Kent Festivalleri Bir Şehrin Yüzüdür

Kent festivalleri bir şehrin yüzüdür.

Bir kentin tanıtımında fırsatlar sunan festivaller, o şehrin sosyo-ekonomik yaşantısının, sahip olduğu kültür sanat varlığının, turizm potansiyelinin adeta bir aynasıdır. Öyle festivaller vardır ki, şehrin bilinirliğinde adeta kimlik kartı görevi üstlenirler.

Gelgelelim, bir kentin sahip olduğu bu vizyon doğru yönlendirilemediğinde, yılların birikimiyle elde edilen bütün kazanımların bir anda aşınması gibi bir endişe de söz konusudur. Ne yazık ki, Trakya’daki kent festivalleri son yıllarda böylesi bir kısır döngüyle başbaşadır.

Yapılan hatalardan başında, çoğu zaman o yörede yetiştirilen bir ürünün yahut turizm değeri taşıyan bir öğenin sonuna “kültür sanat” titrinin eklenmesi kolaycılığıdır. Programın içeriğini zenginleştiremedikten sonra, “kültür sanat” titri acemice yapılmış bir dolgu malzemesinden öteye bir anlam ifade etmez.

İçeriği gece konserlerine getirilecek ve organizasyonun kasasına kaça mal olacağı su götümez, popüler müzik sanatçılarına ve onun beraberinde getireceği üç-beş paparazzi programının kamerasına emanet etme kolaycılığı ise kent festivallerinin en büyük handikapı olmaya başlamıştır.

Bu durum son yıllarda Trakya festivallerinde de kendini göstermeye başlamıştır. Bir menajerlik firması vasıtasıyla festivale davet edilen müzik sanatçılarını, kumpanyaya çıkmış gibi Trakya’nın neredeyse tüm festivallerini de görürsünüz. Hal böyle olunca birbirinin neredeyse kopyası işler ortaya çıkmaktadır.

Firma standları yüksek kiralar sebebiyle, ancak incik boncukçuya, sucuk ekmekçiye emanettir. Oysa gönül ister ki o standlarda, o yörenin kimlikli ürünleri de sergilenebilsin, satışa sunulabilsin. Şöyle bir hafızamızı yoklayalım; Çorlu’nun adı sürekli değişen kent festivalinde Trakya’nın bu en büyük yerleşminin sahip olduğu sanayi ve üretim gücünün ürünlerini görebilen beri gelsin. Buna karşılık yer gök incik boncuk tezgahıyla, gözleme ve kokoreç tezgahıyla doluydu.

Köklü bir festivale ev sahipliği yapan Kırklareli’de de durum böyle değil midir ? Şehrin otogarına peynirci kız heykeli dikip, “Kırklareli peynir kentidir.” demek başka, onları festival dokusu içinde şehre kattıkları değerle görmek başkadır. Hatırlayın; geçtiğimiz yıl Kırklareli’nin peynircilerinin festivalde neden olmadıkları ( ya da olamadıkları ) yerel basına taşınmış, tartışılmıştı. Okul öğrencilerini fuşya renkli Karagöz kostümleriyle salındırmaktan çok daha öte bir kazanımdır, Kırklareli’nin sosyo ekonomik dokusuna dair değerleri festivalde görmek.

Istıranca Ormanları’nın zengin doğasının, kısa vadeli çıkarlar için taş ve maden ocaklarına heba edilmesi tehlikesini ensesinde duyan bir coğrafyada, Pınarhisar’ın “Mahya Tepe Doğa ve Kano Şenliği” kutlaması gittikçe ironik bir hal almaktadır.

Sahip olduğu vizyonu bu yıl Tekirdağ da ne yazık ki terketmiş görünüyor. Tekirdağ’ın yarım asırlık kent festivali olan “Kiraz Festivali”yle boy ölçüşebilecek değerlerinden bir diğeri “Uçmakdere Uluslararası Yamaç Paraşütü Festivali”dir. Öyleydi mi demeliyiz yoksa ? Her yıl yerel yönetimlerce desteklenen festival, Hıdırellez Şenlikleri’yle birleştirilerek yerli yabancı yüzün üzerinde yamaç paraşütçüsünü ağırlarken, binlerce kişinin misafir olarak yöreye akın etmesinin önünü açıyordu. Gelgelelim, bu yıl festival sadece yamaç paraşütçülerinin haftasonu antremanlarından biriymiş havasından öteye gidemedi. Çünkü yerel yönetimler kendi gerekçelerini üreterek festivali kurumsal olarak destekten uzaklaştılar.

Haksız tarafları da yok değildi…Herkes payına düşeni alsın diye dile getiriyorum; Tekirdağ’daki yamaç paraşütü kulüplerinin sayısının ikiye çıkmış olması bir kazanım olması gerekirken, “senin festivalin benim festivalim” handikapını peşinden sürüklemiştir. Oysa “bizim festivalimiz” diye içselleştiremediğimiz hiç biri tam manasıyla beklenen etkiyi yapamayacaktır.

Edirne’nin geçtiğimiz günlerde kutladığı Kakava Şenliği, yüzlerce amatör-profesyonel fotoğrafçıyı, binlerce misafiri yöreye çekmeyi başarmış olmasına rağmen, festivaldeki organizasyon bozuklukları yerel basının en büyük gündemini oluşturmuştur. Edirne’nin Kakava’da olduğu kadar Kırkpınar döneminde başgösteren en büyük sonunu olan konaklama yetersizliği ise bir başka açmazdır. Öyle ki, Edirne’nin Ramazan aylarında doruğa çıkan ve binlerce kişiyi yöreye çeken manevi turizm potansiyeli de bu vizyonsuzluğa heba edilmektedir.

İşte tüm bu açmazların gölgesinde, Kırklareli de “22. Karagöz Kültür Sanat ve Kakava Festivali”ni tam bir “sır”a dönüştürmüştür. Sosyal medyadaki mecralarda aylar öncesinden festivalle ilgili sayfalar açan, katılımcıları davet edip duyuruların bu mecradan yapılacağını açıklayan organizasyon yetkilileri, festival programının hala açıklanmamış olmasıyla eleştirilmektedir.

Eleştirilere hak vermemek de mümkün değil. Festival programı Kırklareli’deki bazı kişi, kurum ve kuruluşlarla paylaşılmışken, “basın lansmanının festivalin başlayacağı hafta başına” sarkması sebebiyle kamuoyundan esirgenmesi anlaşılabilir bir durum değildir. Üstelik, Trakya Gezi Rehberi gibi; tanıtıma, festivalin duyurulmasına senelerdir destek vermiş basın-yayın organlarının takipçilerini bilgilendirmek için elinde kalan süre sadece 1 haftadır. Bu denli gecikme, ne yazık ki organizasyonun duyurulmasına, festivale gelmek isteyenlerin kendi programlarını ayarlamalarına bile yetmeyecek bir süredir.

Hal böyle olunca, şehirde şu an sadece bazı kişilere dağıtılmış festival programına ulaşmış olmamıza rağmen, basın etiğine saygı duyarak basın lansmanına kadar bu bilgiyi paylaşmayacağımız gibi, Kırklareli’nin tanıtımı için didinen bir web sitesi olarak “22.Kırklareli Karagöz, Kültür Sanat ve Kakava Festivali” ne ait programı, prensip gereği bu yıl program kamuoyuna duyurulduktan sonra da sayfalarımızda paylaşmayacağımızı, okuyucularımıza üzülerek duyuruyoruz.

Facebookpinterestmail