Işığa Uçan Pervaneler; Gelibolu Mevlevihanesi

Türklerin Osmanlı döneminde Rumeli’ye ilk geçişleri Gelibolu yakınlarındaki Çimpe kalesinden gerçekleşir. Gelibolu manevi hissedişi ve gururu yüksek bu hatıradan ötürü daima övünç duyar. Trakya ve Rumeli, Anadolu’ dan getirilen yörüklerce hızla Türkleşmeye başlar. Rumeli’nin manevi fethi ise Anadolu erenlerince gerçekleşecektir.

Hal böyle olunca; ” Karşımızda Gelibolu, Gelibolu’ da yatır dolu…” diye başlayan o eski türküde bahsedildiği üzere, Gelibolu’da manevi aydınlanmanın önderi olmuş tarihi kişiliklerin neden bu denli fazla oluğu anlaşılabilir. Bu aydınlanmanın önemli sac ayaklarından birini de Gelibolu Mevlevihanesi oluşturur.

GELİBOLU MEVLEVİHANESİ

Gelibolu Mevlevihanesi ilçenin Hamzakoy denilen mevkiinde, denizin hemen yanıbaşından yükselen tepenin üzerinde kurulmuştur. Gelibolu Mevlevihanesi diğer 15 mevlevi asitanesi içinde en geniş alana yayılmış, aynı zamanda en büyük ve görkemli semahaneye sahiptir. O dönemlerden günümüze, ne yazık ki mevlevihanenin semahane-türbe ve iki taç kapısı gelebilmiştir.

Gelibolu Mevlevihanesi’nin ilk postnişini ve banisi Ağazade ( Azade ) Mehmet Hakiki Dede‘dir. Ağazade’nin babası Osmanlı’nın yeniçeri ağalarından Kara Hasan Ağa’dır. Ağazade bütün malını ve mülkünü kardeşi Asaf Ağa’ya bağışlar. Dünyadan el etek çekip, Konya Mevlana dergahına gider. Burada 1. Bostan Çelebi’ye mürid olup, çile çıkartır. Uzunca bir süre dergahta pişen (!) Ağazade, hilafet alıp yeniden Gelibolu’ya döner.

Önceleri Gelibolu’daki Ahi Dede zaviyesinde Mesnevi öğretilerinde bulunur. Gelibolu’da fikirleriyle kendini kısa sürede farkettirince, kardeşi Asaf Ağa ondan aldığı malları geri teslim eder. Ders verdiği zaviyeye bitişik mevlevihane böylece yapılmaya başlanır.

Yapılışına dair kesin bir tarih yoktur. Fakat bu tarihin 1621 yılında saraya sadrazam olan Ohrili Hüseyin Paşa‘dan öncesi bir tarih olduğu kuvvetle muhtemeldir. Zira kuvvetli bir söylence, Ohrili Hüseyin Paşa ile Ağazade’yi buluşturan bir olayı işaret eder.

Akdeniz seferinden dönen Ohrili Hüseyin Paşa, Gelibolu’ da donanmasıyla mola verir. Gelibolu’nun erenlerini dolaşır, hayır dualarını alır ve dinlendikten sonra İstanbul’ a gitmek üzere denize açılır. Açılır açılmaz kuvvetli bir fırtına kopar. Donanma yeniden Gelibolu’ya dönmek durumunda kalır. Hava durulur, deniz sakinleşir yeniden denize açılırlar. Aynı olay yine zuhur edince Ohrili; Sanırım Gelibolu erenlerinden birini ziyaret etmeyi unuttuk” , deyip Gelibolu’ya geri döner. Araştırdığında o dönem var olan mevlevihanenin postnişini Ağazade’yi ziyaret etmediğini farkeder.

Af diler, hayır duasını ister. Ancak onun “Denize açıl, başına bu defa bir hal gelmeyecek” müjdesiyle yola çıkabilir. Yola çıkmazdan evvel, onu sevince boğacak başka bir kerametli müjde daha alacaktır Ohrili Hüseyin Paşa. Ağazade ona hilafet alacağını, saraya damat olup sadrazamlığa getirileceğini müjdeler.

