Edirne Eski Cami
Hangi isimle anarsanız anın; Eski cami, Ulu cami, Karanfilli cami… Osmanlı’nın varoluş mücadelesinin kardeşler arası taht kavgaları üzerinden verildiği Fetret devrinin çalkantılı atmosferinde, 15. yüzyıl başlarında yapılan bu abidevi cami, maddi ve manevi yönüyle Edirne’nin en kıymetli selatin camilerinden biridir. Günümüzde en yaygın kullanılan adıyla Eski cami; bir parça tarih okumasıyla anlayabileceğimiz üzere, Edirne’ye verilen ehemmiyetin de bir nişanesi olarak karşımıza dikilir.
Fetret Devri ve Edirne
Sultan Yıldırım Bayezid 1402 yılında yapılan Ankara Savaşı’nda Timur’un ordusuna yenilince, Balkanlar ve Anadolu’nun çetin siyasi coğrafyasında kaderini belirlemeye çalışan Osmanlı Devleti için de bir varoluş mücadelesi başlayacaktır. Tarihçilerin Fetret Devri diye isimlendirdiği, Sultan Yıldırım Bayezid’in oğulları arasında geçen taht mücadelesinin arenası ise Edirne olacaktır.
Babasının Ankara Savaşı’nda yenilmesinin hemen öncesinde Bursa’da olan Süleyman Çelebi, beraberindeki orduyla Edirne’ye geçerek burada sultanlığını ilan eder. Osmanlı Rumeli’ye geçip Edirne’yi fethiyle birlikte Edirne ikinci başkent olarak değerlendirilse de, Bursa’nın politik gölgesi üzerinden eksilmemiştir. Emir Çelebi’nin 1403 yılında sultanlığını Edirne’de ilan etmesi, Rumeli’de Timur ordularından uzak olmak gibi bir garantici anlayışın yanında Edirne’nin artık politik yönden de Bursa’nın etkisini kırdığı bir sürece işaret eder. Kardeşleri Musa Çelebi ve Mehmet Çelebi önceleri ağabeyinin sultanlığına biat ederler. Süleyman Çelebi’nin 7 buçuk yılı aşkın saltanatı Musa Çelebi tarafından katli ile son bulur.
Süleyman Çelebi Edirne’de eski saraya ( Saray-ı Atik ) eklemeler yapar. Eski Cami’nin inşası da onun sultanlığının ilk senesi olan 1403 yılında başlayacaktır. 1410 yılında kardeşi Musa Çelebi’nin 3 yıl civarı sürecek sultanlığı başlayacak, yeni sultan da Eski Cami’nin ağır aksak giden inşasını devam ettirecektir. Musa Çelebi Edirne’de kendi adına hutbe okutup, para bastıracaktır. Ne var ki, onun da sonu kardeşi elinden olacak, 30 bin kişilik orduyla karşısına dikilen Mehmet Çelebi tarafından, Çatalca yakınlarında yapılan savaşta yenilip öldürülecektir.
Çelebi Mehmet tarihte I. Mehmet olarak bilinir ve bazı tarihçiler onun ismini Osmanlı Sultanları arasında saymayı uygun görürler. Fetret Devri’nin taht kavgalarını sonlandıran Çelebi Mehmet, Şeyh Bedrettin isyanını bastırarak Osmanlı’daki son karışıklıkları da kontrol altına alır. Devleti yeniden derleyip toparlayarak adeta nekehat döneminden kalkan bir hasta gibi Osmanlı’yı ikinci defa ayağa kaldırır. O da diğer kardeşleri gibi eski saraya yeni eklemeler yapar. Edirne onun döneminde Bedesten, Sarı Cami ( Zaviye ), Timurtaş ( Demirtaş ) Camii gibi yeni yapılar kazanırken, Emir Süleyman zamanında yapımına başlanan Eski Cami nihayet 1414 senesinde, yine onun döneminde bitirilecektir.
Fetret Devri’nin bu üç önemli şahsiyetinin naaşları o güne dek Osmanlı padişahlarında gelenek olduğu üzere manevi payitaht addedilen Bursa’ya nakledilmiş, burada yapılan türbelerde toprağa verilmiştir.
Eski Cami ( Ulu Cami )
Eski Cami’nin yapımına Yıldırım Bayezid’in oğlu Süleyman Çelebi zamanında, 1403 yılında başlanmış; bir diğer oğlu olan Çelebi Mehmet döneminde, 1414 yılında bitirilmiştir. Bursa tipi çok kubbeli yahut çok mekanlı olarak değerlendirilen camiler grubuna giren bu abidevi yapının mimarı Konyalı Hacı Alâeddin, kalfası ise Ömer İbn-i İbrahim’dir.
Bir külliye camii olarak inşa edildiği değerlendirilen ve bu sebeple Ulu Cami ismiyle de bilinen yapılar topluluğundan günümüze sebili ve bedesteni ulaşmış; muvakkithanesi ve medresesi ise ne yazık ki ulaşamamıştır.
