Edirne Sultan II. Bayezid Darüşşifası
1652 yılında Edirne’yi ziyaret eden Evliya Çelebi, kendi döneminden yaklaşık iki asır önce inşa edilmiş olan Sultan II. Bayezid Külliyesi’nden bahsederken duyduğu hayranlığı tarihe söyle not düşer :
“Orada bir darüşşifa vardır ki dil ile tarif edilmez, kalemler ile yazılmaz.“
Anadolu’daki Selçuklu dönemi şifahanelerinin devamı niteliğindeki Osmanlı şifahaneleri arasında en görkemlisi, Evliya Çelebi’nin de aktardığı gibi, şüphesiz Edirne’deki Sultan II. Bayezid Külliyesi Şifahanesi’dir.
Akıl hastalarının Avrupa’da cadı avıyla yakalanıp yakıldığı, hunharca katledildiği bir dönemde, diğer Osmanlı şifahanelerinde olduğu gibi Sultan II. Bayezid Külliyesi Şifahanesi’nde onlara şefkatle yaklaşılıyor, sağlıklarına kavuşmaları için o zamana kadar emsali görülmemiş yöntemlerle muamele ediliyordu.
EDİRNE
SULTAN II. BAYEZİD KÜLLİYESİ DARÜŞŞİFASI
Darüşşifa kelimesi Arapça Dar ( Kapı, ev, yer vb…) ve Şifa ( İyileşme, tedavi vb..) kelimelerinin kaynaşması ile elde edilmiştir. Şifa kapısı, şifa yurdu, şifa bulunan yer anlamlarında kullanılmaktadır.
Ünlü Seyahatname’sinde Evliya ÇELEBİ, Edirne Rehnüması adlı eserindeyse Dr. Rıfat OSMAN Edirne’de bulunan Sultan II. Bayezid Külliyesi Darüşşifası için “Bimarhane” tabirini kullanmayı tercih etmiştir.
Darüşşifalar Türk-İslam sentezi içinde hayat bulmuş yapılardır. Biz bu sentezin coğrafyamızdaki en belirgin izlerini Anadolu Selçuklu ve onu takip eden Osmanlı Şifahaneleri’nde buluyoruz. Bu dönemlere ait darüşşifaların bilinenleri şunlardır :
Anadolu Selçuklu Şifahaneleri
- Mardin Emineddin (H.502-516/ M.1108/9-1122/23)
- Kayseri Gevher Nesibe (H.602/ M.1205-6)
- Sivas İzzeddin Keykavus (H.614/ M.1217-18)
- Mardin Necmettin Gazi (H.619/M.1222)
- Divriği Turan Melik (H.626/ M.1228-29)
- Çankırı Cemaleddin Ferruh Darüşşifası (H.633/ M.1235)
- Kastamonu Pervaneoğlu Ali Darüşşifası (H.671/ M.1272-73)
- Tokat Muineddin Pervane Darüşşifas (13.yüzyıl son çeyreği başı)
- Konya Kemalettin Karatay (H.653/ M.1255)
- Kastamonu Atabey (H. 672/ M.1273)
- Amasya Amber bin Abdullah (H.708/ M.1308-9)
Osmanlı Darüşşifaları
- Bursa Yıldırım Bayezid (H.802/ M.1399/1400)
- İstanbul Fatih Sultan Mehmet (H.875/ M.1470)
- Edirne Sultan II.Bayezid (H.889/893/ M.1484-1488)
- İstanbul Haseki Hurrem Sultan (H.957/ M.1550)
- İstanbul Süleymaniye (H.961-966/ M.1553-1559)
- Manisa Hafsa Sultan (H.946/ M.1539)
- İstanbul Atik Valide Darüşşifası (H.990/ M.1582)
- Üsküdar Nurbanu Valide Sultan (H.991/ M.1583)
- İstanbul Sultan II.Ahmet (H.1018-1026/ M.1609-1617)
Yapımından Günümüze Edirne Sultan II. Bayezid Darüşşifası
Edirne Sultan II. Bayezid Külliyesi Şifahanesi külliyenin diğer yapıları gibi 1484-88 yılları arasında inşa edilmiştir. Bunu külliyenin düzenlenen vakfiyelerinden ve dahi külliyenin cami girişi kapısı üzerinde yer alan mermer kitabesinden anlayabiliyoruz.
Hamdullah’ın kaleminden işlenen hattın beyitleri dönemin şeyhülislamı Zenbilli Ali Efendi’ye aittir. Kartujdaki yazının üçüncü beyitinin ikinci mısrasında “Hem hikemdir, hem niamdır, hem seha vü hem şifa” diyerek yapının ana elamanları arasında şifahaneyi de anmaktadır.