Ohrili 1621 yılında kendisine müjdelendiği üzere saraya damat ve sadrazam olur. Bu şükran hislerine teşekkür için Beşiktaş Mevlevihanesi‘ni yaptırır. Paşa, bu mevlevihanede Ağazade’nin şeyhlik yapması konusunda ricacı olur. Bunu kabul eden Ağazade, kendi yelkenlisi ile seyahat ederek bir hafta Beşiktaş Mevlevihanesi’nde bir hafta da Gelibolu Mevlevihanesi’nde olmak üzere dönüşümlü olarak bu görevi sürdürür. Bu durum Ohrili Hüseyin Paşa’nın yeniçeriler tarafından katledilmesine değin sürer. Ardından Gelibolu’ya dönen Ağazade ölene kadar sadece buranın postnişinliğini sürdürür.

Evliya Çelebi meşhur eseri Seyahatname‘de Gelibolu’ya gelişinden, Ağazade ile tanışmasından ve onun sohbetine katılıp, hayır duasını almasından bahseder.

Arşiv kayıtlarına göre mevlevihanenin postnişinliğini yapanlar sırasıyla şunlardır :

  • GençMevleviler-Gelibolu@TanselKAYAAğazade Mehmet Hakiki Dede ( İlk banisi ve postnişinidir. )
  • Ağazade’ nin kardeşi Asaf Ağa’nın oğlu, Sabir Paşa ( 1713 yılında ölen paşa aynı zamanda divan sahibidir. )
  • Mehmet Dede -Abdulkerim Dede,
  • Bosnavi Mehmet ( Ölümü 1750 )
  • Mustafa Dede ( Bosnavi Mehmet’in oğludur. )
  • Lütfullah Dede
  • Hüseyin Dede ( 1796 yılında ölen Hüseyin Dede, Mustafa Dede’nin oğludur. )
  • Ali İzzet Dede ( Hüseyin Dede’nin oğludur )
  • Hüseyin Azmi Dede ( Ali İzzet Dede’ nin oğludur. 1868 yılında Kahire Mevlevihanesi postnişinliğine tayin olur. Onun oğlu Celaleddin Dede ise Galata Mevlevihanesi şeyhidir. )
  • Mehmet Hüsamettin Dede ( Hüseyin Azmi Dede’nin kardeşidir. Ölümü 1885 )
  • Mustafa Daniş Dede ( 1896 yılında ölen dede aynı zamanda Mehmet Hüsamettin Dede’nin de oğludur. )
  • Mehmet Burhaneddin Dede ( 1954 yılında ölen dede, mevlevihanenin son postnişinidir. )

Osmanlı’da çeşitli dönemlerde, sultanlarca çeşitli vakıf arazilerinin ve gelirlerinin mevlevihaneye bağışlandığı ile ilgili arşiv kayıtları bulunmaktadır. Gelibolu Mevlevihane’si büyük 1876 Gelibolu depreminin hemen ardından büyük bir onarım geçirir. 1840, 1850-51, 1899-1900 ve 1908 yıllarında ayrıca onarımlar geçiren mevlevihaneye, bu onarımları belirten kitabeler eklenir.

Cumhuriyet döneminde de bazı bakımlardan geçirilen mevlevihane, uzun süre askeri bölge sınırları içinde kalır. Bazı bölümleri üzerinde bugün askeri hastane binaları yükselmektedir. 2004 Vakıflar Genel Müdürlüğü‘ nce askeriyeden alınan mevlevihane onarılarak 2005 yılında ziyarete açılır.

Döneminde mescid, zengin içerikli bir kütüphaneye sahiptir mevlevihane. Geniş bir yemekhanesi, bir han, mevlevi hücreleri, iki katlı büyük bir semahane, kadınlar mahfili ve 60 kişilik haremi, abdesthaneleri bu mevlevihane kompleksine dahildi. Semahanenin güneyinde bir humuşanı ( kabristanı ) bulunuyordu.

Semahanenin kubbe eteklerinde dönemin Farsça’sıyla yazılmış “Sema nedir, Bilir misin ?” mısraları ile Kütahya, Yenikapı ve Bahariye mevlevihanelerine; ahşap galeri katı ve planı ile ise Bahariye ve Yenikapı mevlevihanelerine benzerlikler gösterir. 1766 yılında büyük Gelibolu depremi sonrası yapılan tamir raporu kayıtlarından, saçaklı kapılarıyla Selanik mevlevihanesiyle benzerlikler taşıdığını anlamaktayız.

