Edirne’nin Selatin Camileri
İstanbul ve Bursa gibi Osmanlı’ya başkentlik eden Edirne, kısa sürede ufuklarını her biri bir zerafet ve azamet timsali camilerle bezemeye başlar.
Sultanlar adına yapılan camilere Selatin Camileri denilmektedir. Bu camilerin en güzel örneklerine, diğer Osmanlı başketlerinde olduğu gibi Edirne’de de rastlanması elbette tesadüf değildir.
Edirne Selimiye ise bu camiler arasında bir baş yapıttır.
EDİRNE’nin SELATİN CAMİLERİ
SELİMİYE
Bir Şehrin Ufkuna Düşen En Güzel Siluet.
En büyük mimarların bile gördüğünde “Taş dehaya erişti, deha taş kesildi.” diye methettiği, bir şehrin ufkuna düşen en güzel siluet, Selimiye Camii; Mimar Koca Sinan’ ın 85 yaşında “Ustalık eserim…” diyerek hediye ettiği, hala Türk-İslam ve dünya mimarisi açısından bir şaheserdir.
Kanuni Sultan Süleyman’ ın oğlu Sultan II. Selim’in vakfiyesinden olan Selimiye Camii, sultanın Edirne’ye olan sevgisinin bir dış vurumu olduğu kadar, Osmanlı’nın Balkanlar’da eriştiği politik gücün de abideleşmiş halidir. Osmanlı her ne kadar Avrupa’nın ortalarına kadar fetihlerini gerçekleştirmişse de, Edirne şehri her zaman bir “Sedd-i İslam” olarak algılanmıştır.
Bu eşsiz eserin Edirne’de yapılmasını sultanın bir rüyasına bağlayanlar varsa da, bu kuvvetli bir ihtimal değildir. Bu rüyaya göre; Sultan II. Selim rüyasında Hz. Peygamberi ( S.A.V. ) görür. Kendisine Kıbrıs adasını fethedeceği müjdelenir. Buradan elde edilecek gelirle Edirne’yi bizzat işaret ederek, İslam’ı yücelten bir cami inşa ettirmesini emreder. Bu rivayet şu haliyle gerçek olamaz : Caminin inşaası 1568 yılında başlar. Oysa Kıbrıs’ ın fethi 1571 tarihinde gerçekleşecektir. Olsa olsa Kıbrıs’ın fethinden elde edilen ganimetten caminin bitirilmesi için buraya kaynak aktarılmıştır.
“Selimiye mekan, büyüklük, yükseklik,topluluk ve ışık etkisi bakımından yeryüzündeki bütün yapılardan üstündür.” der İslam Sanat Tarihçisi Prof. Ernst DIEZ.
1568 yılında yapımına başlanan caminin Kasım 1574 yılında bitirilmesi amaçlanmıştır. Cami bir kaç ay gecikince 1575 yılında ancak açılabilir. Sultan II. Selim’se bu günü göremeyecektir.
Caminin iç mekanı 1620 m2, genel yapı olarak ise 2475 m2 alanı kapsar. Selimiye’nin yayıldığı bütün külliye düşünüldüğünde 22.202 m2’lik büyüklük muazzamdır.
Yapıldığı mevkii itibariyle Mimar Sinan’ın şehir planlamacılığı konusunda dehasının da göstergesidir. Şehrin her köşesinden siluetine en derin etkiyi yaratan bu tepe, döneminde “Kavaklık” diye ismlendirilen bir mevkidir. Edirne’ nin ilk sarayı olan Cami-i Atik ve Balta Muhafızları Kışlası bu tepede kuruluydu. Camii bu alanın üzerine kurulmuştur. Buranın saray arazisi olduğu düşünülünce “Ters Lale” söylencesine kaynaklık eden, burada arazisini satmak istemeyen halktan birinin yaşadığı fikri gerçekliğini kaybetmektedir.
Onaltıgen formda, beyaz mermerden şadırvan, birbirine eş iki dikdörtgen avlunun orta yerinde yer alır. Avluya ulaşan kapıların en görkemlisi batı kapısıdır. Şadırvan bu kapının tam karşısında yer alır. Bahçede “Londra ve Doğu Çınarı” türlerine ait 3 adet anıt ağaç bulunmaktadır. Şadırvan 18 kubbeli, 16 sütun üzerine dayandırlmış revaklar ile çevrelenmiştir. Son cemaat yerinden mermer girift işlemeli şaheser gibi bir kapıdan camiye girilir.
