Edirne Sultan II. Bayezid Külliyesi
Osmanlı’nın ikinci başkenti olan Edirne tarihin her döneminde önemini korumuştur. Payıtaht 1453’de İstanbul’un fethiyle Edirne’den İstanbul’a taşınmış olmasına rağmen, Osmanoğulları bu şehirle olan ilişkilerini hiçbir zaman kesmemişler; zaman zaman Edirne Sarayı’nı bir sayfiye yeri gibi kullanmış, av ve sefer yolları üzerinde olması hasabiyle Balkanlar üzerine yapılan seferlere “Sedd-i İslam” bildikleri bu kadim kentten dualar eşliğinde çıkmışlardır.
Öte yandan Osmanlı’ya başkentlik yaptığı dönemlerden itibaren kentin nüfusu hızla artmış, 1800’lere kadar Avrupa’nın en büyük birkaç kentinden birisi Edirne olmuştur. Osmanlı’daki etnik ve dini çeşitlilik şehrin zengin bir kültürden beslenmesinin önünü açmış, bu durum kısa sürede şehri bir cazibe merkezi haline getirmiştir.
Hal böyle olunca, Edirne’nin üzerindeki bu sorumluluğu yüklenecek ve önemine yakışır şekilde abad edilmesi dönemin padişahları için bir prestij olmuştur.
Yukarıda bahsettiğimiz panaromada vücut bulmuş olan Sultan II. Bayezid Külliyesi Edirne’nin en kıymetli Osmanlı eserleri arasında yerini almıştır.
Edirne Sultan II. Bayezid Külliyesi Hakkında…
Külliye Edirne Sarayı’na yaklaşık 1 km mesafede, Tunca Nehri’nin hemen kıyısında kurulmuştur. Külliyenin banisi bu görkemli eserin günümüzde de kendi ismiyle anılmasına vesile olan Sultan II. Bayezid’dir. Sultan II. Bayezid Fatih Sultan Mehmet Han’ın oğlu ve kendisinden sonra tahta geçen Osmanlı padişahıdır.
Külliyenin mimarı konusunda iki görüş bulunmaktadır. Bunlardan ilki ve en çok kabul göreni yapının mimarının, dönemin en önemli mimarlarından olan ve sanat tarihçileri açısından “Mimar Sinan’ın müjdecisi” olarak görülen Mimar Hayreddin olduğu yönündedir.
Bir diğer görüş ise “Edirne’nin Tarihî ve Mimarî Eserleri Hakkında: Şehrin Hüznü” isimli kitabın yazarı, araştırmacı Rıfkı Meriç MELÜL’ün savunageldiği üzere, külliyenin mimarının Yakup Şah Bin Sultan Şah olduğudur.
Sultan II. Bayezid’in II.Sefer-i Hümayun’a ( Boğdan Seferi ) çıkmazdan evel temellerini bizzat attığı külliyenin yapımına 1484 yılında başlanmış, binlerce kişinin hummalı çalışmalarıyla külliye 1488 yılında, üstelik 4 yıl gibi çok kısa bir sürede bitirilmiştir. Seferin fetihle nihayetlenen Kili ve Akkirman ganimetleri yine bu külliyenin diğer ihtiyaçlarının tamamlanması için kullanılmıştır.
Hoca Sadettin Efendi Tacüttevahir ( Cilt III. ) adlı eserinde külliyenin yapımına başlanması hakkında tarihe , günümüz Türkçesi’ne çevrilmiş haliyle şunları kayıt düşer :
“ Sultan II. Bayezid Han II. Sefer-i Hümayun’a 1 mart 1481 tarihinde İstanbul’dan çıkarak Edirne’ye geldi. Edirne kentini şereflendiren padişah halka geniş lütuf ve bağışlarda bulundu. Şehrin ileri gelenlerinden ve halktan gelen talep üzerine, hak ve adaletin hakimi olan padişah, kente bir şifahane yaptırmayı amaç edinmişti. Bu nedenledir ki yapı malzemesinin hazırlanması talimatını verdi. Tunca kenarında yapı için derin hendekler kazıldı ve yapının malzemeleri buraya toplandı. Tüm hazırlıklar bitince 25 Mayıs 1484 tarihinde yüce padişah uğurlu elleriyle bu hayır kurumlarının temelini attı ve sayısız kurbanlar kestirerek yoksulların gönüllerini aldı.”