Çok uzun yıllar Edirne halkına layıkıyla hizmet eden yapı döneminin en önemli alimlerine ev sahipliği yapmıştır. Osmanlı’nın Balkanlar’da gerilemeye başlaması ile Edirne için de zor senelerin ayak sesleri duyulur. 1821 yılındaki birinci Rus işgali hem Edirne hem de külliye için yıkım olur. Uzun yıllar her çeşit hastalığın tedavisi için hizmet veren yapı teknik ve maddi yoksunluklar sebebiyle hizmetlerini veremez hale gelir. 1877-78 yılındaki ikinci Rus işgali yıllarına uzanan bir süreçte burası yalnızca akıl hastalarının çok kötü koşullarda tecrit edildiği bir yer haline gelir.
Edirne Şifahanesi’ndeki içler acısı durumdan dönemin devlet büyüklerinin haberdar olması 1875 yılında Safvet Paşa’nın sadrazamlık makamına yazdığı mektup ile olacaktır. İ.Ü.Kütüphanesi İbnul Emin Kitaplığı 2973 nolu kayıtta bulunan bu mektupta Safvet Paşa Edirne Şifahanesi’ndeki içler acısı durumdan devlet yetkililerini haberdar etmektedir.
“Edirne şehrini görmek üzere gidip, orada birkaç gün kaldıktan sonra geri dönen güvenilir bir kişinin anlattıklarına göre: Adı geçen şehirde, dârüşşifa adı ile bilinen, eskiden kalma, hamam şeklinde bir bina bulunmakta… Binanın içinde, Süleymaniye Dârüşşifası’nda görüldüğü gibi, üzerlerinde birer keçe elbise ve boğazlarından duvarlara kalın zincirlerle bağlı, on veya yirmi kadar akıl hastası bulunuyordu. Bu hastalara, sabah ve akşam biraz su ve ekmek verilmekte. Tunca Nehri’nin suları kabararak taştığında sular, darüşşifadan içeriye girmekte ve bu zavallıların dizlerine kadar gelerek onları rahatsız etmekte. Edirne’de görev yapan Valiler, halk arasında yayılan “Edirne Valileri eğer dârüşşifayı görmeye gelirlerse, hemen görevlerinden azledilirlermiş” rivayetine inanarak dârüşşifanın bu durumunu düzeltmek için en ufak bir çaba sarf etmedikleri gibi orayı ziyaret bile etmezler. Bu konuda söylenecek sözlerin pek etkisi olmayacağından, hoş olmayan bu durumun düzeltilmesi için hemen acilen bir çare bulunması lüzumlu ve gereklidir.”
Safvet 2.Muharrem.1292 (M: 1875)
1877-78 yılındaki ikinci Osmanlı Rus Savaşı ile diğer Ediren yapıları gibi şifahane de kapatılmış, zarar görmüştür. Savaş sonrası 1883 yılında buradaki hastalar İstanbul’a Topbaşı Bimarhanesi’ne nakledilmiştir.
İstanbul hastanelerinin göçlerle kalabalıklaşan şehre yetmemeye başlar. Buradaki hastalar 1891 yılında şifahanenin kısmen tamir edilmesiyle yine Edirne’ye geri gönderilir. 1896 yılına gelindiğinde ise şifahane sadece akıl hastalarının tecrit edildiği, devri saltanatındaki günlerin çok uzağında bir şekilde hizmet vermeye başlayacaktır.
Külliye bütünlüğündeki şifahanenin bir parçası olarak görülebilecek medrese bölümü ( Medreset-ül Etıbba ) 1906 yılında ordudan atılanlar için bir cezaevi olarak kullanılır.
Şifahanenin 1916 yılına kadar hizmet verdiğini en son bu yıla ait karşımıza çıkan “Şifahaneye hastabakıcı tayini” konulu bir belgeden öğreniyoruz.
Tarihin bu aşamasında şifahane için çok önemli biri isimden bahsetmemiz gerekiyor. Modern Türk Psikyatrisi’nin kurucusu kabul edilen Dr. Mazhar Osman’dan… Dr. Mazhar Osman henüz 24 yaşında akıl hastalığına bilimsel yaklaşımlar getirmiş ve bu tesbitlerini henüz 24 yaşında kaleme aldığı “Tababet-i Ruhiye” isimli kitabında ele almıştır. İstanbul Topbaşı Bimarhanesi’nde akıl hastalarına uygulanan çağdığı ve gayri insani tutumlardan çok etkilenmiştir. Çok daha sonra yöneticisi olacağı Topbaşı bimarhanesini tasfiye edecek olan Dr. Mazhar Osman 1915 yılında aynı maksatla Edirne Sultan II. Bayezid Şifahanesi’ne görevlendirilir. Onun şifahanede karşılaştığı manzara içler acısıdır. 5’i kadın 40 kadar hastadan kendi anlatımlarıyla haberdar olduğumuz; boyunlarından, el ve ayak bileklerinden kelepçelenmiş son akıl hastalarını özgürlüklerine kavuşturur. Edirne’nin Kıyık semtinde bulunan Fransız Hastanesi’ne yerleştirir. Buradan da Topbaşı Bimarhanesi’ne sevkedilmelerinde bizzat yer alır.