Selimiye’nin ana kubbesi 43.28 mt. yüksekliği, 31.22 mt. çapı ve 2000 ton ağırlığındaki kütlesiyle, kubbeli yapılar içerisinde mimarlıkta bir zirve, bir şaheserdir. Bu kubbeyi 8 filayağı sütun taşımaktadır. Kubbe kasnağında 32 küçük pencere, tavandaki kalem işçiliğinin en güzel örneklerini öperek gün ışığını içe mekana doldurmaktadır. Yan duvarlarda 6′ lı sıralar halinde yerleştirilmiş çok sayıdaki pencere de, mekanın aydınlık etkisini zirveye taşır.
Selimiye’ nin “Müezzinler Mahfeli” ana kubbenin tam altında konumlandırılmıştır. Ana kapının tam karşısında, mihrabın da ardında, orta yerde konumlandırılışıyla diğer Osmanlı camilerinden ayrılır. Zira mihrabı görmeyi engelleyecek bir konumda yer alması, Osmanlı’daki mimari örneklere benzememektedir.
Müezzinler mahfeli 6×6 mt. ebatlarında, 11 mermer ayak üzerine ahşap olarak konumlandırılmıştır. Yerden yüksekliği 1.8 mt’ dir. Etrafı ceviz korkuluklarla çevrili mahfelin altında beyaz mermerden bir şadırvan bulunur. Mahfelin incelikli kalem işleri aslına uygun onarımlar geçirse de kimi yerlerde üzerinden geçen 5 asra dayanmış orjinal uygulamalar bulunur. Mahfelin tavanında ise caminin ilelebet yaşaması temennisini simgeleyen, doğu inanışlarında ve Budizm’de rastlanan simgelerin en ünlüsü “Çark-ı Felek” motifi bulunmaktadır.
Mahfelin ayaklarının kuzeybatı köşesinde yer alanında görülebilen “Ters Lale” motifi neredeyse Selimiye kadar meşhurdur. Arsayı cami yapımına vermek istemeyen, bahçesinde güzel laleler yetiştiren bir arazi sahibinin çıkardığı güçlüğü sembolize etmek için buraya nakşedildiği rivayet edilir. Bu daha önce de bahsedildiği üzere, sadece bir söylencedir. Zira kayıtlara göre burası zaten saray arazisi içinde yer almaktadır. Bir başka söylence, bu motifin kör bir usta elinden çıktığını anlatır. Allah ve lale kelimelerinde aynı harfler kullanılmaktadır. Eski Türkçe ile lale kelimesi tersten okunduğunda İslam’ ın sembolü hilal kelimesi okunmaktadır. Bir başka rivayet ise; Mimar Sinan’ın cami inşaası sırasında Edirne’ de hayatını kaybeden çok sevdiği torunu Fatma’ nın ölümünden duyduğu iç sıkıntısı üzerine, bu motifin işlendiğini aktarır bizlere. Ters lale ile birlikte caminn değişik yerlerinde 101 lale motifi kullanılmıştır.
Caminin sol ön köşesinde “Hünkar Mahfeli” yer alır. Dört mermer sütuna oturtulmuş mahfelin göz alıcı çinileri Osmanlı-Rus Savaşı sonrası Ruslar tarafından kaçırılmış ve tahrip edilmiştir. Yine mahfelin hizasında yer alan kubbedeki 1913 yılında Bulgar işgaline rastlayan döneme raslayan top mermisinin izi Atatürk’ün emriyle ibretlik bir hatıra olarak onarılmamıştır.
Kıble yönünde yer alan mihrap tamamen mermerdir. Muhteşemdir. Girintili derinlik katan mihrabı, lacivert üzerine beyaz kabartmalı İznik çinileri çevreler.
Ve minber… Hutbe okunan minber çini kaplı külaha dik merdivenlerle ulaşıncaya kadar, sağlı sollu geometrik şekillerle bezeli ve mermerden yapılmıştır. Benzerleri arasınaki ola ki en görkemli, en göz alıcı olanıdır.
