Mimar Sinan Gezi Yolu; EDİRNE
“Koca SİNAN her ne kadar Ağırnaslı, her ne kadar İstanbullu’ysa; bir o kadar Edirneli’dir. Yalnızca SELİMİYE’nin inşaası sürerken bir şehirde başından sonuna kadar yaşamıştır. Hatta yüreğinin ince sızısı, çok sevdiği torunu Fatma’yı bu şehirde toprağa vermiş; derler ki o derin sızısını Selimye’deki “ters lale” motifiyle zamana “Mühr-ü Sinan” diye nakşetmiştir.”
Daha önce İstanbul’dan Edirne’ye uzanan güzergahta yer alan, SİNAN’ın Trakya’daki eserlerine yer verdiğimiz; “MİMAR SİNAN GEZİ YOLU; Bir Payıtahttan Diğerine Yolculuk” isimli içeriğimizin ikinci bölümü olan ve onun EDİRNE payıtahtındaki eserlerine yer vereceğimiz ; “MİMAR SİNAN GEZİ YOLU; Edirne” içeriğimizi siz değerli okuyucularımızla buluşturuyoruz.
SELİMİYE
( SULTAN SELİM KÜLLİYESİ )
Sultanlar Şehri Edirne’nin ufkunu süsleyen, her biri birer mücevher değerindeki tarihi yapılar arasında, Mimar SİNAN imzasını taşıyan Sultan Selim Camii; halk arasında bilinen adıyla Selimiye, bir başyapıttır.
Koca SİNAN, onun eserleri hakkında fikir sahibi olduğumuz ve kendi anlatımıyla Şair Nakkaş Sai Mustafa Çelebi’ye yazdırdığı “Tezkiret-ül Ebniye”de Selimiye için; “Ustalık eserim” diyerek haklı övüncünü dile getirir. Selimiye’yi sadece abidevi bir dini yapıdan ibaret görmek yetmez. Selimiye, sanayi öncesi dönemde Osmanlı-Türk mimarisinin ve dahi dünya mimarisinin ulaştığı, bugün bile en büyük mimarları kendine hayran bırakan zirvesidir.
Ernst DİEZ’in onun hakkında söyledikleri bu görüşü en güzel özetleyen anlatımlardan biridir :
“Selimiye; mekan, büyüklük, yükseklik, topluluk ve ışık etkisi bakımından yeryüzündeki bütün yapılardan üstündür. Bu cami Osmanlı İmparatorluğu’nun Avrupa’daki gücünün halen devam ettiği XVI.yy’daki politik egemenliğini de vurgulayan son sultan yapısıdır.”
DİEZ bu sözleri ile Osmanlı’nın emperyal gücünün dini bir yapıda simgeleştiğinin kaydını da tarihe not düşer.
Mimar SİNAN’ın ellerinde taşın ve mermerin kumaş gibi vücut bulduğu yapı çini, ahşap, sedef ve kalem işleri gibi sanatsal öğeleriyle sanat tarihçilerinin gözlerini kendi üzerine çevirir.
Edirne’nin ufkuna çakılmış mıh gibi duran Selimiye, konumlandırıldığı alan ve çevresinde onunla organik bir bağ oluşturarak büyüyen kent dokusu itibarıyla şehir planlamacılığının en akılcı uygulamasıdır.
Şehrin her köşesinden, hatta sınırın çok ötesinden bile görülebiliyor olması, onun sahip olduğu değerler bütünüyle edindiği heybeti anlatmanın yanında, yalnızca naif, magazinsel bir ifade olarak kalmaktadır.
Mimar SİNAN’ın tüm dehasını ortaya koyarak, 80 yaşında yapmaya başladığı olgunluk dönemi eseri Selimiye; 28 Haziran 2011 tarihinde “UNESCO Dünya Mirası Komitesi” tarafından “Dünya Kültür Mirası” listesine alınmıştır.
Selimiye’nin Edirne’de inşa edilmesi ile ilgili görüşler…
Osmanlı İmparatorluğu’nun başkentinin o dönem İstanbul olduğu düşünüldüğünde, Selimiye gibi imparatorluğun politik gücünün dışavurumu olan böylesi abidevi bir yapının bir önceki payıtaht olan Edirne’de yapılması şaşırtıcı gelebilir.
Bu konuda söylenceler, kronolojik bilgiyle çatışan değerlendirmeler mevcuttur. Hatta bu abartılarla köpürtülmüş değerlendirmeler bazen akla yakın olanların önüne bile geçebilecek hale gelmiştir.
Bunlardan en bilineni Hz. Peygamber’in ( SAV ) bir rüyada Sultan II. Selim’e “Kıbrıs adasının fethi müjdesine erişince bu camiyi yapması” yönünde anlatımdır. Rüyaya göre Hz. Peygamber ( SAV ) caminin yerinin Edirne ve bu alan olmasını bizzat işaret etmiştir. Oysa Kıbrıs adasının fethi Selimiye’nin inşaasına başlanmasından daha sonra gerçekleşecektir.
Birçok padişah ve şehzade gibi Sultan II. Selim’in Edirne’ye olan sevgisinin yer seçiminde rol oynadığını düşünmek daha akla yakındır. Babası Kanuni Sultan SÜLEYMAN’ın İran seferine çıkarken Rumeli’den gelebilecek saldırılara karşı onu Edirne’de görevlendirmesi Sultan II. Selim’in Edirne’ye olan sevgisini perçinlemiştir. Edirne’ye çok daha farklı bir gözle bakmaya başlamıştır.