Külliyenin Yunan işgali sonrasından 1950’li yıllara kadarki hali içler acısıdır. Sadece cami bölümü işlevsel kalan yapılar topluluğu kısmen çökmeye, iklim şartlarının ve amacı dışında kullanımların yarattığı ağır tahribata terk edilir. Bu dönemlerde görebildiği ilk ciddi ayağa kaldırma 1964 yılında Vakıflar Genel Müdürlüğü eliyle olur.
Külliyenin cami hariç diğer bölümleri yapılan bir protokolle 1984 yılında Trakya Üniversitesi’ne devredilir. Yapılar ciddi bir restorasyondan geçirilerek Trakya Üniversitesi Edirne Meslek Yüksekokulu Restorasyon ve Duvar Süsleme Sanatları Bölümleri tarafından eğitim-öğretim için kullanılır. Bu öğrencilerin restorasyonda övgüyle anılası emekleri bulunmaktadır.
Peki ya darüşşifanın müzeye dönüştürülmesi süreci nasıl şekillenmiştir ?
Kaderine terk edilmiş darüşşifanın müze yapılması fikri aslında genel olarak bilinenlerin çok öncesine dayanır. Burada tıp tarihimizin önemli isimlerinden olan, “Ben artık Edirne için yaşıyorum.” diyecek kadar Edirne aşığı, Ord. Prof. Dr. Süheyl ÜNVER’i anmak gerekir. ÜNVER 1973 senesindeki bir Edirne ziyaretinde hayalini kurduğu Tıp Tarihi Enstitüsü Müzesi için Edirne Sultan II. Bayezid Darüşşifası’ndan daha layık bir yer olamayacağı düşüncesini el yazısı kaleme aldığı notlar ile o dönem Edirne İl Sağlık Müdürü olan Dr. Ratıp KAZANCIGİL’e iletir.
KAZANCIGİL’in heyecanla karşıladığı bu fikir için çabaları hemen ertesi yıl başlayacak olsa da dönemin şartları araya seneleri koyacak fakat zamana rağmen onun aklında, gönlündeki tazeliğinden bir şey kaybetmeyecektir.
Tarihin kendine yol buluşu ne kadar da manidardır. Edirne II. Bayezid Darüşşifası hakkındaki ilk bilimsel tesbitler diyebileceğimiz bilgilere “Edirne Rehnüması” adlı eserinde dikkatleri çeken Dr. Rıfat OSMAN Bey Süheyl ÜNVER’in hocası ve arkadaşıdır. Sağlık Müzesi’nin fikir babası olan Süheyl ÜNVER ise Dr. Ratıp KAZANCIGİL’e hocalık yapmış ve hayallerinin anahtarını ona emanet etmiştir.
KAZANCIGİL mensubu olduğu Trakya Üniversitesi Rektörlüğü’ne 1996 yılında bir mektup yazar. Külliyenin bu bölümünün müze yapılması ile ilgili fikirlerini Süheyl ÜNVER’in seneler önce kendisine emanet ettiği el yazması notlarını ekleyerek rektörlüğe sunar. O vakitten sonra her şey çok daha hızlı gelişecektir. 11 Nisan 1997 tarihinde Edirne Darüşifası’nın müze olması resmileşir. 30 Haziran 2000 yılında Şifahane bölümü “Psikiyatri Tarihi Bölümü” olarak düzenlenerek ziyaretçilere açılır.
Edirne II. Bayezid Külliyesi Sağlık Müzesi’nin Medreset-ül Etıbba ( Tıp medresesi ) bölümü 23 Eylül 2002 yılında Çağdaş Resim ve Heykel Müzesi olarak işlev görmüştür. Bu bölüm “Şifahane” bölümünün bir devamı olarak farklı bir müzecilik anlayışıyla düzenlenerek 23 Nisan 2008 yılında Mereset-ül Etıbba Seksiyonu olarak Edirne Sağlık Müzesi’nin bir diğer bölümü olarak hizmete açılmıştır.