Kareye yakın, enine dikdörtgen yayılan camiyi çevreleyen 4 minare yapıya büyük bir haşmet katar. 380 cm çapındaki minareler külaha kadar 70.80 mt, aleme varıncaya değin 85 mt’ ye ulaşır. Selimiye’den yüksek tek minare Delhi’deki Kutb-u Minar‘dır. Ancak onun minareleri çok daha kalın bir gövdeyle ancak taşınabilmektedir. Kuzeydoğu ve kuzeybatısındaki minareler üçer şerefelidir ve her bir şerefeye birbirini görmeyen üç ayrı merdivenle çıkılır. Bu yönüyle Edirne’deki Üç Şerefeli Camii’den etkilenilmiştir. Diğer iki minareye ise tek merdivenle ulaşılmaktadır. Üç merdivenle çıkılan minareleri, Üç Şerefeli’den daha üstün kılan ise çok daha ince ve yüksek minarelerde bunu başarabilmiş olmasıdır.
II. BAYEZİD CAMİİ VE KÜLLİYESİ
II. Bayezid Camii “Külliyelerin Baştacı” olarak anılan ve içerisinde bir tıp medresesi, imaret, darüşifa, hamam, mutfak, erzak depoları gibi daha bir çok kullanım alanı bulunan görkemli külliyenin, en gözde ve incelikli yapısı olarak kendini ortaya koyar.
Tunca nehri kıyısında yer alan külliyenin mimarı Mimar Hayrettin‘dir. Bazı kaynaklarda ise Yakup Şah bin Sultan Şah ismine külliyenin mimarı olarak rastlanır.
20.58 mt ölçülerinde kare planlı camiinin iki minaresi bulunur. 1584 yılında temeli Sultan II. Bayezid tarafından atılmış ve yapımı 4 yıl sürerek 1588 yılında ibadete açılmıştır. Kubbesi 22 mt çapında olup, kubbe kasnağına kadar 19.34 mt yüksekliğinde dört duvar üzerine oturtulmuştur. Kemersiz ve sütunsuz yapılmış olmasıyla başka bir özelliğe kavuşmuştur.
Üç kapıyla girilen revaklı avluda mermer bir şadrvan bulunur. Caminin içine girildiğinde, mermer bir mihrap ve mimbere bizi karşılar. Somaki mermerden bir “Hünkar Mahfeli” bulunur. Bu mahfel 17 mermer sütuna oturtulmuştur, görkemli yapısıyla dikkat çekmesinin ötesinde Osmanlı camiileri içerisindeki ilk mahfel olmasıyla ( En azından Edirne’de ilktir… ) tarihe kayıt düşer.
Caminin sağ ve solundaki pencere açıklıklarından geçilen, camiye bitişik dokuz kubbeli 4 odalı tabhanesi vardır. ( Mutfak, dinlenme yerleri…)
Külliyeler içinde en görkemlilerinden kabul edilen bu mekanın günümüzde en bilinen yeri, Sağlık Müzesi olarak “Avrupa Müze Ödülü” almış bölümüdür.
Şerefesine değin 149 merdivenle çıkılan, 38.5 mt yüksekliğinde tek şerefeli iki minaresi bulunur. Sultanın Tunca nehrinden görkemli kayıklarla kalabalıklar arasından camiye geldiği ve etrafının baş döndürücü rahiyalara sahip güllerle bezeli olduğu kayıtlarda nakledilir.
Yapı ile ilgili daha ayrıntılı bilgi için Edirne Sultan II. Bayezid Külliyesi içeriğimize göz atabilirsiniz.
ÜÇ ŞEREFELİ CAMİ
“Hayırlar Babası” olarak bilinen Sultan II. Murat tarafından yapılmıştır. 1443-1447 tarihleri arasında yapılan caminin mimarı, Mimar Sinan’ın da hocası olan Mimar Muhlisiddin Ağa olarak kabul edilir. Yine de bu bilgi tam olarak doğrulanamamıştır. Türk-İslam mimari tarihinde tek kubbeli mimariye geçişin ilk örneği olarak kabul edilen Üç Şerefeli Cami zengin ve incelikli bir mimarlık örneğidir.