18.78 metre çapındaki orta kubbe aynı zamanda aynı büyüklükteki sema meydanının tam üzerine konumlandırılmıştır. Bu sema kubbesini 9 sütun taşımaktadır. Genel yapı itibarıyla ise, 15 sütun tarafından taşınan 8 bağdadi kubbeye sahiptir.

Yer yer dökülmüş tavan işlemelerinde canlı mavi ve kiremidi renklerin hakim olduğu kalem işlerine yer verilmiştir. Türk empire motifleriyle ( ortada bitkisel motifler, onun kenarlarında kurdele, kordon, aşık yolu işlemeleri…) bezeli mekanı 44 pencere aydınlatmaktadır.

“IŞIĞA UÇAN PERVANELER”

MEVLEVİLİKTE SEMA

Semahanenin ortasında dünyadan soyunmuş, bambaşka bilinmeyen alemlerin aşk pervaneleri semazenler; dünyanın, gezegenlerin, yıldızların, feleklerin nuruna tutulup etrafında döndükleri güneş gibi, hem kendi etraflarında hem de semahane meydanı boyunca devrederler. Sema can sarhoşluğuyla Hak‘kın huzurunda bir devri alemdir. İnsan-ı Kamil’in sesi olan ney, özü olan kamışlığa hasretinden ağlarken; bu haliyle temsil ettiği insanın Hak‘ka vuslat özlemiyle tutuşmasının da sembolü olur.

“Kim olursan ol, yine gel !” diyen Hz. Mevlana‘nın 17 Aralık 1273 günü, kızıla kesmiş bir Konya akşamında candan vazgeçip, ebedi aleme göçmesinden sonra, oğlu Sultan Veled ve yakınları tarafından onun hoşgörü ekseninde şekillenmiş fikirleri üzerine Mevlevi tarikatı kurulmuş; bu edep-erkan üzerine Mevlana’nın yolunu izleyenlere Mevlevi denilmiştir.

Savaşlar, bozgunlar, göçlerle bedenleri ve ruhları çökmüş Anadolu halkları, ruhları tazeleyen bu fikirlerin ışığıyla içine düştükleri yılgınlıklardan sıyrılabilmişlerdir. Anadolu’yu karış karış dolaşan Anadolu erenleri, Rumeli’ nin fethinden hemen sonra Trakya üzerinden Balkanlar’ın en ücra yerlerine kadar bu fikirleri yayarak, insanlara ümit ve hoşgörü aşılamışlardır.

Yazımızın bu bölümünde mevleviliğin ritüellerinden en dirisi olan Sema‘dan bahsedelim.

Tevellü kelimesinin, Kur’an-ı Kerim‘deki Nereye dönersen, Allah’ ın likasını görürsün.” anlamını taşıdığı düşünülür. Mevlevi kelimesi bu kelimeyle ilişkilendirilir. Genel anlamıyla ise “Mevlana’ya edep ve erkanla bağlı olanlar” manası taşımaktadır.

Mevlevi ayinlerine mukabele adı verilir. Sema bu ayinin bir parçasıdır. Hz. Mevlana döneminde belli bir nizama bağlı olmayan sema, oğlu Sultan Veled ve Ulu Arif Çelebi‘den itibaren bir disiplin içine alınmış, icrası öğrenilir ve öğretilir olmuştur. Sema sembolik olarak kainatın oluşumunu, insanın alemde dirilişini, Hak‘ka aşkını, O‘nun vahdetini, kendi kulluğunun idrakini, İnsan-ı Kamil’e doğru iç yolculuğunu anlatır.

Sema edenlere semazen denilmektedir. Semahane denilen salonlarda yapılarak günümüze değin gelmiştir.

Ne yazık ki sema gösterileri, artık turistik mekanlarda, festivallerde, televizyon gösterilerinde, haiz olduğu o derin ruhtan uzaklaştırılarak yapılan turistik gösterilere dönüştürülmüştür. Bu çok üzüntü veren bir durumdur.

