Kahve Bahane ; Limanköy Lezzet Limanı
Yaz mevsimi baharı kovup aniden inmeye görsün hele, Trakya’nın leb-i derya sayfiye beldeleri bir anda hınca hınç doluverir. Çoğu hepi topu üç beş bin nüfuslu olan bu beldeler dışarıdan gelenlerle öyle bir dolar ki, bu kalabalık içerisinde sabah akşam yolda izde rastlayıp selam verdiğiniz eşinizi dostunuzu bile gözleriniz seçemez olur. Yerel yönetimlerin eli ayağı birbirine dolanır. Temizlik hizmetlerinden tutun da trafiğe, konaklamadan tutun da yeme içme gibi turizm-hizmet sektörünün tüm damarları hızla tıkanmaya başlar.
Hiç gülmeyin; “Şu yaz bitse de gelenler gitse…” diyen yerel yönetimler, yoğun iş güç arasında her gün yüzüne baktıkları mavi sulara ayağını bile sokamadan yazı bitiren yöre insanını bilirim. Sözüm ona, “İstanbul’dan kaçacak bilmem kaç cennet köşesi…” mihvalinden şöhretini cilalamış bu beldelerden bile kaçacak “yakın yerler” ararken bulursunuz kendinizi.
Kırklareli’nin Demirköy ilçesine bağlı İğneada beldesi de böylesi bir yer. Uzun kumsalları, longozu, gölleri, akarsuları ve zümrüt ormanları ile İğneada’ya gelenlerin, en azından belde merkezinden kaçabileceği yukarıda saydıklarım gibi bi’ dolu yer olduğu söylenebilir. Çocukluğumdan beri her yaz mevsiminin en az birkaç gününü İğneada’da geçiren biri olarak, ki ben de seneden seneye artan o boğucu kalabalıktan en çok şikayetçi olanlardan biriyimdir; benim huzurlu sığınağım ise İğneada’ya beş kilometre mesafedeki Limanköy.
Kahve Bahane, Kahvaltısı Şahane; Lezzet Limanı
İğneada belde merkezinde durup yüzünü denize dönenlerin hemen gözüne çarpan ve azgın sularıyla köpüren Karadeniz’e bir at başı gibi uzanarak ayaklarının dibindeki limanı nispeten sakinleştiren o burundaki tepenin hemen üzerinde salınır Limanköy. Yine aynı denizin kıyısında durup güneşin yahut dolunayın Limanköy üzerinden yükselişinin tadını çıkartmanızı ayrı tavsiye ederim. Gerçi limanın hemen gerisinde yükselen ve günden güne çirkinleşen o yazlıklar sizi bi’ parça şaşırtabilir. “Limanköy orası da olamaz herhalde ?” dediğinizi duyar gibiyim. Merak etmeyin. Limanköy o yazlıkların daha gerisinde, şimdilik gözlerden bir parça olsun saklanmayı becerebilmiş bir huzur limanı olarak öylece duruyor.
“Şimdilik” diyorum, çünkü bu köyde yetişip, köyüne yatırım yaparak kırsaldan kalkınmayı destekleyen Uğur Demirgülle gibi genç ve vizyon sahibi bir ismin işlettiği Lezzet Limanı’nı son yıllarda kahvaltısı ve kumda kahvesi ile öyle bir çekim etkisi yarattı ki, şöhreti köyün az ilerisindeki bir buçuk asırlık Fransız Feneri ile yarışır hale geldi. Dolayısıyla, kendi halindeki bu köyü ziyaret edenlerin sayısı günden güne artar oldu. Hani, bir gün olup da Limanköylüler de İğneada gibi kalabalıktan şikayet eder hale gelirse, Uğur’a pekala da “Senden ötürü !” diyebilirsiniz.