Üstelik babasının ölümünden hemen sonra Osmanlı mülkünün bu yeni sahibi, Avusturya ile yürütülen barış görüşmeleri sırasında gelişmeleri Edirne’den takip etmeyi tercih etmiştir. Bu yönüyle düşünüldüğünde Rumeli’nin derinlikleri ile İstanbul payıtahtı arasında Edirne korunaklı bir tampon bölgedir. Manevi bir “Sedd-i İslam” algısına sahiptir.
Bu konuda fikir beyan eden bazı araştırmacılar Selimiye Camii v eKülliyesi’nin İstanbul’da yapılamasını uygun arazi olmayışına; bazı araştırmacılar ise Sultan II. Selim’in Süleymaniye gibi bir başka mücevheri İstanbul ufkuna diken babası Kanuni Sultan Süleyman ile bir kudret yarışında gözükmek istememsine bağlarlar.
Yer seçimi ve sayısal büyüklükler…
Evliya ÇELEBİ’nin Seyahatnamesi’nde Selimiye’nin bulunduğu mevki için “Kavak Meydanı” diye bahsedilmektedir. Burası II. Murat Han tarafından yapımına başlanan ve Yıldırım Bayezid döneminde de gelişme gösteren Saray-i Atik ( Eski Saray ) arazisiydi. “Sarı Bayır” olarak da bilinen bu mevkide sarayın Baltacı Muhafızları Kışlası’nın olduğu bilinmektedir.
Bu bilgi Selimiye ile ilgili bir söylenceyi çürütmektedir. Bu söylencede “ters lale” süslemesinden bahsedilirken, Selimiye’nin üzerinde yapılması düşünülen arazisi içerisinde, bahçesinde lale yetiştiren bir kişinin yaşadığı ve arazisini cami inşası sırasında vermek istemediği dile getirilmektedir. Oysa ki, Edirne Eski Sarayı içerisinde olduğu bilinen böyle bir arazide halktan birinin bahçesi olması mümkün değildir.
Mimar SİNAN’ın inşaata başlamazdan önce tüm malzemeyi bu alana yığdırarak aylarca inşaata başlamadığı, böylece zeminin böylesi büyüklükte bir yapıyı taşıyabilmesi için oturmasını amaçladığı ileri sürülmektedir.
Selimiye Külliyesi’nin banisi Kanuni Sultan SÜLEYMAN’dan sonra tahta çıkan Sultan II. SELİM’dir. Yapının mimarı daha önceki dönemlerde Edirne’ye başka eserler de kazandırmış olan Mimar SİNAN’dır. Mimar SİNAN 1567 yılında şehre gelerek hesaplamalarına başlamış ve yapımı inşası ise 1568 yılından 1575 yılına kadar sürmüştür.
Hatta açılışı iki kişinin göremediği söylenir. 1574 yılı Kasım ayı olarak planlanırken birkaç ay gecikmeyle 1575’e sarkmış, açılışa az zaman kala vefat eden Sultan II. SELİM bu açılışı görememiştir. Bu açılışı göremeyenlerden bir diğeri ise caminin nakkaşlarından biri olan Hasan ÇELEBİ’dir.
Evliye Çelebi’nin kaydına göre; Selimiye’nin yazılarına nezaret ederken Hasan ÇELEBİ’nin bir gözüne kireç düşmüş, kalemlerini yıkadığı kireçli su ile fark etmeden gözlerini yıkayınca diğeri de görmez olmuş, bu üzücü olay üzerine II. Selim ona kaydı hayat şartıyla maaş bağlamıştır.
Edirne Sultan II. SELİM Külliyesi 22.202 m2 alana yayılmıştır. Revaklı avlu ile birlikte 2475 m2, caminin içi ise 1620 m2’dir. Zeminden kilit taşına kadar olan yükseklik 43.28 m. ölçülmüş, kubbe çapı ise 31.30 m. olarak kayda geçmiştir. Kubbe 6 m. çapında 8 fil ayağıyla taşınmaktadır.
Selimiye Camii’nin kubbesi yaklaşık 2000 ton ağırlığındadır. Kubbenin sadece kilit taşı 5 ton ağırlıktadır. Ana kubbeyi kaplayan kurşun kaplama yaklaşık 18 ton civarındadır. Kilit taşının üzerine denk düşecek şekilde 5 m. yüksekliğinde bir alem yer alır ve bu alem altın kaplamadır. Kubbe devri 98.88 m. olarak ölçülmüştür.
Caminin 4 minaresi vardır. Bu minareler 3.80 m. çapında ve külaha kadar 70.80 m. külah ve alem dahil 85 m. yüksekliktedir. Dikeylik hissini besleyen minarlr 3 şerefelidir. Son cemaat yerinin iki köşesinde olan minarelerin şerefelerine, birbirini görmeyen üç ayrı merdivenle çıkılmaktadır. Minarelere çıkılan kapılar kuzeybatı ve güneydoğu yönlerine doğru olmak üzere dış avluya açılır. İlk merdivenle 1. ve 3. Şerefelere, diğer merdivenle 2. ve 3. Şerefelere, sonuncu merdivenle ise 3. Şerefeye ulaşılabilmektedir.