Açıldığı günden itibaren ziyaretçi sayısını hızla artıran ve bugün Edirne’ye gelenlerin Selimiye’den sonra en çok ziyaret ettiği mekan olan Edirne Sultan II. Bayezid Külliyesi Sağlık Müzesi çok sayıda ulusal ve uluslararası ödülle de taçlandırılmıştır. Bunlardan en önemlileri şunlardır :
- Avrupa Konseyi 2004 Yılı Avrupa Müze Ödülü
- Kültürel Mirastaki En İyiler Organizasyonu En İyi 2. Sunum ödülü 22-24 Eylül 2005 Dubrovnik/Hırvatistan
- Güneydoğu Avrupa Gazeteciler Derneği tarafından Yılın Başarı Ödülü, 23 Mayıs 2006 Edirne
- Avrupa Kültürel Miras Birliği ve Mükemmellik Kulübü En İyi Sunum Ödülü 31 Ekim- 03 Kasım 2007 Köln/Almanya
DARÜŞŞİFA’nın BÖLÜMLERİ :
Edirne Sultan II. Bayezid Külliyesi bünyesinde bugün Sağlık Müzesi olarak hizmet veren Darüşşifa genel olarak iki ana bölümden oluşmaktadır. Medreset-ül Etıbba ( Tıp Medresesi ) ve Şifahane ( Hastane ) yapısı. Şimdi bu iki üniteyi ayrı ayrı ele alalım.
ŞİFAHANE( HASTANE )
Genel itibariyle Edirne Sultan II. Bayezid Külliyesi’nin en iyi yorumlanan bölümü Darüşşifa yapısı; Darüşşifa yapılar topluluğunun en iyi vugulanan bölümü ise, yapımından yüzlerce yıl sonra Avrupa hastanelerinin mimarisini etkileyecek olan merkezi kubbeyle vurgulanmış altıgen mimarisiyle şifahane binasıdır.
Şifahane bölümünü üç ayrı bölüme ayırarak inceleyebiliriz.
- Dikdörtgen uzanışıyla geniş bir bahçeye sahip birinci avlu poliklinikler ve hizmet binalarının olduğu ilk bölümdür.
- Enine dikdörtgen gelişen ikinci küçük avlu ise yönetici binalarının bulunduğu, günümüzde anı odalarına da ev sahipliği yapan bölümdür.
- Üçüncü bölüm ise şifahanenin kalbi diyebileceğimiz kapalı yataklı hizmet veren, musiki sahnesi ve ortasındaki fıskiyeli havuz ile farklı bir yerde bulunan ana bölümdür.
BİRİNCİ AVLU :
Kıble ekseni boyunca şifahane yönüne doğru uzanan birinci avlu ikinci avluya göre daha uzun ve geniştir. Ana girişin sağında 10 mermer sütun tarafından taşınan revaklı sahanlık bulunur. Bu revakların gerisinde üzeri kubbelerle örtülü 6 oda bulunur. Odaların doğudaki külliye dış bahçesine açılan pencereleri ve içlerinde birer de ocağı bulunur.
Ana girişin solunda ise birbirini takip eden 4 oda bulunur. Bu odalardan ilki diğerlerine göre biraz daha büyük ve çıkıntılıdır. İlk üç oda kubbe ile örtülü olmasına rağmen su kuyusuna yakın olan son oda kubbesiz vurgulanmıştır.
Bu soldaki dizilişte sahip odaların sonunda bir su kuyusu bulunur. Bu kuyunun suyunun sütü olmayan annelere şifa verdiğine dair bir rivayet bu kuyunun “süt kuyusu” diye anılmasına sebep olmuştur. Buranın hemen yanında caminin bulunduğu avluya geçişi sağlayan bir kapı bulunmaktadır. Bu kapı günümüzde kullanılmamaktadır.
İkinci avluya geçişi üzeri kubbeyle örtülü, sağlı sollu iki dikdörtgen uzanışlı odaya ev sahipliği yapan bir sahanlık sağlamaktadır. Doğu batı ekseninde karşılıklı uzanan bu odalardan sağdaki günümüzde “Hekimliğin Gelişim Tarihi Odası” olarak düzenlenirken, solda bulunan oda ise “Sunum Odası” olarak düzenlenmiştir.
Günümüzde farklı bir anlatım diliyle müzecilik anlayışıyla değerlendirilen birinci avludaki odaların döneminde ne şekilde kullanıldığına gelince; bu avludaki odaların kiler, mutfak, bekçi odası, zorluk çıkrtan akıl hastalarını tecrit odası, göz doktoru odası, cerrah odaları, çamaşır odası, şurup odası gibi işlevlere sahip olduğu tesbit edilmiştir.
Şifahanenin mutfağı bir yönüyle ilgi çekicidir. Külliyenin ana mutfağı imarethane bölümünde olmasına rağmen, şifahanenin mutfağı doktor gözetiminde hastalar için yemek hazırlanan yer olarak öne çıkmaktadır. Bu haliyle bu mutfağı bir manada diyet mutfağı olarak değerlendirebiliriz.
Evliya Çelebi 1652 yılında geldiği şifahanenin mutfağından şu şekilde bahsederek o zamanki atmosferi bize yansıtır.