Osmanlı’da aslında camilere bizatihi isim verme geleneği yoktur. Genel eğilim halk arasında banisinin adıyla dillendirilmesi yahut öne çıkan özellikleriyle anılması şeklindedir. Bu sebepledir ki; döneminin en büyük camisi olması hasabiyle Ulu Cami, Emir Süleyman döneminde yapımına başlanması sebebiyle Süleymaniye Camii, kendisinden sonra büyük ve yeni camiler yapıldığı, aynı zamanda şehrin en eski ulu camisi olduğu için Eski Cami adıyla anılır. Evliya Çelebi’nin anlatımlarından da haberdar olduğumuz üzere; halk arasında Karanfilli Cami diye adlandırılmasına sebep olarak, namaz vakitlerinde cemaat arasına karanfiller konularak caminin misler gibi kokması gösterilir.
Merkezi kubbeyi taşıyan dört ana paye çeşitli geçişlerle dış duvarlara aktarılır ve bu haliyle yapının üzerinde dokuz kubbe yer alır. Yaklaşık 13 metre çapındaki kubbelerin altına düşen payeler arasındaki hücreler bu haliyle kare planlı bir görünüme sahiptir. Ortadaki kubbe diğerlerine göre bir parça yüksek tutularak vurgulanmıştır. Cami taç kapısının girişine denk düşen kubbenin üzerinde ise bir aydınlık feneri göze çarpmaktadır.
Camiye biri kuzey eksenindeki taç kapıdan olmak üzere, doğu ve batı yönündeki iki ayrı kapıdan daha girilir. İki yandaki bu girişlere yakın konumlanmış olan kuzeydoğu köşesindeki minare döneminde yapılan minaredir ve tek şerefelidir. Kuzeybatı köşesinde bulunan ve camiye vakıf olarak aynı dönemlerde bitirilen Bedesten Çarşısı’na bakan minare ise çift şerefelidir. II. Murat döneminde yapıya eklenmiştir. Bu şerefelere, çıkanların birbirini görmediği iki ayrı merdivenle ulaşılır.
Son cemaat yerine ise ak mermerden bir ana kapı ve doğu yönünde Selimiye meydanına açılan bir başka kapı ile girilir. Son cemaat yeri beş bölümlüdür ve ortadaki bölümün üzerinde bir kubbe yer alır. Bu bölüm caminin taç kapısına ulaşacak şekilde daha düşük kotta tutulmuş ve iki yanında son cemaat yeri daha yüksekçe vurgulanmıştır. Tarih boyunca yangınlar ve depremler gören Eski Cami çeşitli dönemlerde ciddi onarımlar görmüştür.
Eski Cami’nin Yazısı
Edirne’deki Selatin camilerine dair bir tekerleme kabilinde söylenen bir laf vardır : “Selimiye’nin yapısı, Üç Şerefeli’nin kapısı, Eski Cami’nin yazısı…” Gerçekten de, Eski Cami daha son cemaat yerine vardığınız andan itibaren ruhu kuşatan hat örnekleriyle sizi kendine çeker. Son cemaat yerinin bir kanadında duvarda büyük harflerle Allah ( cc ), diğerinde Hz. Muhammed ( sav ) lafzı yer almaktadır. Camiye yaklaşanları çok ötelerden bile kendine çeken bu hat örnekleri aslında, gelenleri içeride karşılayacak olan diğerlerinin daveti gibi caminin son cemaat yeri duvarlarına nakşedilmiştir.
Taç kapıdan içeri girince ilk göze çarpan paye ve cami beden duvarlarındaki büyük hat örnekleridir. Bunların içinde “vav” harfi, tasavvufi manalarının tümünü yüklenerek çok yerde karşımıza çıkar. Bunun haricinde, caminin içinde hüsn-ü hat sanatıyla yazılmış birbirinden güzel Esma-ü Hüsnalar, Aşere-i Mübeşşereden ve Hulefa-i Raşidinden isimler ile Kur’an dan sureler ve hadis örnekleri yer almaktadır.
Eski Cami’nin Meşhurları ve Rivayetler
Yukarıda bahsettiğimiz üzere hat örnekleri kadar, Eski Cami’yi çekim merkezi yapan başka fiziki özellikleri ile bir dizi rivayet ve gelenek ekseninde kendini ortaya koyan manevi bir ruh iklimi vardır. Tüm bu özellikler, Edirne’de Selimiye’den sonra Eski Cami’yi en çok ziyaret edilen ibadet mekanı olarak öne çıkarır.
Caminin ortasına doğru konumlandırılmış müezzinler mahfeli Edirnekari ( Edirne işi ) bezemelere sahiptir. Mahfelin üzerine ulaştıran döner merdivenin sonunda, müezzinlerin piri Hz. Bilal’in ( ra ) adının bulunması ona duyulan derin saygıdan ötürüdür.