SELİMİYE KÜLLİYESİ DIŞ AVLUSU
Külliye yapılarının çoğunun içinde bulunduğu dış avlu 190 X 130 m. ölçülerindedir. Cami yapısı onu bütünleyen revaklı iç avlu ile birlikte tam ortada konumlandırılmıştır. Cami bütünlüğü iç mekan ve revaklı avlu olmak üzere yaklaşık 60 X 44 m. ölçülerine sahip iki eşit bölüme ayrılmıştır.
Edirne Sultan Selim Külliyesi’nin dış avlu duvarları dikine sık aralıklarla yerleştirilmiş taş sütunların bağlanması ile oluşturulmuştur. Duvarlar camiyi üç yönden serbestçe dolanırken, sonradan camiye gelir sağlanması için eklenmiş Arasta yapısına yaslanan çevre duvarı iç avludan görülebilmekte; arasta kodunun yaklaşık 5 m. derinliğe sahip olması sebebiyle dışarıdan bu duvarlar arasta cephesi bütünlüğü içindeymiş gibi bir algıya sebep olmaktadır.
Dış avludan şehir dokusuna ve arasta yapısının olduğu bölüme 8 farklı kapı ile geçilir. Bu kapılardan kıble yönünde olanı Dar’ün hadis ve Dar’ül Kurra medreselerinin içerisinde yer aldığı küçük avlucuğa girişi sağlar. Bu kapı eskiden “Dilenciler kapsı” adıyla bilinirdi. Cenazeler bu kapıdan çıkarılırdı.
Kuzeybatıda kıble eksenini karşılayan, böylece girişten bakıldığında cami iç avlusunun görkemli taç kapısı ile cami harimine girişi sağlayan taç kapıyla aynı dizlişte yer alan dış avlunun ana kapısı “Alay kapısı” adıyla bilinir. Burası ayrıca “Orta kapı” adıyla da anılmaktadır.
Alay kapısının uzandığı cephenin iki köşesine yakın konumlanmış iki ayrı kapı daha vardır. Bunlardan biri “Muvakkathane kapısı”, diğeri “Aralık kapısı” ismiyle bilinmekteydi.
Dış avlunun Edirne Müzesi ile Taş Odalar Konakları’nın bulunduğu caddeye açılan yönünde 2 ayrı kapı bulunmaktadır. “Taş Odalar Kapısı” daha dersane öğrencilerinin kullandığı bir kapıydı. Bu cephede yer alan ve günümüzde Edirne Müzesi yönüne açılan diğer kapı ise “Arabacılar Kapısı” adıyla anılırdı. Külliyenin levazım işleri bu kapıdan yürütülürdü.
Arastanın yaslandığı cephede ise arasta yapısına geçişi sağlayan iki kapı bulunmaktadır. Merdivenlerle arasta yapısının cami duvarı boyunca uzandığı kapılardan biri “Hamam kapısı”ydı. Dar’ül Kurra ve Dar’ül Hadis Medresesi öğrencileri, müderrisleri ve hademeleri için sabah namazından önce açılır akşam kapatılırdı. Günümüzde arastanın içerisinde yer alan Kara Mustafa Paşa Çeşmesi’nin başına açılan “Mektep Kapısı” ise yine öğrenciler ve müderrisler tarafından kullanılan bir kapıydı. Arasta bütünlüğü içerisinde yer alan “Sıbyan Mektebi”ne ulaşımı sağladığı için bu ismi almıştır.
Dış avlunun kıble cephesinde, cami bütünlüğünün güneydoğu ve güneybatı köşelerinde Dar’ül Kurra ve Dar’ül Hadis Medreseleri yer alır. Günümüzde bu medrese yapıları Selimiye Vakıf Müzesi ( Dar’ül Kurra ) ve Kültür Bakanlığı Edirne Müzesi İslam Eserleri Müzesi ( Dar’ül Hadis ) görevlerini üstlenmektedir.
Bu medreselerin dışa doğru taşkın dersane odasının olduğu yüzeyleri caminin kıble yönünde konumlandırılmış küçük bir avluya açılmaktadır. Burada küçük bir kabristan yer alır. Burada dört sütun üzerine kubbeyle vurgulanmış açık türbe III. Ahmet’in oğlu Şehzade Selim’e aittir. Napolyon ile savaşmış ve onu zorlamış Dilaver Bey’in mezarı da bu kabristanda yer alır. Dilaver Bey Cezzar Ahmet Paşa’nın da torunudur. Süslemeleriyle dikkat çeken bir diğer mezartaşı ise enteresandır. Osmanlı’nın sanata ve sanatkara verdiği değeri yansıtabilecek bu çok özel mezar taşının üzerinde bir palet ve ressam fırçası betimlenmiştir.
Bu küçük avlu daha önce bahsettiğimiz “Dilenciler kapısı” denilen kapı ile şehir dokusuna açılır. Cenazeler bu avludaki musalla taşlarından alınıp, yine bu kapı kullanılarak defnedilmek üzere Selimiye’den çıkarılırdı.