Hoca Sadettin Efendi külliyenin 4 yıl sonra açılışına da şahit olacak ve o görkemi şu dizeler ile bir daha zamana not düşecektir :
“Bu uğurlu yıl içinde padişahın Edirne’de kurduğu cami, medrese ve darüşşifanın yapım işleri tamamlandığından bu görkemli cami ve ferah alanlı binaların rahmet yolu olan kapısının açıldığı parlak günde, fakirlere dağıtılan sadakaların sayılmasına zaman yetmez. Belde ileri gelenlerine ve bilgelere kurulan sofralar ve sunulan yemekler anlatılmaz zenginlikte idi. Yemek sofraları öyle döşendi ki muhallebi ve güllaç adını işitmemiş aç ve yoksullar tekrar tekrar yemekten bıktı. İmaretin sahip olduğu nimetlerin bolluğu dillere destan oldu. Nefis ve kıvamındaki reçeller hatırı sayılan yolcular için imarette her an hazır tutuldu. Bal helvaları ise orta halli yolculara sunuldu.
Şanlı medresesi ise ücret bakımından ( hocalara ödenen ücret ) bu güzel şehirde bulunan medreselerin en yükseği ve en değerlisi oldu. Hocaya ödenen ücret günde 60 Osmanlı akçesidir. Bütün bu yapılar bereket kapısı ve mutluluk kapısıdır. Bunun için de yapılarına “hurrem ( gönül açıcı ) bina” tamlaması tarih olmuştur.”
Sultan II. Bayezid Külliyesi tamam olduğu haliyle 11 bölümden oluşur. Sultan II. Bazyezid Külliyesi’nin günümüze ulaşabilen bölümleri şunlardır :
Sultan II. Bayezid Darüşşifası ( Hastane )
- Medreset-ül Etıbba ( Tıp Medresesi )
- Sultan II. Bayezid Camii
- Tabhane ( Misafirhane )
- İmarethane
- Sultan II. Bayezid Köprüsü
Külliyenin diğer yapıları arasında bulunan ;
- Hamam
- Değirmen ve su deposu
- Mehterhane
- Sıbyan mektebi
- Muvakkithane ( Zaman, takvim, namaz vakitleri vb…bildiren kurum ), günümüze ulaşamamıştır.
Bu yapılardan son üçü olan mehterhane, muvakkithane ve sıbyan mektebi ilk vakfiyesinde belirtilmediği için sonradan külliye bütünlüğüne dahil olduğu anlaşılmaktadır. Hamam ile değirmen-su deposu vakfiyede bulunmasına rağmen külliyenin günümüze ulaşamamış kısımları olarak değerlendirilmektedir.
Böylesi büyük ve o dönem Devlet-i Aliyye için prestij addedilen bir külliyenin işlerinin düzenli bir şekilde yürütülmesi için vakıf sisteminden sağlanan gelirlerden yararlanılmıştır.
Sultan II.Bayezid Külliyesi’ne ait tesbit edilebilmiş 3 vakfiye bulunur. Bunlardan ilki Arapça kaleme alınan Cemaziyelahir 892 ( Haziran 1487 ) tarihlidir. (VGMA, Defter, nr. 1379/8 ) Bu vakfiye daha sonra padişahın isteğiyle, görevlilerin daha net anlayabilmesi için Türkçeleştirilerek 895 ( 1489-90 ) tarihinde güncellenmiştir. Ayrıca 898 Zilkadesi (Ağustos 1493) başlarına ait bir vakfiyeden 29 Receb 913’te (4 Aralık 1507) istinsah edilmiş olup Vakıflar ve Başbakanlık arşivlerinde birer kopyası saklanan ve 1214’te (1799) yazılmış bir kopyası daha tesbit edilen üçüncü bir vakfiyesi daha bulunduğu bilgisine TDV İslam Ansiklopedisi’nden ulaşıyoruz. Bu vakfiyeye ait kopyanın Edirne Selimiye Kütüphanesi’nde olduğu bilgisi yine burada vurgulanmaktadır.