“Gece ve gündüz üç kere, ister divane, ister hasta olsun mutfaktan her hastanın derdine göre nefis yemekler verilir. Kekik, turaç, sülün, güvercin, üveyik, kaz, ördek ve bülbüle varıncaya kadar bütün kuşları avcılar mütevelliye getirip hekimlerin arzu ve isteğine göre pişirerek hastalara verirler.”
İKİNCİ AVLU :
İkinci avlu birinci avludan farklı olarak doğu-batı ekseninde uzanışa sahiptir. Birinci avluya göre daha kısa bir dikdörtgen olan bu avlunun sağ ve solunda sekili bir sofaya açılan ikişerden dört oda bulunur. Bunlar günümüzde yönetici odası ve anı odaları olarak kullanılmaktadır. Kendi döneminde de hekimbaşı ve üst düzey yöneticilere hizmet ettiği düşünülmektedir. Odalardan ikisi ise muhtemelen yataklı bölüme hizmet eden ilaç deposu olarak kullanılmıştır.
Günümüzde bu odalardan bir yönetici odası olarak değerlendirilirken diğerleri Hekimbaşı Odası, Dr. Rıfat OSMAN Bey Odası ve Ord. Prof. Dr. Süheyl ÜNVER Odası olarak düzenlenmiştir.
Girişe yakın ilk iki oda ( sağlı sollu ilk odalar ) biri ikinci avluya diğeri dış avluya bakan iki pencerelidir. Kapalı mekana yakın iki oda ise ( sağlı sollu iki oda ) dış avluya bakan tek pencereli vurgulanmıştır. Her dört oda da kubbeli ve ocaklıdır. Her iki yöndeki karşılıklı odalar kubbeyle örtülü bir sofa ile ikinci avluya açılır.
YATAKLI TEDAVİ BÖLÜMÜ :
Yapıldığı dönem itibariyle de, günümüzde müze olarak üstlendiği görev ile de yataklı tedavi bölümü ( Şifahane ) kuşkusuz en önemli, en dikkat çeken bölümüdür. Bu bölüm mimari özellikleri ile de kendisinden yüzyıllar sonra inşa edilecek olan Avrupa ve dahi Amerika’daki hastanelere ilham olmuştur.
Merkezi büyük bir kubbeyle vurgulanmış şifahanenin altı tanesi kapalı, dört tanesi şadırvanlı havuzun olduğu ana kubbe altındaki sahanlığa açılan açık odası bulunmaktadır. Beşinci diyebileceğimiz açık bölüm ise musiki sahnesi olarak düzenlenmiş olan bölümdür.
Ana kubbe etrafında gelişen altıgen planlı bu bölümdeki odaların üzerini 12 küçük kubbe örter. Kışlık oda diyebileceğimiz altı adet oda ocaklı olup 4.35 X 4.35 metre ebatlarında kare planlıdır. Şifahane girişinin tam karşısında, fıskiyeli havuzun gerisindeki açık bölüm ise musiki sahnesi olarak kullanılan bölümdür. Burası diğer açık odalara göre daha genişçe ve 5 pencereli oluşuyla da farklılık gösterir.Akustiği mükemmel olan yapının musiki sahnesinde hastaların müzikle rahatlatılması, müziğin kapalı odalardan dahi rahatlıkla dinlenebilmesi mümkün olmuştur.
Odaların merkezi bir alana açılıyor olmasının işlevsel bir başka yönü daha bulunmaktadır. Daha az personelle hastaların tümünün gözlemlenebilmesine, acil gelişebilecek tıbbi ve güvenlik için gerekli durumlarda çabuk müdahale edilebilmesine olanak vermektedir. Hastaların musiki sahnesinde belli zamanlarda düzenlenen icralar ile rahatlatılması kadar ortada konumlandırılmış fıskiyeli mermer havuz da aynı amaca hizmet etmektedir. Buradan yayılan su sesinin musiki yapılmayan günler için hastaların sakinleşmesinde rolü bulunmaktadır.
Kuruluş vakfiyesinde yer alan “İmaret tımarhanesinde, bimarlar için müheyya ve mürettep 30 kıt’a döşek ve 30 kıt’a yorgan ve 64 kıt’a yastık vardır.” tesbiti bu bölümde 30 hastanın tedavi edildiğini göstermektedir.
Şifahanedeki Duvar Resimler…
Darüşşifanın birinci ve ikinci avlusunun duvarlarına hastalar tarafından çizildiği varsayılan duvar resimleri oldukça ilginçtir. Bu konuda bir kayıt olmasa da, tedavi gören hastaların sıkıntılarını atmak için etraflarında gözlemledikleri objeleri duvarlara resmetmiş olabileceği kabul edilmektedir.