Sema meydanının bir ucunda mevlevi müziği yapan neyzen, kuddümzen, ayinhan ve naathanlardan oluşan bir musiki heyeti bulunur. Bunların karşısında, sema meydanın diğer tarafında şeyh postu yer alır. Post kırmızı renklidir ve en büyük manevi makamı temsil etmektedir. Postunda oturan şeyh ise Mevlana’yı temsil etmektedir. Kırmızı mevlevilikte zuhur ve tecelli rengi olarak görülmektedir. Bu yönüyle gün doğumu ve gün batımında güneşin kızıllığı, Hz. Mevlana’nın bir akşam vakti bu aleme veda etmesi gibi manalarla ilişkilendirilir ve post bu sebeple kırmızıdır.

Neyzen@BurakŞENBAKŞimdi mukabelenin ritüellerini bahsederek, semadan bahsedelim.

Şeyh, musiki heyeti ve semazenler semahanedeki yerlerini alırlar. Önce naathan tarafından Naat-ı Şerif okunur. Hz. Peygamber’e en içli seslenişlerden bir olan Naat-ı Mevlana, büyük bestekar Itri‘nin bir eseridir.

Ardından ney taksime geçilir. İnsan sesine en yakın ses oluşuyla insan ile özdeşleştirilen ney, insan lisanından Hak‘ka kavuşma özlemiyle semahanenin duvarlarına çarpa çarpa yakarır.

Bu bölümün ardından Devr-i Veledi başlar. Sultan Veled Devri denen bu bölümde, şeyh ve semazenler musikinin ruha fısıldadıklarıyla karşılıklı baş keserek, cemal cemale niyaz ederler. 3 devir halinde sürecek bu bölüm boyunca, ölümden sonra dirilmek, şeyhin rehberliğinde ebedi hayata geçiş anlatılır.

Öyleki semazenlerin başındaki külah onun mezartaşını, sırtındaki hırka mezarını, tennuresi ise kefenini temsil etmektedir.

Bu bölümün sonunda şeyh postuna geçer. Semazenler de sema için yerlerini alırlar.

Semazenler bir usul üzere hırkalarını çıkarırlar. Yani tüm dünyevi gereklerden, hırkalarının temsil ettiği mezarlarının onları örten tozlarınından silkelenirler. Şeyh postu önüne gelir, başkeser, herkes de ona riayet eder. Sema ayinini yönetecek semazenbaşı ilerleyip, şeyhin sağ elini öper, şeyh de onun sikkesini öper. Bu ritüel sema için bir destur istemektir. Ardından semazenler birer birer şeyhin önüne gelip cemal cemale görüşürler. Ardından ışığa uçan pervaneler gibi sema’a kanat açarlar.

Sema’da semazenlerin sağ eli dua eder gibi yukarıya, sol eli ise aşağıya doğru bakar. Bu demektir ki, ” Göğe ağarız, yere yağarız.” Bu, her mülkün Hak‘kın oluşunu, insanın Hak’tan aldığını ( sağ el ), halka saçmasını ( sol el ), insanın ise bunun için sadece bir vesile olduğunu anlatan bir ritüeldir.

Büyük bir vecd ile kendinden geçen semazenler hem kendi etraflarında, hem de meydan boyunca sema ederler. Sema can sarhoşluğuyla, Hak‘ kın huzurunda bir devri alemdir.

Semanın ilk devrinde alemleri seyreden semazenler, ilk selama değin O‘nun büyüklüğünü idrak ederler. Tüm dünyevi şüphelerden arınırlar.

İkinci selama kadar Hak‘kın birliğini, Vahdet‘i dile getirirler.

Üçüncü devrede artık kendilerinden geçen semazenler, mutlak kemale erip kendilerinden geçerler, kendi benliklerinde kaybolurlar.

Üçüncü selam bitip, dördüncü devreye geçilince şeyh de Mevlana’yı temsilen Sema‘a kalkar. Bu son devirde şeyh posta varıncaya değin, semazenler kendi etraflarında devrederler. Şeyh postuna varınca sema sona erer.


“Genç Mevleviler” ve “Gelibolu Mevlevihanesi’nde Sema” isimli fotoğrafları ile Tansel KAYA‘ya,

 “Ney’zen” fotoğrafı ile Burak ŞENBAK a

sonsuz teşekkürlerimizle…

Facebookpinterestmail