Külliyenin değişik bölümlerinde farklı dönemlerde çalışan sayısı değişiklik gösterse de azımsanmayacak bir işgücü olduğu göze çarpmaktadır.
Örneğin; külliyenin yazıldığı döneme ait darüşşifa çalışanlarının sayısı 21 olarak belirtilirken bu kişilere günlük 126 akçe verildiği ; 1617 yılında külliyenin bütününde 228 kişinin görevli olduğu ve bu kişilerin iaşesi için günlük 1018 akçe ayrıldığı kayıtlarda yer almıştır.
Bu sebeple külliyeye çok sayıda yer vakfedilmiştir. Bunlar arasında İstanbul’dan Çeşitli hamamlar, odalar, Despina köprüsü ve değirmenler ile; Edirne civarından Meriç ve Arda nehirleri arasındaki bağ-bahçeler, değirmenler, hamamlar, evler ile civar yerleşimlerden 100’e yakın köy bulunmaktadır. Külliyeye verilen ihtimamın göstergesi olan bu vakıflar sonucu elde edilen gelir külliyenin açılışından sadece 5 yıl sonra 1493’te 782.930 akçe iken bu rakam 1574 yılına gelindiğinde ( Selimiye’nin bitmek üzere olduğu Sultan II. Selim dönemi ) 1.552.131 akçeye yükselmiştir.
EDİRNE SULTAN II. BAYEZİD KÜLLİYESİ YAPILARI
SULTAN II. BAYEZİD CAMİİ
Sultan II. Bayezid Camii külliye bütünlüğünde ortada vurgulanmıştır. Yaklaşık 500 m2’lik bir alanı kapsayan cami revaklı şadırvanlı avlusuyla da Edirne’de ilk deneme olarak kabul edilir. Ortasında mermer bir şadırvan bulunan revaklı avluya 3 ayrı kapıdan girilir. Revakların üzeri kubbeler ile örtülüdür.
Caminin doğu ve batı yönünde konumlandırılmış, dokuzarlı küçük kubbeleriyle camiden alçak vurugulanarak belirgin hale getirilmiş iki tabhanesi bulunur. Erken Osmanlı dönemi tabhaneleri gibi camiye bitişik ve içeriden geçişli olmayıp son cemaat yerinin sağı ve solundan, ayrıca bağımısız ayrı kapılardan girişleri ile tabhanelere geçiş sağlanmıştır.
Son cemaat yeri revaklı avlunun devamı niteliğinde bir vurguya sahiptir. Harime girişi sağlayan taç kapısı kendisine dönüp dönüp baktıracak zerafettedir. İki kanatlı ahşap kapısı ise bu zerafeti zirveye taşırken, üst kısımda yapım kitabesi göze çarpar. Hamdullah‘ın tezhibiyle yazılmış kitabenin beyitleri dönemin şeyhülistlamı Zenbilli Ali Efendi‘ye aittir.
Şöyle ali yaptı darülhayn Sultan Bayezid / Kim feleklerde melekler eyledi medhü sena
Bu meratip ne cihettendir sana dedim, dedi. / Ben kara toprağı ihya etti ol zıllihüda.
Menbaı bahri ata oldum ki benden feyz alan / Hem hikemdir, hem niamdır, hem seha vü hem şifa,
Böyle olur kime düşse pertevi hursidi baht / Böyle olur kime salsa sayei perri hüma
Hüsn ile bağı cihanı hurrem etti gül gibi / Anın için dediler tarihini hurrem bina.