Dış avlu bütünlüğü içerisinde, avlunun kuzeybatı köşesinde, arasta çarşısının bu yöndeki giriş kapısının üzerine denk düşen bir “Muvakkıthane” yapısı yer alır. Namaz vakitlerinin, Ramazan ayı imsakiyelerinin ve tarih-zaman hesaplamaları ile alakalı hususlarda astronomik bilgilerin temin edildiği kurum olan muvakkıthane bir çeşit gözlemevidir.
Dış avlu bütünlüğü içerisinde yer alan ağaçlar bahçeyi kimlikli kılmaktadır. Bu ağaçlardan Doğu Çınarı ve Londra Çınarı türlerinde 3 tanesi tescilli ağaçlar olarak korunmaktadır.
REVAKLI AVLU
Selimiye’nin revaklı avlusu ( iç avlu ) 2475 m2 büyüklüktedir. Biri görkemli taç kapı yönünden olmak üzere sağda ve solda iki kapıdan daha girilir. Revaklar 16 büyük sütun üzerine 18 kubbeli olarak planlanmıştır. Kubbeler son cemaat yerinin üzerinde 5 adet, orta boy 9 kubbenin biri taç kapı ( Cümle kapısı ) üzerinde, ortada ve bir parça geride diğerleri dörder dörder bu taç kapının iki yanı boyunca uzanışla dizildiği, sağ ve sol cephe revaklarının üzeri ise daha küçük ve dörder dörder konumlandırıldığı görülmektedir. Kubbeler kurşun kaplamadır.
Selimiye Camii revaklı avlusundaki 16 sütun imparatorluğun çeşitli köşelerinden gelmiş devşirme malzemedir. Bu mermerler Kıbrıs Adası, Marmara Adası ve Kapıdağ Yarımadası civarı ile Suriye ve Aydıncık harabelerinden getirilmiştir. Revaklı avluda revakların altı kesme taş, ak mermerden şadırvanın yer aldığı avlu içi ise mermer kaplıdır.
Revaklı avlunun ortasındaki şadırvan ak mermer malzemedendir. Onaltıgen formdaki şadırvan Mimar Sinan’ın abdest şadırvanları içerisindeki en büyük şadırvanı ünvanını da taşır. Onaltıgen mermer panoların üst kısmı geometrik motifli kafesli olup onun üzerinde bunları birleştiren motifli bir bordür göze çarpar. Her panonun alt kısmında abdest alanların ayaklarını dayayabileceği bir çıkma eklenmiştir.
Selimiye Camii’nin son cemaat yeri saçakları alçak tutularak, avludan bakanlar için Selimiye’nin dikey yükselişini engellemesinin önüne geçilmiştir. Son cemaat yeri revakların olduğu cami duvarına yaslanan iki fil ayağı bu yüzeye dair süslemeleri belirleyen ana öğedir.
SELİMİYE CAMİİ İÇ MEKANI
Camiye taç kapı hariç sağ ve solda olmak üzere üç ayrı kapıdan girilir. Taç kapıdan mekana girince kapının sağ ve solunda iki girintili bölmede iki büyük gümüş kapak göze çarpar. Bu kapaklar eskiden burada camiye gelenlere dağıtılan şerbet kuyularının kapaklarıdır.
Kubbe : Cami içerisindeki bütünlük algısını mekansal topluluk, derinlik ve ışık etkisi ile perçinleyen ana kubbe belirlemektedir. Kubbe Mimar Sinan’ın ibadet mekanlarındaki tek kubbe mimarisi denemeleri içerisinde bir başyapıttır. Hatta bu kubbe o dönemden günümüze değin seyyahların, yazarların, mimar ve mühendislerin ortak kanısını yansıtacak şekilde “İnsan üstü bir deha ürünü…” olarak görülmüştür.
Kubbenin simgesel anlatımı çok güçlüdür. O dönem için imparatorluğun siyasi, askeri ve medeniyet seviyesinin dini ve sosyal bir yapıda ifadesi olmuştur.
Kubbe zeminden 43.28 m. yüksekliktedir. 31.30 metre çapındaki kasnak 98.88 m. çevrelemektedir. Mimar Sinan’ın bu kubbe denemesi ile Ayasofya’nın kubbesini geçmeyi arzuladığı sık sık dile getirilmektedir. Mimar Sinan’ın birkaç santimlik hesaplama farkıyla bunu başaramadığını düşünenler, Ayasofya’nın kuzey-güney doğrultusunda 31.87 cm, doğu-batı doğrultusunda 30.86 m. ölçülen elips şeklini pek dile getirmek istemezler.
Bu defa Ayasofya’daki 55.60 m. boyutlarındaki derinliği öne sürerek başka bir hesaplaşma içine girerler. Oysa Ayasofya’nın kubbesi basıktır. Selimiye’nin kubbesi Ayasofya’nınkine nisbeten kubbe kasnağından itibaren, Mimar Sinan’ın Tezkiret’ül Ebniye’deki anlatımına dayanarak Ayasofya’ya göre daha derindir. Tam bir yarıküredir.
