Hüseyin ÇOKAN; Trakya’nın Son Çömlek Ustası
Kendi şehrine değer katan bir başka kişilik hakkında yazı hazırlamak üzere Kırklareli’ye gelmişken, Kırklareli Fotoğraf ve Sinema Sanatı Derneği’nden ( KIFSAD ) dostlarımızın “Seni Hüseyin ÇOKAN’la da tanıştıralım !” teklifi öylesine ani geldi ki; hele bir de ilk defa derneğin üyelerinden Sedat YILMAZ’dan izlediğim Hüseyin ÇOKAN fotoğraflarını hatırlayınca bu teklife karşı koymam düşünülemezdi.
Zamanın tanığı ve damıtılmış bir kültürün son mirasçısı Hüseyin ÇOKAN’la buluşmak üzere, bu kadim kentte zamanının bir başka tanığı olan Yayla mahallesinin arka sokaklarındaki bir eve doğru yola düşüyoruz.
Trakya’nın son çömlek ustası…
“Ainesi iştir kişinin, lafa bakılmaz.” derler ya; evin bahçesine açılan demir kapıdan içeri süzülünce çamura bulanmış tişörtü üzerinde olduğu halde Hüseyin ÇOKAN karşılıyor bizi. Alnına bıçak yarası gibi derin kırışıklar oturmuş olsa ne çıkar ? Hayatın her mihnetine rağmen tebessüm 70 yaşındaki bu ihtiyar delikanlının yüzünde kiracı değil ev sahibi, besbelli.
Hüseyin ÇOKAN Kırklareli’de köklü bir kültürün son mirasçısı. Hatta değil Kırklareli’nin onun Trakya’nın son çömlek ustası olduğunu söylesek daha doğru bir tesbitte bulunmuş oluruz.
Seneler sonrası kapısının her zamankinden çok çalınıyor olmasına önceleri oldukça şaşırmış Hüseyin ÇOKAN. Artık bu ilgiden hoşnut bir tarafı olduğunu fark etmekse zor değil. Daha geçtiğimiz günlerde kendisini ziyarete gelen bir otobüs dolusu Mimar Sinan Üniversitesi Seramik Bölümü öğrencisinden bahsederken; senelerdir evini geçindirmek için uğraş verdiği bu zanaatın farklı bir şekilde önemsenmiş olmasının gururunu okşadığını anlayabiliyoruz sözlerinden. Hangi milletten olduklarını anımsamakta zorlansa da, “ Daha önce de Almanya’dan ve Japonya’dan da turistler (!) geldi.” diye eklemeyi unutmuyor.
Bahçeden içeri girdiğimizde birkaç sıra ağacın gölge yapan dalları altından geçerek, ÇOKAN’ın üretimini yaptığı çarkın bulunduğu atölyesine doğru ilerliyoruz. Burası evine bitişik inşa edilmiş boylu boyunca 12-15 metre boyunca uzanan üzeri derme çatma bir çatı ile örtülmüş taş duvarları olan bir yapılar topluluğu.
Evin bitişiğindeki çatıyla örtülmüş sundurmasında çömlek yapımında kullandığı topraklar ve onları hamur haline getirirken kullandığı elektirikli bir kırma-ezme makinesi bulunuyor. Küçük bir havuzcuk haline getirilmiş bir iki metrakarelik bölümde ise üretiminde hammadde olarak kullandığı çamuru hazırlıyor.
Bu çamur havuzuna aldığı toprakları bir gece suda bekleterek suyun toprağa iyice nüfuz etmesini sağlıyor. Ardından içinde hala iri nüveler bulunduran toprak birbirine ters yönde dönen iki silindir arasında geçirilerek pürüzsüzleştiriliyor. Eskiden kol gücüyle bu işi yaparken çok zaman kaybettiğini, o sebeple bu elektirikli düzeneği bir sanayi ustasına yaptırarak büyük kolaylığa kavuştuğunu anlatıyor.
Bu düzenekte hamur haline getirilen toprak atölyeye alınıyor. İşte bu atölyedeki çömlek çarkında Hüseyin ÇOKAN’ın sihirli elleri devreye giriyor. Gözlerimizin önünde birkaç dakikada bir çamur hamurunu bir su testisine, bir fasulye çömleğine çeviriveriyor.