Cami 20.58 metre ölçülerinde kare planlı bir camidir. Kemersiz ve sütunsuz yapılan cami yaklaşık 20.55 metre çapında ve zeminden 19.5 metre derinliğe sahip bir kubbeyi taşır. Bu haliyele yarattığı enginlik hissi, caminin kubbe kasnağına dizili olan pencelereler ile duvarları boyunca yükselen 5-3-2 dizilişindeki pencerelerin yarattığı aydınlık atmosferle beslenir. Caminin alt sırasında da yukarıdaki ritmik dizilişi bozan pencere açıklıkları ( örneğin mihrabın her iki yanında ) bulunmaktadır.
Mermer bir mihrap ve mimberi bulunan caminin bezemeleri harküladedir. Bu harkuladeliğe Osmanlı camilerinde bilinen ( En azından Edirne camileri arasında ilk ) ilk “hünkar mahfeli” omuz verir. Hünkar mahfelini iki renkli 17 mermer sütun taşır. Üst kısmında şebekeli bir mermer korkuluk bulunan hünkar mahfeli caminin güneydoğu köşesine yaslanmaktadır.
Cami iç mekana girişi sağlayan ahşap kapı işçiliğiyle göz alıcıdır. Mekandaki diğer ahşap unsurlardan olan dolap ve pencere kapakları aynı şekilde geometrik geçmeler, rumî, şakayık, hatayî, kırık dal, sülüs yazı kompozisyonlarıyla bezenmiştir.Caminin barok üslubundaki diğer bezemeleri ve kalem işleri geç dönem oluşuyla bu atmosfere bir parça kerte vurmaktadır.
Tabhanelerin kenarına düşecek şekilde caminin doğu ve batısında, birbirine yaklaşık 50 metre mesafede, kalem gibi 38.5 metre yüksekliğinde iki minare yükselir. Bu yönüyle enteresanlık gösterir. Evliya Çelebi’nin anlatımına göre olası bir depremde minarelerin camiye zarar vermemesi için böyle planlanmış olduğu akla yatkındır.
Edirne’deki Sultan II. Bayezid Külliyesi Camii, dönemi itibariyle 3.25 metre çapında incelikteki minare denemesiyle de önem taşımaktadır. Caminin Tunca Nehri’nin öte yakasından Selimiye, Üç Şerefeli Camii gibi diğer Edirne’nin Selatin Camileri ve engin bir Edirne ufkuna açılan şerefelerine 149 merdivenle çıkılır.
Külliyenin vakfiyesinde o dönemki görevlilerin ne hizmet göreceği, ne kadar ücret alacakları ile ilgili ayrıntılı bilgiler verilmiştir. Bu bilgilere göre ;
- 1 Hatip: Bayram ve cumalarda hatiplik edecek ve günde 15 akçe alacak.
- 2 İmam: Her biri günde 8 akçe alacak.
- 1 Sermahfil-i Huffaz: Hafız olacak ve devir okunurken onları idare edecek ve günde 7 akçe alacak.
- 30 Hafız ve Devirhan: Her sabah camide tam bir hatim yapacak, günde üçer akçe alacaklar. (10 tanesi devirhan olacak, 1’er akçe daha alacaklar.)
- 5 En’amhan: Her gün en’am okuyacaklar. Her birine 4 akçe verilecek.
- 1 Muarrif: Cüz sandıklarını, cüz okuyanlara verip toplayacak ve 5 akçe alacak.
- 1 Meddah: Her Cuma övgü okuyacak ve günde 4 akçe alacak.
- 7 Mühellil: Her gün değişik tehliller (La ilahe illallah) getirecekler. Biri reis ki günde 3 akçe alacak, diğerleri 2,5’ar akçe alacaklar.
- 7 Selavatçı: Selavat getirecekler. Reis 3, diğerleri günde 2’şer akçe alacaklar.
- 1 Mücevvid- mürettil: Öğle ve ikindi namazlarından sonra bir ‘hizip miktarı’ okuyacak, günde 2 akçe alacaklar.
- 2 Kayyum: Caminin içini dışını süpürüp, halıları döşeyip kaldıracak.
