmak için buraya geliyor. Yine Kızılağaç Köyü’nü aşarak bir önceki yolun aksine Cehennem Şelaleleri’ne gittiğini öğrendiğimiz bir yolu tercih ediyoruz. Araçtan inip yürüyüşe başladığımızda gökyüzünün gri yağmur bulutlarla kaplanması bizi biraz ürksekte de şelale yürüyüşü başlıyor.

Istranca Dağları’nın kıvrımlı ve bir o kadar sarp yollarında çok yürüyüş yaptım. Bazen Selçuk Aslan ile, bazen büyük yürüyüş grupları ile, bazı zamanlar ise tek başıma yürüdüm. Hatta bir defasında hiç yolu bilmememe rağmen doğup büyüdüğüm köy olan Kurudere’den, Dupnisa Mağarası’na kadar yol aldığımda bile hiç bu kadar heyecanlandığımı hatırlamıyorum.

Cehennem Şelaleri’ne giden alternatif yolu yanlış seçtiğimizin bir süre sonra farkına varıyoruz. Çünkü yol, bizleri 30-40 dakikalık bir yürüyüşten sonra Cehennem Şelaleri’ne ulaştırıyor. Ama bu umurumuzda değil. Peyzaj ve doğal yapısı itibarı ile belkide Istranca Dağları’nın en güzel şelaleler silsilesi bizleri bekliyor. Fazla zaman kaybetmeden Cehennem Şelaleri’nin üst kısmındaki kum ocaklarından gideceğimiz yeri belirliyoruz. Bulunduğumuz alandaki tepeyi doğudan batıya yaran çataktan inişe geçiyoruz. Maki tipindeki bitkilerin arasından Cehennem Şelaleri’nin adeta merdiven gibi kat kat çağıldayarak akan bir tanesine geliyoruz.

Büyük bir özenle kurduğumuz tripodlar ile şelalenin çevresini dört dönüyoruz. Nedret abi yeni aldığı circular polarize filtresini ilk defa burada deniyor. İlk şelalemizde çekimleri büyük bir heyecan ve hızla tamamladıktan sonra kısa bir mesafe ötedeki diğer şelaleye yürüyoruz. Bir öncekine nazaran biraz daha yüksek ve geniş bir alana yayılan bu şelale, genel yapısı itibarı ile Sergen Çiftekaynaklar’da çağıldayan sulara benziyor. Lakin çekime başlamadan önce bir çevre düzenlemesi yapmalıyız. Ne zaman yıkıldığı hakkında en ufak bir fikir sahibi olmadığımız uzun ve kuru bir odun parçasını Nedret abi ile birlikte sıkıştığı ağaçların arasından çıkarma çalışmamız, tipik bir makta ( orman köylülerinin kışlık yakacak ihtiyacı için belli yerlerden kesim yapılıp, taşınması ) çalışmasından farklı değil. Hummalı bir şekilde düzenlediğimiz şelalenin çevresini doğal bir stüdyo gibi hazırlıyoruz. Daha çekime başlamadan 90-100 metre yukarıda yakılmış bir ateşin başında ısınan insan topluluğundan biri bizim yanımıza geliyor. İlk başta avcı sandığımız insanların daha sonra defineci olduğunu anlıyoruz. Defineci abi (!), kısa bir sohbetin ardından yanımızdan ayrılıyor, biz de çekimimize devam ediyoruz. Bu arada hava da açmaya başlıyor. Şelaleri uzun pozlama tekniği ile çektiğimiz için biraz korksak da fazla geçmeden gri bulutlar yerini sağlamlaştırıyor. Peyzaj itibarı ile güzel bir görünüme sahip olan bu şelaleden ayrıldıktan sonra bir diğer şelaleyi çekmek üzere yola koyuluyoruz.

Cehennem Şelaleri’nin kanyon biçiminde aktığı bir diğer büyük şelaleye gelmeden önce bizleri bir iyi bir de kötü sürpriz bekliyor. Definecilerin normal zamanda bir tane olan şelale üzerinde yaptığı araştırma nedeni ile bir daha kimsenin birarada göremeyeceği iki şelaleyi birarada fotoğraflıyoruz. Ama bu şelale üzerinde yapılan define çalışmaları esnasında su bulanık akıyor, bu da doğal olarak kötü yanı. Define meraklılarının söylediğine göre buradaki şelalenin aktığı dere yatağının altında Osmanlı’nın azılı eşkiyası, Kazıklı Voyvoda’nın torunu ve Bulgar kahramanı Volcan(Valchanov)’ın hazinesi yatıyor. Müthiş bir ekipman yardımı ile daha önce şelaleyi güney yönüne saptırarak kurutmuşlar ve şelalenin altında altın olduğuna hemfikir olarak kanaat getirmişler. Bu inanması güç bir durum ve delilik gibi gelebilir. Baştan bize kendilerini dağcı olarak tanıtsalar da yutmadığımızı anladıktan sonra durumu anlatıyorlar. Bir su samuru gibi şelalenin önünü kapatarak alternatif bir şelale oluşturmuşlar. Doğaya zarar vermediklerini bilsek onlara iyi gözle bakardık ama bugüne kadar yapılan define kazılarının doğaya ve tarihe ne kadar büyük zararlar verdiği ortada.

Buradaki şelaleyi de istediğimiz kadrajda fotoğrafladıktan sonra mekandan ayrılıyoruz. Bir süre derenin akış yönünün tersine ilerliyoruz. Fakat saatin ilerlemesi ve derenin durgun yatağında akması sebebi ile geri dönmeye karar veriyoruz. Kızılağaç’a döndüğümüzde verdiğimiz kararın yanlış olduğunu geç de olsa anlıyoruz. Köylüler’in söylediğine göre bu şelalerin daha da yukarılarında yine çağıldayan sular var. Bu duruma biraz üzülsek de Cehennem Şelaleri’ne bir defa daha derinlikli bir çalışma için gelmemiz gerektiği konusunda Nedret abi ile hemfikiriz.

Cehennem Şelalesi’nin en güzellerinden birisini ve definecileri ardımızda bırakıp, 50-60 metre yukarıdaki stabilize bir yolu takip ederek 27 Aralık 2009 tarihinde fotoğrafladığımız şelaleye geri dönüyoruz. Istrancalar’ın belki de en zor ve en güzel şelalesini farklı kadrajlarda fotoğrafladıktan sonra Kızılağaç Köyü’ne yürüyerek varıyoruz. Köye vardığımızda ne yürüdüğümüz 5 kilometrelik yol ne de havanın iyiden iyiye yağmur moduna dönüşmesi umurumuzda. Aklımızda kalan sadece Cehennem Şelaleri’nin o cennet görünümü ve peyzajı var. Kızılağaç’ta ilk olarak bir kahvehanede çay içip, kahvehane sahibi ile sohbet ettikten sonra köy içinde dolaşmaya karar veriyoruz. Bir diğer kahvehaneci elimizde fotoğraf makinalarını görmesine rağmen defineci olduğumuzdan şüpheleniyor, zor da olsa onu ikna ediyoruz. Kadir abi ise av etkinliklerini bitirdikten sonra gelip bizi alıyor. Tam olarak bilmesek de bu şelaleri ilk defa derinlikli olarak fotoğraflamak bizlere nasip oldu sanırım, şansımız varmış…

======================

Erhan BAYCAN

27 / Aralık / 2009 ve 10 / Ocak / 2010 tarihlerine ait gezi notları…

Fotoğraflar :

Erhan BAYCAN , Nedret BENZET

Facebookpinterestmail