Ana kubbe birbirine kemerlerle bağlı 8 fil ayağı üzerine oturur. Bu ana kubbenin alt kısmında kareye yakın planlanan ibadet mekanı, yanlara doğru iç revaklar altına genişleyerek 45 X 36 m. ölçülerinde dikdörtgen bir ibadet mekanına dönüşür. Buna rağmen bu genişleme ana kubbeyi algılamayı engellemez. Ayasofya’da ise ana mekan yan koridorlar ve sütunlar arasında uzayarak mekan bütünlüğünü zedeler, atmosferi daha kasvetli bir hale büründürür. Mekanın kubbe bütünlüğü ile örtüşen ifadesini güçlendiren ışık etkisinden de bahsetmek gerekir. Kubbe kasnağından itibaren zemine kadar yan duvarlar boyunca inen pencereler öyle dengeli ve estetik bir anlatımla vurgulanmıştır ki, mekanın ruhunu yükseğe çeken önemli bir öğeye dönüşüverir.
Burada yeri gelmişken pencereler ile ilgili Selimiye’nin kudretini köpürtmek için halk arasında yayılmış bir söylencenin yalnışlığından bahsetmek gerekir. Zira Selimiye’nin kendinden menkul görkeminin böylesi bir abartıya hiç ihtiyacı yoktur. Halk arasındaki söylenceye göre Selimiye’nin pencerelerinin sayısı 999’dur. Oysa ki 40 tanesi kubbe kasnağında, diğerleri yan duvarlar boyunca rastladığımız gengeli dağılışıyla iç mekandakii pencere sayısı toplam 342, cami bütünlüğünden gördüğümüz iç avluda ise 42’dir. İç mekandaki bazı pencerelerin üzerinde “Allah göklerin ve yerin Nur’udur” yazısı yer almaktadır.
Minber: Selimiye Camii minberi Osmanlı camileri içerisinde rastlanabilecek en göz alıcılarının başında gelmektedir. Mermerden geometrik motifli minber yekpare taştandır. Yeşil kadife üzerine gümüş işli perdenin ardından çıkılan minber 25 basamaklıdır. Minber külahı çini süslemeli detayı ile bu zerafete zerafet katar.
Mihrap : Selimiye Camii mimberinde olduğu gibi imamlara ayrılmış ve kıble duvarı üzerinde ortada konumlandırılmış olan mihrap mermer işçiliğinin güçlü anlatımlarından biridir. Etrafını çevreleyen kıble duvarı boydan boya çini işçiliğinin ulaştığı zirvedeki örneklerle bezenerek mihrap vurgulanmıştır. Mihrapta kabartma çinilerle Amenneresulü ve Fatiha surelerine yer verilmiştir.
Mimar Sinan’dan farklı bir “Müezzinler Mahfeli” denemesi…
Müezzinler Mahfeli Selimiye Camii’ndeki en dikkat çeken detaydır. Camiye girenleri kubbenin tam altına konumlandırılmış müezzinler mahfeli karşılar. Bu yorum Sinan Camileri’nde rastlanan bir durum değildir. Bazı sanat tarihçileri müezzinler mahfelinin mekanın tam ortasında yer almasını eleştirmişler, mekanın her tarafı görülebilecek ufkunu gölgelediğini öne sürmüşlerdir.
Bazı sanat tarihçileri ise göğe yükselen görkemli kubbenin altında yer alışını anlamlı bularak, bu gök kubbe altında “Allah’a yükselme yakarışlarının en iyi nida bulacağı yer.” olarak görmeyi tercih etmişlerdir.
Selimiye Camii müezzinler mahfeli 6 X 6 metre ebatlarında, zeminden yüksekliği 180 cm, 11 mermer ayak üzerine konumlanmış ahşap bir yapıdır. Mahfelin oturduğu 12. ayak mahfelin üzerine çıkılan merdivenlerin içinde konumlandırıldığı mermer bir sütuna eklemlenmiştir. Mahfelin üzerine elma ağacından kakma fletolar ve zengin renklerle bezenmiş kalem işlerinin olduğu orijinal ceviz korkuluklu merdivenlerle çıkılır. Üst kat zemini yine ceviz korkuluklarla çevrelenmiştir.
Müezzinler mahfelinin alt kısmında ortaya konumlandırılmış mermer bir şadırvancık bulunur. Halk arasında suyunun zemzem suyu olduğu rivayeti eskiden beri anlatılmış durmuştur.
Müezzinler mahfelinin altına geldiğinizde sizi bir başka estetik anlatım karşılar. Mahfelin alt tabanını bezeyen çarkıfelek motifi… Köklerini budizm felsefesinden aldığı söylenen böylesi bir motifin bir İslam ibadethanesinde yer bulması tuhaf bulunabilir. Sembol sonsuzluğu simgelediği için Koca Sinan bu eserin ilelebet yaşaması dileğini vurgulamıştır.
1950’lerde Selimiye Camii’nde yürütülen restorasyon çalışmalarında bir kaza yaşanmış ve iskele çökerek müezzinler mahfelinin ahşap dokusuna zarar vermiştir. Daha sonra yapılan çalışmalarla bu zarar giderilmeye çalışılmış, orijinaline sadık kalınarak mahfelin ve dahi çarkıfelek motifindeki kalem işleri yenilenmiştir. Bu işlem yapılırken olabildiğince az müdahale edilerek eski dokunun muhafazasına özen gösterilmiştir.
Müezzinler Mahfelindeki “Ters Lale” Motif…
Selimiye hakkında üç aşağı beş yukarı fikir sahibi olan hemen hemen herkesin bildği bir şey varsa o da sanırız ki “Ters Lale” motifidir. Eskiden beri söylencelerle köpürtülmüş, şöhreti perçinlenmiş bu motif, Selimye Camii çinilerinde de tesbit edilebilen 101 lale motifinden sadece biridir.