- 2 Çerağcı: Cami ve imarette çerağ (mum) ve kandilleri vaktinde yakıp söndürecekler. Her birine günde 3 akçe, kandilciye günde 4 akçe verilecek. ( kandillerin yağ ve fitil giderlerinin karşılığı olarak)
- 1 Noktacı (denetçi): Üzerine aldığı hizmeti özenle yapmayanları kaydedip, mütevelliye bildirecek. Günde 2 akçe alacak.
TABHANELER
Osmanlı Külliyeleri’nde genellikle camilere bitişik yapılan tabhaneler önemli misaifirlerin ağırlandığı yerler olarak işlev görmekteydi. Genellikle camiye kolay geçiş sağlanması için harimden ulaşılabilen açıklıklar bulunurdu. Oysa Edirne’deki Sultan II. Bayezid Külliyesi’ndeki tabhaneler girişleri ve camiden alçak inşa edilmeleriyle cami bütünlüğünden ayrı vurgulanmıştır. Tabhanelere geçiş son cemaat yerinin iki ayrı ucundan sağlandığı gibi, bahçeye açılan kapıları da bulunmaktadır. Sağlı sollu yerleşmiş tabhanelerin iki ucunda caminin minareleri konumlandırılmıştır.
Bu külliyede rastladığımız tabhanelerin her birinde, dört köşede dört oda ile bunların her birine ait eyvan bulunmaktadır. Bu eyvanların ve odaların üzeri birer küçük kubbe ile örtülüdür. Hepsinin ortasında ise daha büyük vurgulanmış ve bir orta avluyu örten bir kubbe daha bulunur. Toplamda tabhanelerin her biri dokuz kubbe ile örtülü olup, acaklı ve pencerelidir.
İMARETHANE
Avlunun ve dahi caminin doğusunda bulunan iki parçalı yapılar topluluğu bulunur. Bu yapıların hepsinin işlevi tam manasıyla çözülebilmiş değildir. İmarethane diye genellediğimiz bu yapıların aşevi, mutfak, fodlahane, helvahane, mumhane, kiler, depo, ahır-han benzeri işlevler gördüğü kabul edilmiştir.
Camiye yakın olan birinci bölümde kare planlı avlu etrafında çevrelenmiş kubbeli yapılar bulunur. Toplamda 11 kubbe ile çevrili bu ilk yapı bütünlüğü içerisinde avlunun Tunca Nehri’ne paralel uzanan kesimdeki cephe üç kubbe ile çevrilidir ve burasının yemekhane olması kuvvetle muhtemeldir.
Bu iç avlunun kuzey cephesinde tek payeye dayanan dört kubbeyle örtülü bir bölüm ile, aynı yapının cami cephesine bakan yüzü boyunca uzanan ve üzeri 5 kubbeyle örtülü bir bütünlük bu ilk yapıyı bütünleyen diğer unsurlar olarak göze çarpar.
Bu ilk bölümün karşısında ve camiye daha uzakta olan bölümün karşısında bir yapı daha bulunur. Bu yapı kendi bütünlüğü içerisinde L planlı uzanır. Toplamda 12 küçük kubbe ile örtülü bir mekandır. Diğer yapıda rastladığımız gibi ortada büyük bir payeye yaslanmış, üzeri dört kubbe ile örtülü kare planlı mekan içerisindeki ayrıntılardan tahmin edebileceğimiz gibi mutfaktır. İçerisinde ocaklığı bulunmaktadır.
Buraya bitişik ama geçişi sağlayan ara bağlantıya sahip olmayan dikdörtgen bir mekan daha bulunur. Üzeri ikişerli dizilişe sahip 4 sıra, toplamda 8 kubbe ile örtülüdür. Buranın işlevi hakkında çeşitli görüşler ileri sürülmüştür. Havalandırma mazgalı sebebiyle ahır olabileceği düşünülse de, bir çeşit kervansaray-han işlevi gördüğü görüşü daha baskındır. Bazı araştırmacılar buranın depolara yük taşırken hizmet gören arabaların hayvanlarının bağlandığı ahır olabileceğini savunmuştur. Bu bölüm külliyenin güneydoğudaki dış duvarlarını ile sınırlanmış bir iç avluya açılmaktadır.