Dışarıdaki sundurmaya bitişik iki oda var. İlk odada Hüseyin ÇOKAN’ın üretimini yaptığı çarkının bulunduğu ve ürünlerini dizdiği tahta tezgahlar yer alıyor. İçeriden bir kapıyla geçilen diğer odada ise, aynı şekilde tezgahlar boyunca dizilmiş kurutulmak üzere bekleyen yahut satılmayı bekleyen ürünler yer alıyor. Onun deyimiyle; fasulye çömlekleri, orak testileri, çoban kapları…
Çömlekçi çarkında hazırlanan ürünler tezgahlara dizilerek kurumaya alınıyor. Bu durum mevsim şartlarına göre bir iki gün ila bazen beş altı günü bulabiliyormuş. Raflarda dizili toprak kapların bu süre içinde ters yüz edilerek altlarının da kurumasının sağlandığını aktarıyor.
Yarı gölgeli odalarda nemini atan ürünler daha sonra bahçedeki fırına alınıyor. Bahçede dışı taş ile kuvvetlice örülü iki, ikibuçuk metre boyunda üst üste iki odacıklı bir fırın bulunuyor. Fırının alt bölümü yanma odası görevi görüyor. Bu bölümde yakılan odunların ısısı fırını 700-800 derece sıcaklığa taşıyor. Üst bölüme yalazlı ateşi taşıyan hava kanallarıyla geçiş sağlanıyor. Fırınlanacak toprak kapların bu yalazlı ateşe maruz kalmasının gerekli olduğunu söylüyor laflarının arasında Hüseyin ÇOKAN.
Aşağıpınar’ın pişmiş kaplarından Hüseyin ÇOKAN’ın ocağına…
Çömlekçilik açısından tarihin izlerini sürdüğümüzde, Kırklareli’de bu kültürün yeşermiş olmasını izah edebilmemiz hiç de zor olmaz. Trakya’nın hatta Avrupa’nın en eski ören yerlerinden kabul edilen Kırklareli Aşağıpınar ören yerinde yapılan kazılar sonucunda bulunan pişmiş toprak kaplar , bu yörede filizlenen bir kültürün ilk izlerini gözler önüne sermektedir. Yörenin pek çok kesiminde yapılan kazılarda antik çağlardan itibaren Traklar, Roma, Bizans, Osmanlı dönemlerine ait benzer birçok buluntuya raslanması bu kültürün Kırklareli’de çeşitili medeniyetlerin elinde kendi yaşayışlarının etkisiyle derinleştiğinin ispatıdır.
Yukarıda değindiğimiz üzere, bu zanaat dönemin yaşam şartlarına göre şekillenmiştir. Örneğin antik dönemlerin tütsü kapları, çanak çömlek benzeri küçük yiyecek kapları, inanç sistemlerini gösteren kaplar ve kil figürlere karşılık; sonraki dönemlerde yörede bağcılık, şarapçılık, pekmez yapımı vb…üretimlerin yaygınlaşmasıyla yerini daha büyük küplere, amforalara bırakmıştır.
Öte yandan hammadenin o yörede çokça bulunuyor olması da çömlekçiliğin bu yörede devamlılığını sağlayan bir başka etmendir. Örneğin; Hüseyin ÇOKAN neredeyse 50 yıldır süren çömlek üretiminin hammadesi olan toprağı kendisine ait bir araziden elde ediyor. Bu arazinin M.Ö 6500’lere tarihlenen Aşağıpınar ören yerine çok yakın bir bölge olan Mahya Baba mevkiinde olması, durumu daha ortaya koyan bir misal olabilir.
Kırklareli’nin eski çömlek ustaları…
Eski ustalar hakkındaki bilgileri konuşmamız sırasında yine Hüseyin ÇOKAN’dan ediniyoruz. Babası Ali beyden bahsediyor öncelikle.
– Babam 1912 doğumlu. Mübadeleden önce, henüz 8 yaşındayken ( 1920 ) Selanik yakınlarında Karacaova denilen bir yerden göç etmişler. Gelmişler Kırklareli’ye yerleşmişler. Geldiklerinde Yayla mahallesinde Rum ve Bulgar halkları otururmuş. Onlar da bağcılıkla uğraştıkları için çömlek kaplar yapmayı bilirlermiş. Dedem mesela Bulgar ocakçılarla (!) çok çalışmış. Babam da hatırlıyor Bulgar ustaları mesela…
Lafı gelmişken, Hüseyin ÇOKAN’ın bu işin yapıldığı yerlere “ocak”, yapanlara da sık sık “ocakçı” dediğini söylemekte yarar var. Bunun sebebi, üretilen ürünlerin harlı ateşlerin yakıldığı fırınlarda kurutuluyor olması, dolayısıyla o fırınlara çömlekçiliğin jargonunda “ocak” denilmesindendir.