Edirne’nin II. Murat tarafından Osmanlı’nın başkenti olarak tasrlanması üzerine, Balkanlar’da, serhad boylarında devletin gücünü temsilen yapımına başlanan Üç Şerefeli Cami mimari açıdan da bir çok ilke sahiptir.
İç içi geçmiş iki büyük avluya sahip caminin 2600 mt2 mermer döşeli, 18 sütun ve 21 kubbeye sahip revaklı iç avlusuyla Osmanlı mimarisinde avlu denemelerinde çok özel bir yer bulur ve ilk özelliğindedir. “Harem Taşlığı” Osmanlı camileri içerisinde ilk defa Üç Şerefeli Cami’de denenmiştir. Kalem işleri en eski camilerden olan mekanın, kubbesinde “Meyve Sofrası” denen motifleri büyük zerafet taşır.
Caminin merkezi kubbesi 24 mt. çapındadır. Kubbe ikisi paye, dördü duvar payesi 6 dayanağa oturtulmuştur. Enine dikdörtgen cami denemelerinin ilki kabul edilmektedir. Mihrabın her iki yanında caminin denge konumunu gösteren silindirik, dönen denge taşları konumlandırılmıştır. Akustiği en iyi camiler arasında başta yer alır. Renkli camlara sahiptir.
Üç Şerefeli Cami’nin dört minaresi bulunmaktadır. Bu minarelerden biri 3, biri 2, diğer ikisi ise tek şerefelidir. İlk ve orjinal minaresi camiye adını veren üç şerefeli olanıdır. Selimiye yapılıncaya değin, 76 mt. yüksekliğiyle en yüksek minareydi. 203 basamakla, şerefelere birbirini görmeyen üç ayrı merdivenle çıkılır. Bu yönüyle Selimiye’yi etkilemiş bu mimariuygulama bir ilktir de. Kesme taş kullanılarak yapılan ilk minare de yine üç şerefelidir. Fatih Sultan Mehmet Baklavalı Minare‘yi, Sultan II. Mustafa Burmalı Minare‘yi, Sultan I. Ahmet ise kuzeybatı yönündeki tek şerefeli olan minareyi yaptırmıştır.
Üç Şerefeli Camii’nin az bilinen bir diğer adı ise “Üç Melekli Cami”dir. Rivayet odur ki; cami yapımına karar vermeden önce Sultan II.Murat Han bir rüya görür. Rüyasında İsrafil a.s.,Mikail a.s. ve Cebrail a.s.’ı görmesi üzerine caminin batı duvarına paralel üç büyük taş diktirerek bunu simgeleştirir. Halk arasında cami “Üç Melekli Cami” olarak anılır.
ESKİ CAMİ
( CAMİ-İ ATİK / ULU CAMİ )
Fetret Devri‘nden günümüze ulaşabilen cami Yıldırım Bayezid Camii‘nden sonra Osmanlı’nın ayakta kalan Edirne’deki en eski camisidir. 1403 yılında Emir Süleyman Çelebi ( I. Süleyman ) döneminde başlanan cami, tarihe taht kavgalarıyla geçen Çelebiler dönemini görmüş, 1414 yılında Çelebi Sultan Mehmet zamanında tamamlanabilmiştir. Caminin mimarı Konyalı Hacı Alaaddin‘dir.
Selçuklu etkisindeki çok kubbeli camiler dönemi mimari eserleri arasında sayılır. Merkezi kubbeyi taşıyan dört paye ve dört duvar üzerine oturtulmuş toplam 9 kubbeye sahiptir. Kare planlı yapıyı çatılayan kubbeler üçerli sıralar halinde dizilirler. Bu dizilişte ortadaki kubbeler diğerlerine göre daha büyüktür. Her bir kubbe 13 mt çapındadır. Camide bulunan kadınlar mahfeli imarından iki asır sonra, 1612 tarihinde Filibeli Ramazan Ağa tarafından yaptırlımıştır. Beş kemerli son cemaat yerine sahip caminin biri tek, diğeri iki şerefeli iki minaresi bulunmaktadır.