Burada şimdiye kadar 28 duvar resmi tesbit edilebilmiştir. Burada birinci avlunun karşı duvarında bir kale ve altı gemi, ikinci avlu girişinin sol duvarında yedi geyik, dört kuş ve dokuz gemi; ikinci avlunun sağ duvarında ise bir kale çizimi yer almaktadır. Bu objelerin Edirne’de o dönem gözle izlenebilen yapılara ve hayvanlara ait olabileceği düşünülmektedir.
Şifahanedeki Tedavi Yöntemleri Hakkında…
Müzikle tedavi başka medeniyetlerde olduğu gibi Türk-İslam sentezi olan darüşifa yapılarında da kullanılan bir metod olmuştur. Bu yöntemin Sultan II. Bayezid Külliyesi Şifahanesi’nde de uygulandığı araştırmacıların üzerinde neredeyse fikir birliği içinde oldukları bir değerlendirmedir. Buna en büyük kaynak ise 1652 yılında Edirne’yi ziyaret eden Evliya Çelebi’nin günümüze kadar ulaşan tesbitleridir.
“Merhum ve Mağfur Bayezid Veli Hazretleri, Vakfiyesinde, hastalara deva, dertlere şifa, divanelerin ruhuna gıda ve defi seva olmak üzere, 10 adet hanende ve sazende gulan (genç erkek) tayin etmiş ki; üçü hanende, biri neyzen, biri kemancı, birimusikarcı, biri santurcu, biri çengi, biri çeng santurcu biri udçu olup, haftada 3 kez gelerek hastalara ve delilere musiki faslı ederler. Allah’ın emriyle, nicesi saz sesinden hoşlanır ve rahat ederler.”
Öte yandan Evliya Çelebi’nin aktarımlarıyla bu şifahanede çiçekler, onların güzel kokuları ile de tedavinin denendiğinden haberdar oluyoruz. Şimdi onun şifahane hakkındaki diğer tesbitlerine kulak verelim.
“Adı geçen bağın ortasında, göğe baş uzatmış bir yüksek kubbedir ki güya aydınlık hamam camekânı gibi tepesi açıktır. Bu açık yerde altı adet ince mermer sütunlar üzerinde Kiyanıyan tacı gibi bir kubbecik vardır. San’atkar iş üstadı, bu küçük kubbenin ta tepesine halis altın ile yaldızlanmış bir çeşit demir mil üzerine bir bayrak yapmış, ne taraftan rüzgâr eserse, o bayrak o tarafa döner. Garip görünüşlüdür. Ama aşağı büyük kubbe sekiz köşelidir. Bu kemerli kubbe içinde dahi sekiz kemer vardır. Her kemerin altında bir kış odası vardır. Bu odaların her birinde ikişer pencere vardır. Bir penceresi odanın dışında olan gülistanlı ağaçlığa bakar, diğeri de bu büyük kubbenin ortasındaki büyük havuz ve şadırvana bakar. Bu sekiz adet kışlık odanın önünde, yine büyük kubbe içinde sekiz adet yazlık odalar vardır. Üç tarafı kafesli mermerler ile yapılmış bu büyük kubbe altındaki büyük havuzun çevresindeki sel sebillerden berrak su çağlayıp havuza girince, fıskiyelerden berrak su, kemerli kubbenin göbeğinde nihayet bulur.
Böyle dikkat ve özenle yapılmış şifa yurdunun anlatılan odalarında çeşitli hastalıklara tutulmuş zengin ve fakir, ihtiyar ve genç doludur. Bazı odalarda ilkbaharda delilik mevsiminde Edirne’nin aşk denizi derinliğine düşmüş sevdalı âşıklar çoğalıp, hekimin emriyle bu tımarhaneye getirilerek altun ve gümüş yaldızlı zincirlerle kerevetlerine takılıp, her biri aslan yatağında yatar gibi kükreyip yatarlar…
Kimisi havuz ve şadırvanlara bakıp kalender hülyası kabilinden sözler eder, nicesi dahi o kemerli kubbenin etrafında olan gülistan, bağ ve bostan içindeki binlerce kuşların cıvıltılarını dinleyip, delilerin perdesiz ve ölçüsüz sesleriyle feryada başlarlar.
Bahar mevsiminde çiçek kısmından sim ve zerrin, deveboynu, müşkü rumi, yasemin, gülnesrin, şebboy, karanfil, reyhan, lale, sümbül gibi çiçekler hastalara verilip güzel kokuları ile hastalar iyileştirilirler. Fakat delilere bu çiçekleri verince kimini yerler, kimini ayakları altında çiğnerler.
Bazıları dahi meyveli ağaçları seyredip, ah daha hel hope pe pohe pelo deyip, çimenlik temaşası ederler…”
Darüşşifa’nın Görevlileri Kuruluş yıllarında Darüşşifa’nın personel kadrosu ve alacakları ücretler ile görevleri vakfiyede şu şekilde yer almıştır.