Onunla tanışmanızı istiyorum… Uğur Demirgülle… Kendi deyimiyle “köyün delisi”... Edirne’deki üniversite eğitimini, İstanbul gibi yakın bir metropolde yaşama imkanını bir kenara bırakıp, Karadeniz’in hırçın dalgalarının ve sert poyrazının dövdüğü, Türkiye’nin en batısındaki birkaç yerleşimden biri olan Limanköy’e onu geri döndüren ne olabilir, siz ya da ben anlayamayabiliriz. Ama o kaçar gibi ayrılmış o boğucu ve büyük şehirlerden. Doğup büyüdüğü köyüne geri dönmüş. Hayata tutunmanın yolunu ise bir kırsal kalkınma modeli olarak benimsediği, ilmek ilmek işleyerek hayata geçirdiği turizm odaklı yatırımlarda bulmuş.
Önce köy meydanındaki kahvehaneyi kendine mekan edinerek başlamış işe Uğur Demirgülle. Köy meydanında onun gibi tatlı bir köy kahvesi daha bulamazsınız herhalde. Kahvenin önünde bulunan Atatürk büstündeki incelikleri sizin keşfinize bırakarak merakınızı perçinlemek istiyorum. E bi’ de, bir köyde bulunabilecek, gördüğünüz görebileceğiniz en güzel kütüphane binasını bu keşif duygunuza havale ediyorum. Biz dönelim Uğur’un, bu kahvehaneden ayrıldıktan sonraki yeni mekanına.
Limanköy’ün girişinden sağa ayrılan bir yol ile ulaşırsınız Lezzet Limanı’na. Burada kaybolmak diye bir durum söz konusu olamaz ama, yolda gördüklerinize “Uğur’un yeri neresi ?” diye de sorabilirsiniz. Köy meydanındaki kahvehanenin bir köşesini birkaç senedir işleten Uğur Demirgülle 2018 yaz sezonuna girmezden hemen önce mekanını Limanköy Lezzet Limanı adıyla yeni yerine taşımış. Kendisine ait yaklaşık 2600 metrekare alan üzerindeki bir araziye 200 metrekaresi kapalı, 100 metrekare açık alanı olan bir yeme-içme mekanı kondurmuş. İğneada yönüne doğru bir parça uzaktan da olsa bir deniz manzarası var.
“Kahvaltının mutlulukla bir alakası olmalı…” derler ya, Uğur’un da Lezzet Limanı’nda mottosu bu. Gelenler en çok da onun doğal, yerel ve pek çoğu kendi elinden çıkma ürünler ile hazırladığı kahvaltısı için geliyorlar. Uğur’un doğal orman yemişleri ve yörede yetişen meyveler ile hazırladığı reçelleri pek bir meşhur. Hani kahvaltınızı yapın ama mekanda kavanoz kavanoz salınan reçellerden de almadan gitmemenizi ayrıca tavsiye ederim. Yağı, balı, sütü, yumurtası, peyniri, pekmezi ne varsa bir kahvaltı için akla gelebilecek, kendi eli değmediklerini olabildiğince yöreden temin ediyor.
Bu arada mekanın bir dönümlük kendi bahçesi olduğunu ilave etmeliyim. Uğur Demirgülle yerli tohumlar ile, kimyasal gübrenin asla adım atmadığı bu alanda kendi sebzesini yetiştiriyor. Sonra, bu sebzeleri kahvaltılarında kullanıyor. Salça, közlenmiş sebze, sos, turşu gibi kışlık ürünlere dönüştürerek o aromaları, o nefaset ve doğallığı sonraki mevsimlere taşıyor.