Kütleli filayağı payendeler ve nisbeten alçak tavan mekana ağır bir hava katmaktadır. Camide yer alan büyük minber mermerden olup, incelikli işlemeleriyle büyük önem taşır.
II. Murat zamanında Edirne’ye gelen Hacı Bayram Veli Hazretleri‘ne hürmeten onun vaaz verdiği kürsü imamlarca kullanılmaz. Ana mihrabın sağında, Kabe’den getirildiğine inanlılan “Rüknü Yemani Taşı” yer alır.
Çeşitli dönemlerde onarımlar geçiren cami, Nakkaş Molla Mustafa‘nın elinden çıkma süslemeli yazılarıyla Eski Cami‘ye büyük bir azamet ruhu üflemektedir.
Caminin çevresinde baş döndürücü kokularıyla gül ve lale bahçeleri olduğu, kış aylarında altında ateş yakılan bir düzenekle abdest musluklarından sıcak su akıtıldığı kaynaklarda yer almaktadır.
Döneminin büyük camilerinden olmasına rağmen, şehre aynı azamette bir başka ve yeni cami yapılınca, cami eski sayıldığı için bu isimle anılagelmiştir.
MURADİYE CAMİİ
II. Murat zamanında yapılan caminin kesin yapılış tarihi beli değildir. Kitabesi 1436 tarihini işaret etse de bu tarihi 1426 olarak gösteren başka kaynaklar da mevcuttur. Edirne’de Muradiye mahallesinde, Sarayiçi’ne bakan bir tepede kuruludur.
Sultan II. Murat‘ın gördüğü rivayet edilen bir rüyaya dayandarılan yapılış öyküsüne göre; Sultan Hz. Mevlana‘yı rüyasında görür. O kadar sarsılarak etkilenir ki, hemen buraya bir mevlevihane yapılmasını emreder. Mevlana’nın 5. ve 6. kuşak soyundan Celalettin ve Cemalettin Çelebi‘yi bu mevlevihaneye yerleştirir. Bir süre sonra dervişler arasında çıkan kanlı kavgalar sonucunda, mevlevihanenin camiye çevrilmesi emredilir.
Caminin mimarı ne yazık ki bilinmemektedir. T harfi formundaki planıyla erken dönem İznik camilerine benzerlik taşır. Kesme taştan yapılmış, giriş kısmıyla aynı yükseklikteki mihrabı Bursa Ulu Cami‘dekini andıran eşsiz çinileriyle göz alıcıdır. İlk minaresi de çinili yapılmıştır. Depremler sonrası yenilenen minaresi ise daha sonra çinisiz olarak günümüze ulaşmıştır. Son cemaat yeri 6 sütun üzerine 5 gözlü olup, üzeri 5 küçük kubbeyle örtülmüştür. Dış mekandan başlayarak gelen taş süslemelere caminin dış ve iç mekanlarında kalem işleri ve çini motifler eşlik eder. Zaviyeli cami formundaki caminin iki yanında iki tabhane yer alır.
Musluklarından bir dönem şerbet akıtıldığı rivayet edilir.
DAR-ÜL HADİS CAMİİ
Dar-ül Hadis Camii, II. Murat‘ın rüyasında Hz. Peygamber‘i ( S.A.V ) görmesi söylencesine dayandırılarak sultan tarafından yaptırılmış ve 1435 yılında açılmıştır. Sultan II. Murat gibi Fatih Sultan Mehmet de burada hadis dersleri almıştır.
İçinde ongen planlı bir mermer şadırvan, hazrelerinde çeşitli mezarlar bulunan iki türbeye sahip genişçe bir bahçenin ortasında cami yapısı yer almaktadır. Döneminde özgün revaklı bir girişe sahip olduğu, ana giriş kapısı önündeki kemerli ayaklar üzerine oturtulmuş kubbe çıkıntısından anlaşılmaktadır.
Düzgün kesme taş kullanılmış caminin orta kubbesini dört sütun taşımaktadır. Yapının üç ayrı kitabesi bulunmaktadır.