Osmanlı’dan günümüze lale motifi estetik, kültürel ve mistik anlamlar ifade eder. Allah ve lale sözcüklerinden aynı harflerin bulunması, eski harflerle yazılıp tersten okunduğunda Osmanlı ve İslam’ın beratı sayılan “Hilal” sözcüğünün okunması gibi anlamlar yüklenmiştir. Osmanlı’da yetiştirilen laleler Avrupa’ya taşınarak “Lale Çılgınlığı” denilen tarihe bilinen ilk ekonomik spekülasyon hareketine sebep olmuş, bazı Avrupa ülkelerinin en büyük ekonomik girdi kalemi haline gelmiştir. Osmanlı’da “Lale Devri” denen bir dönemin adı olan bu zarif çiçek, günümüzde Osmanlı’nın kadim başkenti İstanbul’un ve dahi çağdaş Türkiye’nin turizm tanıtım logolarının ana figürü olmuştur.
Ters lale motifi müezzinler mahfelinin kuzeydoğu ayağındaki mermer üzerine nakşedilmiştir. Hakkındaki söylenceler muhteliftir. Bunlardan en magazinsel olanı şüphesiz cami yapılmazdan önce burada bahçesinde lale yetiştiren birinin yaşadığı ve cami inşası için arazisini vermek istemediği yönündeki anlatımdır. Gelgelelim burası zaten Edirne Eski Sarayı arazisi içerisinde bir alandı. Bu sebeple burada halktan birisinin evi olması fikri baştan dayanaksızdır. Buna karşılık masalsı anlatımı maalesef ki turizm rehberlerinin bile bunu kullanışlı bir turizm pazarlama yöntemi olarak baş tacı yapmasına yetmiştir.
Ters lale motifi ile ilgili bir diğer rivayet yine böylesi mistik öğeler taşır. Lale motifini günler geceler boyunca çalışmaktan gözleri kör olmuş bir ustanın nakşettiği, bunu yaparken de motifi ters işlediği söylenir.
Ters Lale motifi ile ilgili en akla yakın öykü Mimar Sinan’ın bizzat kendi hayat hikayesinde aranabilir. Mimar Sinan Selimiye Külliyesi’nin yapımı süren seneler boyunca, İstanbul hariç eser verdiği başka hiçbir şehirde olmamak üzere, bizzat Edirne’de yaşamıştır. Hal böyle olunca yaşı hayli geçkin olan Sinan’a bakmak üzere ev halkından yakınları da ona refakat etmişlerdir. Torunu Fatma onlardan biridir ve Mimar Sinan’ın çok sevdiği biridir. Fatma Hatun Selimiye’nin yapımı sürerken Edirne’de hayatını kaybeder. Bu şehre gömülerek Mimar Sinan tarafından yapımına başlandığı ileri sürülen ve günümüzde var olan Fatma Hatun Kabristanı’na defnedilir. Bu zamansız ayrılış Mimar Sinan’ı çok derinden etkiler. Bu hüznünü, yürek burukluğunu Selimiye Camii’ndeki ters lale motifiyle ifade etmek ister.
Hünkar Mahfeli : Hünkar Mehfeli Selimiye Camii’nde sol ön köşede konumlandırılmıştır. Mahfeli dört kemerle bağlanmış dört mermer sütun taşımaktadır. Mahfel Osmanlı çini sanatının, hele ki İznik çiniciliğinin en nadide örnekleri ile bezenmiş; mahfelin kıble duvarında hünkar mihrabının yan tarafında bulunan çinilerden bir kısmı Osmanlı-Rus Savaşı sonrasında ( 1877-78 ) Rusya’ya kaçırılmıştır. Mustafa Kemal ATATÜRK’ün emriyle buradan eksilen çini motifler sonraki restorasyonlarda tamlanmamış, mahfel hizasında kubbecikte gözlenebilen Bulgar işgali yıllarından ( 1912-13 )kalan top izi de onartılmayarak savaşların yıkıcı etkileri vurgulanmıştır.
Caminin başta kıble duvarı ve pencere alınlıkları olmak üzere birçok yerinde vurgulanan İznik çinilerinin kompozisyonundaki bütünlüğe bakıldığında Hünkar mahfeli çinileri farklı bir yerde durur. Bu çiniler arasında yer alan meyve vermiş iki elma ağcı betimlemesinin olduğu pano göz alıcıdır. Elma fidanının kökü karanfil, sümbül ve lale motifleriyle zengin bir anlatım kazanırken, bahar esintisi taşıyan erik fidanı motifi bu mekanı göz alıcı kılmaktadır.
Hünkar mahfelleri cemaatin namaz kıldığı zeminden yükseltilmiş mekanlardır. Mimar Sinan Selimiye Camii hünkar mahfelinin mihrap alınlığına yazdırdığı bir ayet-i kerimeyle padişaha kibire kapılmayıp ölümü daima hatırlaması için zerafet yüklü bir hatırlatma yapmayı yeğlemiştir.
Şura Suresi 89. ayette İbrahim ( AS ) hikaye edilerek ; “Kıyamet günü ( sizi ) ancak selim bir kalp kurtarır.” buyrulmaktadır.