Mutfaktaki lezzetlere mutlaka eli değiyor Uğur’un. Öyle iki domates kes, iki dilim peynir koy müşterinin önüne türünden bir kahvaltıdan bahsetmiyorum. Diyorum ya, bi’ defa sofraya ne geliyorsa eti sütü, sebzesi meyvesi hep buralardan. Tadını, kokusunu, nefasetini duyuyorsunuz öncelikle. Yöre mutfağında, bir köy sofrasında rastlayabileceğiniz türden lezzetleri bulabiliyorsunuz sofrada. Şehirlerde mantar gibi çoğalan, birbirinin aynısı menülere sahip, gözünü cebinizdeki paraya dikmiş tatsız tuzsuz kahvaltı tabaklarının kaçında yumurtalı ekmek yahut ekşimikli biber tadabilirsiniz ? Boşnak mutfağının enteresan lezzeti olan soka, başlıbaşına bir deneyim. Ya o Trakya’nın envai çeşit peynirlerine ne demeli ? Hele de keçi peyniri, en halisinden ? Of ki, of ! Aaaa, bir de Istranca ormanlarının tam da bağrından toplanmış orman meyvelerinden reçellere var ? Reçellerin saltanatına şerh koyan süt reçelini mutlaka ama mutlaka tatmazsanız, büyük kayıptasınız demektir. Soslar, marmelatlar… Güveçte pişen biber ve domatesin kaşar peyniri ile harmanlandığı ekmeğinizi bana bana yiyeceğiniz lezzet, Uğur’un kendi dokunuşlarından sebep “Uğur Beğendi” diye anılsa, çok mudur ? Mutlaka deneyin. Bu sadelikte, böylesi bir lezzet…
Gelgelelim, böylesi mükellef bir kahvaltı sofrasına cila ararsanız… Uğur’un kumda kahvesi sohbetin demini, cıvıl cıvıl kuş seslerinin eşlik ettiği manzaranın keyfini katmerleyecek cinseten. Ama ben Trakya’nın meşhur Balaban dondurmasının servis edildiği kavun çanağında dondurmayı da size önermiş olayım.
Uğur Demirgülle aynı zamanda kendi elleriyle yaptığı ve genellikle doğal orman ürünlerinden vücut bulan hediyelikleriyle de mekanın ruhuna ruh ve farklılık katıyor. Önümüzdeki senelerde onu konaklama hizmetiyle de görebileceğimizin müjdesini ufaktan çıtlatmış olayım. Ama tabi onun için biraz daha zaman var.
Limanköy’e gelmişken…
Öte yandan, kahvaltı öncesi yahut sonrası köyde küçük bir keşfe çıkabilirsiniz. Köy kahvesinin hemen yanında, Uğur’un eski mekanının yanı başındaki Limanköy Konukevi’ni mutlaka görmelisiniz. Burası, size yukarıda bahsettiğim köy kütüphanesinin de içerisinde bulunduğu iki katlı, dört bir yanı sarılıcı bitkilerle çevrelenmiş ilginç bir mekan. Köy kadınlarının toplanıp imece usulü üretim yaptığı, içerisinde kütüphanesi bulunan, aynı zamanda köye gelenlerin konaklamak için turizm maksatlı kullanabileceği çok amaçlı bir yapı. Mutlaka ama mutlaka ziyaret edin.
Köyün girişinden yolu ayrılan ve hepi topu birkaç yüz metre ileride, Karadeniz’in engin bir ufkuna panoramik bakan fener tepesine de uğramalısınız. Yörede Fransız Feneri olarak bilinen bir buçuk asırlık feneri aynı ailenin fertleri işletmiş tarihi boyunca. Fenere gelin gelen Selvet Nine’nin öyküsünü sayfalarımızda bulabilirsiniz. Bence önce o hikayeyi okuyun, ardından feneri ziyaret edip, fenere sırtınızı yaslayarak bu öykünün kahramanlarını bu bahçede hala salınırken hayal edin. Bulgaristan kıyılarından Kıyıköy’e, oradan İstanbul boğazına doğru dantel gibi uzanan kıyıların seyrine dalın.
Eğer ki kahvaltınızı bitirmişseniz ve yeni bir yerler daha keşfetmek niyetindeyseniz, size yaklaşık 10-12 kilometre uzaktaki Beğendik Köyü’nü tavsiye edebilirim. Türkiye’nin Karadeniz’in batısındaki en uç yerleşimi olan ve Bulgaristan’ın Rezova yerleşimiyle bakışıp duran Beğendik Köyü’nün hikayesi ayrı bir tat barındırıyor. Onun için de Sınırda Hayatlar içeriğimize göz atabilirsiniz. Ha bu arada, Beğendik’e gitmeye niyetiniz varsa, köydeki salaş bir mekanda yapılan tenekede tavuk tadabilmek için önceden haber vermeniz gerektiğini dip not olarak eklemiş olalaım.
Fotoğraflar : Mekanın sosyal medya sayfasından, izinle kullanılmıştır.