Sultan II. Bayezid Külliyesi’nin güçlü anlatıma sahip vakfiyesinde külliyenin diğer bölümlerinde olduğu gibi bu bölümde çalışanların görevleri ve alacakları ücretler hakkında da ayrıntılı bilgilere sahibiz. Buna göre ;
1 imaret-i amire şeyhi, 2 vekilharç, 1 kilerci, 1 ambarcı, 1 aşçıbaşı, 5 aşçı, 6 ekmekçi, 2 nakip (şeyh yardımcısı), 2 ferraş (temizlik görevlisi), 1 hamal, 2 bulaşıkçı, 1 baltacı (odun kırmak için), 1 mutfak temizlikçisi, 2 kapıcı, 1 buhurcu, 2 pirinç ayıklayıcı, 2 buğday dövücü, 1 helâcı, 1 ahır bekçisi, 1 bahçıvan başı, 2 bahçıvan, 1 dülger (tamirci), 1 su yolcu, 1 kurşuncu, 2 tamircigörevli imarethane bünyesinde görev yapmaktaydı.
HAMAM ve DEĞİRMEN
Sultan II. Bayezid Külliyesi bütünlüğü içinde değerlendirilen hamamın yeri konusunda en yakın tarihli bilgiye 1800’lerin sonunda çekildiği anlaşılan ve Sultan II. Selim Külliyesi Sağlık Müzesi arşivinde yer alan bir fotoğrafla ulaşıyoruz. Buna göre çifte hamam planında yapıldığı apaçık görülen yapı Sultan II. Bayezid Köprüsü’nün külliye tarafındaki ayaklarına yakındır ve külliye ile aralarında sadece bir yol bulunmaktadır.
Vakfiyesinde bahsedilen bu yapının taşkınlarla külliyeye zarar veren Tunca’ya sed çekmek üzere 1311’de ( 1893-94 ) yıktırıldığı R. Melül MERİÇ’in tesbitlerinde yer almaktadır. Hamam ile ilgili son dönem resimlerden de anlaşılacağı üzere çifte planlı yapının külliyeye vakıf olarak planlandığı ve suyunun da dönme dolaplarla Tunca’dan çekildiği vakfiyeside ve diğer kaynaklarca belirtilmiştir. Yine vakıf kaynaklarında hamamın geliri hakkında şu ifadeler bulunmaktadır :
“Ol ki hamamı; Sultan-ı Vakıf hazretleri yaptı. Ve ol ki hamamın her yılda hasılı 10 bin akçedir.”
Değirmen yapısını 1900’lü yılların başlarında çekilmiş arşiv fotoğraflardan görebiliyoruz. Köprünün külliye tarafındaki ayaklarına yakın bir konumda olduğunu biliyoruz. Bu değirmen ve dolapları külliyeye ile hamama gerektiğinde su aktarmakla kalmamaış, aynı zamanda gelirleri külliyeye vakfedilmiştir.
MUVAKKİTHANE ( SAATHANE )
Külliyenin açılışından bir yıl sonra, yani 1489 tarihindeki giderlerin listesine bakıldığında, yeni yapıldığı bildirilen muvakkithane, bimarhane kapısı ve su dolabı için 8455 akçe ödenek konulduğunu görmekteyiz. Ödeneğin başındaki kayıtta “Padişahın buyruğuyla, caminin harem kapısı yanında yeni yapılan saathane için, 3794 akçe ödenek konmuştur.” diye yazar. Günümüzde bu birimin temelleri bile yok olmuştur. Halen caminin bahçesinde dikili bulunan güneş saatinin, bu bölüme ait olduğu kuvvetle muhtemeldir.