Dikdörtgen planlı cami iç mekanıyla da iki bölümden oluşur. Sonradan eklendiği düşünülen ahşap kadınlar mahfeli cami içerisinde yer almaktadır. Kubbe eteğinden mihrap nişine kadar daha birçok yerde incelikli süslemeler ve kalem işleri göze çarpar. Kaynaklar iki yanında iki tabhane oduğunu yazsa da, bu yapılar günümüze ulaşamamıştır.
Dar’ül Hadis Camii yakın zamana değin bakımsız hale düşmüşken, camii görevlileri ve mahalleli halkın oluşturduğu sivil insiyatifin girişimleriyle yeniden abad edilmiş; ülkenin en temiz, en bakımlı camisi olarak ödüle layık görülmüştür.
Cami avlusunda şehzade ve sultan mezarlarının olduğu açık ve kapalı türbeler bulunmaktadır.
YILDIRIM BAYEZİD CAMİİ
Halk arasında içiçe geçmiş mermer süslemeleri sebebiyle “Küpeli Cami” olarak da bilinir. Edirne’nin ayakta kalan en eski camiidir. Aynı isimle anılan mahallede Meriç nehri kıyısında yer alan cami, Yıldırım Bayezid tarafından 1399 yılında kiliseden camiye çevrilerek yapılmıştır.
Bir külliye içinde yer alan cami, dört kemer üzerine oturtulmuş merkezi bir kubbe, ona eşlik eden küçük bir kubbe ve tek şerefeli bir minareye sahiptir. Meriç nehri kıyısındaki Yıldırım köprüsünün tam karşısında yer alır.
Dış avluyla kuşatılmış iç avluda orta yerde bir şadırvan bulunmaktadır. Kiliseden bozma olması hasabiyle önceleri haç formundaki yapı, yanlara eklenen iki tabhane ile bu etkiden uzaklaştırılmıştır. Önceleri bir zaviye ve imarethane olarak yapılan yapıya son cemaat yeri XVIII. yy. da eklenmiş ve minare eklenerek cami görünümüne nihayet kavuşturulmuştur.
Taş ve tuğlanın sadece işlevselliğe hizmet ettiği caminin çok özellikli işlemelere sahip olduğu söylenemez. Olan süslemeler ise Rus işgali ile tahrip olmuş veya götürülmüştür.
Günümüze ulaşan bu saydığımız Selatin Camileri’nden hariç, günümüze ulaşamayan 3 cami daha vardır.
KİLİSE CAMİİ
Büyük 1752 depremiyle yıkılmış cami, Fatih Sultan Mehmet tarafından Kaleiçi‘ndeki kilisenin yerine yaptırılmıştır. Kaynaklar tek minareli büyükçe bir cami olduğunu işaret eder.
HALEBİ CAMİİ ( EDİRNE AYASOFYASI )
Kaynaklar buranın Edirne’nin en eski camisi olduğuna işaret eder. Eski bir kiliseden camiye çevrilen yapı I. Murat‘ın emriyle yaptırılmıştır. II. Murat zamanında, Fatih Sultan Mehmet‘in de hocası olan Ömer-i Halebi bu medreseye tayin edilmiştir. Bu sebeple Halebi Camii ismiyle anılan cami büyük 1752 depreminde yıkılmıştır.
Camiye çevrilmezden evvel Bizans Ayasofyası olarak bilinen yapı, erken Hristiyanlık ve Bizans mimari izlerini taşır. Camiye çevrilirken de bu genel mimari izlerine, önemli bir Türk mimari dokunuşu ilave edilmeden kullanılmıştır.
ŞEYH ŞÜCA CAMİİ
Şeyh Şücaeddin Karamani, II. Murat‘ın önemli şeyhlerinden birisidir. Sultan II. Murat’ı hayati bir tehlikeden haberdar ederek kurtulmasına vesile olur. Bunun üzerine sultan Edirne Kaleiçi mevkiinde kendisine bir zaviye ve mescid yaptırarak şükran hislerini sunar.
Sultan I. Süleyman tarafından 1435 yılında camiye çevrilen yapı 1752 depreminde yıkılır. Bugün yerinde bir tek yıkık minaresi gözükmektedir.
Fotoğraflar : Dar’ül Hadis Camii Arşivi, Enver ŞENGÜL, Sedat YILMAZ, Yılmaz AYNALI