SELİMİYE’nin MİNARELERİ
Selimiye Camii minareleri bu güçlü anlatıma sahip abidevi yapıya yakışan bir etki yaratmaktadır. Fil ayaklarının üzerine oturan ağırlık kuleleri, abidevi kubbe ile birlikte dikine yükselişiyle camiye heybet katar.
Yukarıda bahsettiğimiz üzere; Selimiye Camii’nin 4 minaresi vardır. Minareler 3’er şerefelidir. Minareler 3.80 m. çapında ve külaha kadar 70.80 m. külah ve alem dahil 85 m. yüksekliktedir.
Son cemaat yerinin iki köşesinde olan minarelerin şerefelerine, birbirini görmeyen üç ayrı merdivenle çıkılmaktadır. Minarelere çıkılan kapılar kuzeybatı ve güneydoğu yönlerine doğru olmak üzere dış avluya açılır. İlk merdivenle 1. ve 3. şerefelere, diğer merdivenle 2. ve 3. şerefelere, sonuncu merdivenle ise 3. şerefeye ulaşılabilmektedir.
Bu merdiven uygulaması Mimar Sinan’a has değildir. Daha önce Edirne Üç Şerefeli Camii’nde denenmiştir. Mimar Sinan’ın dehası bu sır yüklü mimari uygulamayı çok daha ince bir minarede başarmasında gizlidir. Selimiye’nin minareleri Yeni Delhi’deki Kutb’ül Minar’dan sonraki en yüksek minarelerdir.
Minarelerden iki tanesi içe oyuk diğer ikisi dışa oyuk kabartmalarıyla “erkek ve dişi minareler” olarak değerlendirilirler. Bu ifadeyle Sinan’ın sosyal hayat içerisindeki kadın ve erkeğin birlikteliğini, eşitliğini vurguladığı yönünde fikir bildiren sanat tarihçileri bulunmaktadır.
DAR’ÜL KURRA ve DAR’ÜL HADİS MEDRESELERİ
Mimar Sinan’ın çifte medrese düzenlemelerinden en güzelleri Selimiye Külliyesinin kıble duvarının iki köşesinde yer alan Dar’ül Kurra ve Dar’ül Hadis Medreseleri’dir. Medreseler külliye duvarları dışındaki sokak kodundan yüksekte oluşuyla, Mimar Sinan’ın eğimli arazileri kullanma becerisini de ortaya koymaktadır.
Kareye yakın dikdörtgen planlı medreselere mukarnaslı anıtsal bir kapıdan girilmektedir. Bir iç avluya bakan sıralı hücre dizilişine sahiptirler. Sütunlarla taşınan revakların örtüsü avluya eğimli beşik tonozlu örtüsü hücrelerden alçak tutulmuştur. Medreselerin avluya bakan duvarları taş dizilişte iken, dışarıya açılan duvarları taş ve tuğlanın almaşık kullanımına sahiptir.
Her iki medresenin de kıble yönündeki küçük avluya bakan yüzeylerinde, avluya taşan ve öğrenci hücrelerinden daha büyük ölçüleriyle kendini ele veren dersane yapıları bulunmaktadır.
Medreselerden Dar’ül Hadis dersane yapısı, öğrenci hücreleri ve helalardan oluşmaktadır. Dar’ül Hadis Medresesi’nin hücreleri 18 tanedir. Üzerleri kubbelve baca dizilişiyle vurgulanmıştır. Hücrelerin altta iki üstte ise sivri kemerli bir pencere dizlişine sahiptir.
Külliyenin ve dahi caminin kuzeydoğu köşesinde yer alan Dar’ül Hadis Medresesi günümüzde Kültür Bakanlığı Edirne Müzesi bünyesinde hizmet veren Türk-İslam Eserleri Müzesi olarak hizmet vermektedir. Müzeye giriş ücretlidir.
Külliyesnin kuzeybatı köşesinde yer alan medrese ise Dar’ül Kurra Medresesi’dir. Kareye yakın dikdörtgen planıyla Dar’ül Hadis’e benzese de, buradaki hücre dizilişi L planlıdır. Bu bölümde 11 hücre ile birlikte bir dersane yapısı ve helalar yer alır. İç avluya bakan revaklar Dar’ül Hadis’te olduğu gibi beşik tonoz örtülü ve avluya eğimli; kubbe ve dersane yapıları ise kubbeli vurgulanmıştır.
Dar’ül Kurra Medresesi günümüzde Vakıflar Genel Müdürlüğü mülkiyetindeki Vakıf Eserleri Müzesi olarak hizmet vermektedir. Müzeye giriş ücretsizdir.
SELİMİYE ARASTASI
Arastalar çeşitli iş kollarının, esnaf loncalarının hizmet verdiği çarşılardır. Selimiye arastası da Selimiye Camii’ne gelir sağlamak maksadıyla yapılmıştır. Kimin yaptığı konusu çeşitli görüşlere dayandırılarak şüpheli görülmüştür. Sultan Selim’den sonra tahta çıkan III.Murat tarafından Mimar Davut Ağa’ya yaptırıldığı ileri sürülmektedir.