Nakkaş A.Molla Mustafa’nın elinden çıkan ak mermerden oyma minberde, Bakara Suresinin son iki âyeti “Âmenerrasulü” nakşedilmiştir. Evliya Çelebi bu minberden bahsederken “Gayet sanatlı !” demeyi tercih etmiştir. Büyük bir sabrın yansıması olan bu incelikli minber, bayram ve Cuma namazlarında sürdürülen “minbere kılıç kuşanarak çıkma” geleneğinin mekanı oluşuyla da başka bir anlam yüklenir. Fethedilerek alınan beldelerde hutbeye çıkarken kılıç kuşanmak, Osmanlı’da sürdürülmüş bir gelenektir. Hutbenin 20 sünnetinden biri olan bu uygulamaya göre, hatip minbere çıkarken sol elinde kılıç taşır ve minberde bu kılıca yaslanarak hutbe verir. Öte yandan, Osmanlı padişahlarından II. Ahmet ve II. Mustafa’nın kılıç kuşanma törenleri de Eski Cami’de yapılmıştır.
Minber ile mihrap arasındaki yan duvarcıkta, halk arasında “Kabe taşı” diye bilinen bir taş bulunur. Hata çoğu kişi bu taşı Hacer’ül Esved’den bir parça zannederek büyük bir yanılgıya düşerler. II. Murad Han zamanında buraya yerleştirildiğine inanılan bu taş, Kabe’yi tavaf edenlerce son selam taşı olarak bilinen “Rükn-i Yemani” taşıdır. Kabe’nin Yemen yönüne bakan köşesinden düşen bir taş parçasının, Kabe imamının gördüğü bir rüya üzerine o dönem İslam coğrafyasının Rum diyarına uzanan serhat boyu olan Edirne’ye hediye gönderilir. Sultan II. Murad Han’ın, Rükn-i Yemani’den bu parçayı kendi elleriyle buraya yerleştirdiğine inanılır. Kabe’ye duyulan saygı üzerine ona da saygı gösterilir.
Mihrap incelikli mukarnaslarla süslenmiştir. Mihrabın üzerindeki kubbede İhlas suresi ile birlikte Edirne’de sürdürülen bir sabah namazı geleneğinin kaynağı olarak görülen bir hadis-i şerif yer alır. Enes bin Malik’ten(ra) rivayet edildiğine göre Resulullah (sav) şöyle buyurdu: “Kim sabah namazını cemaatle kılar, güneş doğana kadar Allah’ı zikreder ve sonra iki rekat namaz kılarsa, o kimseye hac ve umre sevabı vardır.” Bu hadisteki mananın peşinde koşan cemaat sabah namazından sonra güneş doğana kadar dağılmaz, zikirle meşgul olur, kuşluk namazı kılıp öyle dağılırlar.
Eski Cami içerisinde padişahların namazlarını eda ettikleri yer olan bir hünkar mahfeli bulunur. Caminin kuzey beden duvarına bitişik kadınlar mahfeli ise ahşaptandır.
Camide iki tane vaaz kürsüsü bulunur. II. Murad Han döneminde İslam büyüklerinden Hacı Bayram-ı Veli hazretlerinin bu camide bir dönem vaaz vermiştir. Onun Edirne’den ayrılışından sonra bu kürsüye çıkmak isteyen vaizlerin dillerinin lal kesildiği, bu sebeple başka bir vaaz kürsüsü yaptırıldığı söylenir. Hacvı bayram-ı Veli hazretlerine ait olduğu rivayet edilen bu kürsü o vakitlerden sonra bir daha hiç kullanılmaz.
Hacı Bayram Veli hazretlerinin Eski Cami’de bulunduğu günlere dair bir rivayet ise caminin kıymetine kıymet katacak bir mana yüklenir. Beşir Çelebi Fatih Sultan Mehmet Han’ın tarihçilerindendir ve şöyle bir rivayeti nakleder : Hacı Bayram-ı Veli hazretleri bir sabah namazı vaktinde camiye girer ve orta kubbe altında ibadetle meşgul olan Hz. Muhammed’i ( sav ) görür. Rivayete göre Efendimiz kendisine: “Bu cami benimdir, burada ümmetimle birlikte olurum. Ya Şeyh! Zinhar bu makamı hali görmesinler. Dâim gelip bunda hacet dilesinler!” der.
Burada bir parça durup, Edirne’nin pek çok camiinde karşımıza çıkan rivayetlerden bir diğerine daha kulak verelim. Rivayet odur ki, Çelebi Mehmet caminin yapımı bitince Edirne erenlerinden, aynı zamanda bir hattat olan ayakkabı tamircisi Eskici Baba’nın huzuruna gelir. “Efendi hazretleri, eser artık sizindir !” diyerek davette bulunur. Eskici Baba camiye gelerek bir kazan dolusu kara katran boya hazırlatır. Başlar camiyi boyamaya. Fırçasını her kazana batırdıkça caminin neresinde ne kullanılacaksa o renge dönüştüğü gözükür. O vakitten sonra adı “Boyacı Baba” diye anılır.