“Vakıf sahibi Sultan öyle şart etti ki:
-
Darüşşifada 3 bilgili tabip olacak. Bir tanesi öbür ikisinin reisi (baştabip) olacak. Hizmetlerde reise danışacaklar. Reis günde 30, diğerleri 10’ar akçe alacak.
-
İki kehhal (göz doktoru) olacak. Bunlar kendi dallarında yetenekli kişiler olacaklar. Her birine günde 7 akçe verilecek.
-
Güvenilir 1 kâtip, günde 4 akçe alacak.
-
4 adet hizmetkar (hastabakıcı), günde 3’er akçe alacaklar. Dertli ve hastaların hizmetlerini görecekler. Hastalara güler yüzle ve iyilikle hizmet edecekler.
-
Bir kişi olacak ki; şurup pişirmekte, ilaç dövmekte tıbbi kanunlara göre marifetli olacak ve günde 6 akçe alacak.
-
Bir vekilharç ki; (satın alma görevlisi) dürüst olacak. Otların iyisini kötüsünden, bayatını tazesinden ayırt edebilecek. İlaçların alım satımı onun elinde olacak ve günde 4 akçe alacak.
-
Bir kilerdar, güvenilir olacak, zalim olmayacak. Günde 4 akçe alacak.
-
İki aşçı olacak. Hastaya uygun yemekleri hekimin emrettiği şekilde pişirmeyi bilecek. Her biri günde 3 akçe alacak.
-
Bir ferraş (örtüleri düzenleyen, yatakları yapan): Günde 3 akçe alacak.
-
Bir gassal (ölü yıkayan kişi) Günde 3 akçe alacak.
-
Bir bevvap (kapıcı): Günde 3 akçe alacak.
-
Bir hadim (buhurdancı): Günde 3 akçe alacak.”
Bu bilgileri özetleyecek olursak; darüşşifada o yıllarda 3 hekim, 2 göz hekimi, 2 cerrah, 1 katip, 4 hizmetli, 1 eczacı, 1 vekilharç, 1 kilerci, 2 aşçı, 2 ferraş, 2 gassal görev yapmaktaydı. Vakfiyenin yazıldığı tarihlerde darüşşifada 21 kişi görev yapmaktaydı ve bunlara günlük 126 akçe ödeniyordu. Ayrıca ekmek, gıda maddeleri, ilaçlar ve şurup giderleri için de günlük 200 akçe ödenek konmuştu.
1617 yılında tutulan muhasebe defterine göre, darüşşifada çalışanların sayısı 21’den 27’ye, bunlara ödenen ücret ise günlük 126 akçeden, 142 akçeye yükselmiştir.
Öte yandan Sultan II. Bayezid Şifahanesi çok sayıda önemli tıp alimine ev sahipliği yapmıştır. Bu alimlerden bazıları padişahların da hekimliğinde bulunmuş olup, bir kısmı da Edirneli hekimlerdir. Tesbit edilebilen bu tıp alimlerinden bazıları şunlardır : Şifai, Sani’i, Nasuhi, Atai, Hekim Hasan Bin Kasım, Ahi Çelebi, Destari, Sinan Efendi, Süleyman Efendi, Haydar Efendi, Ahmet bin Hüseyin Kahvecizade, Fani, Mehmet bin Ahmet bin İbrahim, Lari Abdülhamid Çelebi, Cerrah Safari, Hekim Çelebi.
MEDRESET’ÜL ETIBBA ( TIP MEDRESESİ ) :
Edirne Sultan II. Bayezid Külliyesi Şifahanesi’nin ana bölümlerinden bir diğeri Medreset’ül Etıbba ( Tıp Medresesi ) bölümüdür. Bu bölüm Trakya Üniversitesi ve Rotary 2420.Bölge Guvernörlüğü’nün ortak girişimleriyle düzenlenmiş ve şifahane bölümünde olduğu gibi canlandırmalara dayalı bir müzecilik anlatımı öne çıkartılmıştır.
Bu bölümde yer alan 15. yy dönemi betimlemelerinde Mimar Sinan Güzel Sanatlar Üniversitesi Kostüm ve Dekor Bölümü’nden yardım alınmıştır. Ortaya çıkan sonuç müzenin genelinde olduğu gibi oldukça ilgi çekicidir.
Kare planlı yapı revaklı sahanlık gerisinde dizili 18 hücrelidir. Her bir oda ocaklı ve pencerelidir. Dersane binası dışa çıkıntılı ve yüksek vurgulanmıştır. Avlunun güneydoğu köşesine yakın bir de su kuyusu yer almaktadır.