MEHTERHANE ve SIBYAN MEKTEBİ
Külliye birimleri içerisinde imaret blokları arasında bir de mehterhane olduğu bazı kaynaklar tarafından belirtilmektedir. Dr. Rıfat Osman Edirne Sarayı adlı çalışmasında, “Sultan II. Bayezid Camii şark cephesinde, mevcut arsanın köşesine, I. Sultan Ahmet Han tarafından Mehterhane-i Amire inşa kılınmıştır. Edirne’de konuşlandırılan Asakir-i Mensure-i Muhammediye Alaylarının iskânı zamanında bu bina tamir edilmiştir.” denmektedir.
Darüşşifada tedavi amaçlı yapılan musiki fasılları için gelen hanende ve sazendelerin mehterhaneden geldikleri de kuvvetle muhtemeldir. Külliyede medresenin dışında bir de sıbyan mektebi (ilkokul) olduğu bilinmektedir. Ama bu yapı vakfiyede ayrı bir bölüm olarak belirtilmemiştir. Giderlerinin medrese giderlerinden karşılandığı tahmin edilmektedir. Evliya Çelebi külliyeyi ziyaretinde, bu bölümden “ebcet okuyan çocuk mektebi” diye söz eder. Bu yapı günümüzde yıkılıp yok olmuştur.
SULTAN II. BAYEZİD KÖPRÜSÜ
Tunca Nehri üzerinde kurulu Sultan II. Bayezid Köprüsü, Yeni İmaret mahallesinde bulunan II.Bayezid Külliyesi’ne Edirne merkezden ulaşımı sağlayan, külliye ile aynı tarihlerde yapılmış bir köprüdür. 1488 Yılına tarihlenen köprünün ve külliyenin mimarı Mimar Hayrettin’dir.
Sultan II. Bayezid Köprüsü bitşiğindeki bir diğer köprü olan Yalnızgöz Köprüsü ile algısal bir bütünlük arzeder. Bu algı Evliya ÇELEBİ’nin seyahatnamesindeki anlatımlara da yansır. Evliya ÇELEBİ Sultan II. Bayezid Köprüsü’nden bahsetmek isterken “Yalnızgöz Köprüsü” diye bahseder ya da her ikisini bir bütün olarak görme hatasına düşer :
“Caminin mihrabı önündeki irem bağı köşesinde “Yalnızgöz” diye adlandırılan bir köprü olup Tunca Suyu üzerindedir.”
Sultan II. Bayezid Köprüsü 78 metre boyunda, 6 metre enindedir. Kesme taş malzemeyle yapılan köprü 6 büyük kemere sahip, kemer açıklığı yaklaşık 3 metreyi bulmaktadır. Kesme taştan iki sıralı köprü boyunca uzanan korkuluklara sahiptir.
Alüvyonlarla dolmuş ve adacık haline gelmiş Tunca yatağı üzerinde ulaşımı Edirne yönünde tamamlayan Yalnızgöz Köprüsü ile arasında ek bağlantılar yapılmıştır. Yanlarında iki tahliye gözüne sahiptir.
Sultan II. Bayezid Köprüsü eteğindeki alüvyonluk dolgu zeminde yapılan tarım faaliyetlerinin, bağlar bahçelerin, karşı kıyıdaki II.Bayezid Külliyesi’nin Tunca’nın sularına düşen doyumsuz manzarasıyla kent dokusuna ayrı bir ruh katmaktadır. Köprünün küliiyeye bakan ayaklarının yanında iki değirmen ile bir de dolap bulunduğu vakfiyesinden ulaştığımız bilgilerdendir.
Not : Külliyenin ana bölümlerinden olan Darüşşifa ve Medreset-ül Etıbba yapılarına ait bilgiler “Edirne Sultan II. Bayezid Darüşşifası” isimli içerikte ayrı ele alınmıştır. Keyifli okumalar…
————————————————————-
Kaynak : Kültür Tarihi İçinde Müzikle Tedavi ve Edirne Sultan II. Bayezid Külliyesi Darüşşifası / Enver ŞENGÜL
Fotoğraflar : Sengül Özcan KUMATAR, Zafer TUNÇ, Dinçer ALABAŞOĞLU
İllüstrasyon : Soner TUNA