Hüseyin ÇOKAN 1941 doğumlu. Babasından bu işi devraldığında 13 yaşında bir çocuk olduğunu anlatıyor. Bir süre birlikte çalışmışlar. Tarihi tam hatırlamasa da; 70’lere değin Yayla mahallesi civarında 13 ocakçı olduğunu net bir dille söylüyor. Bazıları ocaklarında birkaç usta çalıştığını, muhtemelen 25-30 çömlek ustasını kendisinin hayal meyal de olsa hatırladığını söylüyor. Hatırlayabildiklerinin isimlerini de sayıyor bir yandan.
– Veli KOLÇA var mesela. Oğlu belediyede çalışıyor hani; İslam PERAN var…
İsmini bir türlü anımsayamayınca KIFSAD’daki Kırklarelili arkadaşlarımıza soruyor bir diğerini…
– Geçen gün öldü hatta birisi. Selası okundu. Neydi onun adı, sen söyle…?
Plastik ve çelik…
70’li yıllarda mesleğe küserek bir süre ara vermiş Hüseyin ÇOKAN. Üretimini yaptığı bu uzun birbirine bitişik odalara hayvan bağladığını ve hayvancılık yaptığından bahsediyor. Dizili duran kaplardan birkaçını kenara çekerek hayvanlara yem vermek için yaptığı beton yemliklerin izlerini gösteriyor.
Küsmesinin sebebi ise 70’lerle birlikte plastik ürünler ile emaye ve çelikten üretilen kapların hayatımıza daha çok girerek artık toprak kaplara duyulan ihtiyacın azalması olmuş. Ama çok dayanamamış. Yeniden atölyesinin ocağını yakarak üretime başlamış. O günden bugüne değin de aralıksız sürdürmüş bu zanaatı. Herkes ocağının ateşini söndürürken o harını körüklemeyi sürdürmüş.
– Başka türlüsünü bilmiyorum…diyor. Çocukluğumdan beri ellerim bu çamura bulaştıkça ( çalıştığı zamanları kastediyor ) şifa buluyorum. Bak, ne zaman çalışmaya ara versem hamlaşıyorum, hasta oluveriyorum hemen. Mevsimlik bir iş bizimkisi üstelik. Kış aylarında yapamazsın mesela. Hem soğuk hem de yaptığın ürünü kurutmanın mümkünü yok. Bahar ortası başlarım, yaz sonuna kadar ne yaptım yaptım. Hepsi o !
Eskiden değişik türden ürünler yapılırken artık belli başlı ürünler yaptığını söylüyor Hüseyin ÇOKAN.
– Eskiden büyük pekmez kapları da yapardık, orak testileri de… Her bi’şeycikler yapardık. Buz gibi suyu olurdu orak testilerinin. Tarlalara gidenler taşıdıkları için orak testisi derlerdi adına. Sonra çobanların taşıdığı, bir öğünlük yemeğini koyup kıra gidince yaktığı ateşte yemeğini pişirdiği çoban bardakları vardı…Ben yapmadım ama başka ocaklarda çingene kiremitleri yapanlar vardı mesela. Damlara baca ağızlıkları yapanlar olurdu, benim hatırladığım.
Anlatırken bir yandan kenarda yerde dizili çoban kaplarını gösteriyor.
– Şimdi bunu ne için yapıyorum biliyor musun ? Sanma ki çobanlar için yapıyorum artık. Şimdi bunları akvaryumlara süs diye alıyor toptancılar…diyor kinayeli ve eski zamanlara öksünen, bir parça da küskün bir eda takınarak.
Şimdilerde en çok fasulye çömleklerinin satıldığını söylüyor. Hani o da toptancılara…Onların kimlere nerelere sattığını ise ne biliyor ne merak ediyor artık.
– Kime kaça satarsa satsın. İnan ben yapıyorum ya; ne doyuruyor bu meslek ne öldürüyor artık. Emekliyim, aç kalmıyorum. Ama elim bu çamura değmezse biliyorum bu meslek o dakika bitecek. O bitecek, ben de biteceğim.
Yazı : Dinçer ALABAŞOĞLU
Fotoğraflar : Arif TEKİN, Dinçer ALABAŞOĞLU, Sedat YILMAZ