Girişte sağdan itibaren odalar şu şekilde düzenlenmiştir :
Bekçi Odası, Osmanlı’da Tıp Eğitimi Odası, Öğrenci Odası (2 adet), Uygulamalı Eğitim Odası (2 adet), Müderris (profesör) Odası, Türk Deneysel Tıbbı Odası, Sultan II.Bayezid Külliyesi Tıp Medresesi Odası, Dershane, Teorik Eğitim Odası ve Kütüphane. “Yaşayan Oda” konseptiyle düzenlenen son üç oda ise Musiki Odası, Ebru Odası, Geleneksel El Sanatları Odası olarak ziyaretçilerin beğenisine sunulmuştur.
XVI. yy’ da medresede görev yapan kişilerden tesbit edilebilenler şunlardır :
- İbni Kemal ( 1513 )
- Şücaeddin İlyas Rumi ( 1517 )
- Kara Haydar Efendi ( 1519 )
- Abdu’l Vasi Efendi ( 1520 )
- Hilili Efendi ( 1521 )
- Muhyeddin Mehmet bin Hatip Kasım ( 1522 )
- Yakup bin Seydi Ali Efendi ( 1524 öncesi görevli olduğu biliniyor )
- Pamuk Kadı ( 1534 )
- Vasi Alişi ( Alaeddin Ali bin Salih ) ( 1537 )
- Muhaşşi Sinan Efendi ( 1538 )
- Celalzade Salih Efendi ( 1542 )
- Muhyeddin Mehmet ( 1543 )
- Arapzade Abdulbaki Efendi ( 1544 )
- Taşköprülüzade Ahmet Efendi ( 1545 )
- Abdurrahman bin Seydi Ali ( 1545-46 )
- Kaf Ahmet Efendi ( 1548-49 )
- Cafer Efendi ( 1550 )
- Baldırzade Abdurrahman Efendi ( 1551-52 )
- Karamanlı seydi Mehmet Efendi ( 1554 )
- Abdulkerim Efendi ( 1563 )
- Manav İvaz Efendi ( 1566 )
- Samsunluzade Mehmet Efendi ( 1566-67 )
- Hacegizade Mustafa Efendi ( 1569-70 )
- Mahmut Bey ( 1571-72 )
- Kasapzade Abdulkerim Efendi ( 1573-74 )
- Ayas Efendi ( 1580 )
- Küçük Mahmud Efendi ( 1581-82 )
- Abdülhamid Efendi ( 1586 )
- İbrahim bin Mustafa Efendi ( 1587 )
- Abdülkerim Efendi ( 1589-90 )
- Kavalalızade Abdul fettah Efendi ( 1594 )
- Kazancı kulu Sinaneddin Yusuf Efendi ( 1595 )
- Potur Salih Efendi ( 1596 )
- Baba Cafer Efendi ( 1598 )
Açıldığı sene sadece 3200 ziyaretçi ağırlayan Sultan II. Bayezid Külliyesi Sağlık Müzesi her yıl artan ziyaretçi sayısı ile Edirne’de Selimiye Camii’nden sonra en çok misafir ağırlayan mekandır. Edirne II. Bayezid Sağlık Müzesi 2011 yılından itibaren 200.000 ziyaretçi sayısını devirerek 2012 yılında 219.576 kişi ile zirve yapmıştır.
Bu günlere gelinmesinde emeği geçen yukarıda bahsettiğimiz kişi ve kuruluşların yanında müzenin yöneticilerinin de adını anmakta yarar var. Külliye ve Şifahane üzerine çalışmalarını önce yüksek lisans tezi olarak hazırlayıp, geçtiğimiz yıl kitaplaştırarak Edirne Kitaplığı’na kazandıran Enver ŞENGÜL, akademik bakışı, fotoğraf sanatçısı oluşu hasabiyle, müzeye estetik ve sanatsal bakışıyla çok önemli katkılar sağlamıştır. Müzenin sonraki müdürü Hakan AKINCI da akademik donanımı ve iyi yönettiği halkla ilişkiler çalışmalarıyla bugünlere gelinmesinde adını anmamız gereken bir diğer isimdir.
Edirne’nin tarih ve kültür turizminde Selimiye gibi diğer gözbebeği olan Sultan II. Bayezid Külliyesi Sağlık Müzesi Edirne’yi ziyaret edeceklerin mutlaka görmesi gereken bir mekan olarak sizleri bekliyor.
SULTAN II. BAYEZİD KÜLLİYESİ SAĞLIK MÜZESİ
Adres: Trakya Üniversitesi Sultan II. Bayezid Külliyesi Sağlık Müzesi / Yeniimaret – EDİRNE
Tel: (0284) 224 09 22 Fax: (0284) 224 09 22
——————————-
Fotoğraflar : Dinçer ALABAŞOĞLU, Sengül Özcan KUMATAR