Buna karşılık külliye avlusundan yaklaşık 5 m. düşük kodda, külliyenin doğu duvarına yaslanan uzanışıyla, Mimar Sinan’ın bunu zaten önceden tasarlamış olabileceği, düşünmemiş olmasının mümkün görülmediği güçlü bir görüştür. Zira Mimar Sinan özellikle eğimli, düşük kodlu ve zorlu arazilerin değerlendirilmesi konusunda büyük başarı sahibidir. Dolayısıyla külliyenin avlu duvaları dışındaki kod farkının yarattığı bozukluğu, arastayı bizzat planlayarak aşmaya o devirde ancak onun dehasının yetebileceği ileri sürülmektedir.
Öte yandan dua kubbesi ve Sıbyan Mektebi yapıları Sinan üslubunun özelliklerini taşırken, bu yapılara arastanın eklemlenmiş olması da onu Sinan’ın tasarlamış olabileceğini düşündürür. Ola ki; Sinan’ın zaten külliye için planladığı bu yapıyı yapmak yahut tamamlamak Mimar Davut Ağa’ya nasip olsun. Bu sanat tarihçilerinin araştırmasına muhtaç görülmektedir.
Gelelim Selimiye Arastası’na…
Selimiye Arastası külliye’nin dış avlusunun kuzeybatı köşesinde yer alan muvakithane hizasından başlayıp, külliyenin doğu duvarına yaslanarak güneybatı köşesindeki Dar’ül Kurra Medresesi’nin bitimine kadar devam eder. Her iki ucunda iki kapısı olan bu uzun kol 225 metredir.
Yapının ortasında Kara Mustafa Paşa Çeşmesi’nin karşısından Sıbyan Mektebi’ne kadar devam eden bir kısa kola sahiptir. Bu kısa kol cami iç avlusuna girişi sağlayan doğu-batı eksenli kapılarıyla aynı diziliş üzerindedir. Bu dizilişin arasta üzerinde kesiştiği yerde Osmanlı arasta yapılarında gördüğümüz dua kubbesi yer alır.
Cami avlusunundan yaklaşık 5 m düşük kodda uzanan arastaya Kara Mustafa Paşa Çeşmesi başından yükselen dört mertebeli merdivenler ile çıkılır. Ayrıca Dar’ül Kurra Medresesi’nin arastayla kesiştiği ve caminin dış avlusuna açılan bir başka kapı ile de arastaya geçiş sağlanmıştır. Arastada günümüzde de sağlı sollu dizilişte esnaf dükkanları yer almaktadır.
SIBYAN MEKTEBİ
Selimiye Külliyesi bünyesinde fakat dış avlu bütünlüğünün de dışında bulunan Sıbyan Mektebi, Mimar Sinan eserleri hakkında bilgi sahibi olduğumuz Tuhfet’ül Mimarin adlı eserde tarihe kayıt düşülmüştür. Arastanın uzun ve kısa kollarının kesiştiği köşede ve her ikisinin duvarlarına bitişik olan Sıbyan Mektebi eğimli araziyi kullanabilmek için zeminden yükseltilmiştir. Öte yandan yapının Mimar Sinan elinden çıktığını destekleyecek şekilde; Sıbyan Mektebi’nin kubbeleri Dar’ül Hadis ve Dar’ül Kurra Medreseleri’nin kubbeleriyle eşit seviyeye taşınmıştır. Böylece Sıbyan Mektebi ona bitişik fakat daha geç bir tarihte yapıldığı izlenimi veren arasta yapısına göre vurgulanmıştır. Sıbyan Mektebi’nin arastanın kısa kolundan girilen kapısıyla aynı yöne, batıya bakan revaklı terasına döner merdivenlerle çıkılır. Bu revaklı terasın yan duvarları kapalı tutulmuştur. 7.85 X 8.20 m büyüklüklere sahip dersane yapısının iç mekanında incelikli bir işçilik göze çarpar.
TAŞLIK CAMİİ
( MAHMUT PAŞA CAMİİ )
Taşlık Camii Edirne’nin aynı isimli semtinde, Selimiye Camii’ne ancak bir yürüyüş mesafesi uzaklıktadır. Banisi Fatih Sultan Mehmet dönemi sadrazamlarından Mahmut Paşa’dır. Bu sebeple bazı kaynaklarda Mahmut Paşa Camii ismiyle yer almıştır. Eserin yapım tarihi net olmasa da Mahmut Paşa’nın 1474 tarihli vakfiyesindeki bilgilerden bu tarihten birkaç yıl evel yapıldığı anlaşılmaktadır. Tarihçiler fikir çokluğuyla bu zamanı 1470 olarak kayda geçmişlerdir. Yapıyı 1929 yılında inceleyen Ekrem Hakkı Ayverdi ise ( Osmanlı Mimarisi’nde Fatih Devri ) bu tarihi 1473 olarak vermektedir.
Yapıldıktan sonraki bilinmeyen bir süreçte harap olduğu düşünülen cami, Mimar Sinan tarafından bir asır sonra büyük bir onarım geçirmiştir. Selimiye’nin inşasının sürdüğü sıralarda ( 1567-75 ) Mahmut Paşa Camii’nin onarımı ile de ilgilendiğini Mimar Sinan eserleri hakkında bilgi sahibi olduğumuz tezkireler vasıtasıyla öğreniyoruz.
Bazı kaynaklar ise caminin temellerine kadar harap olduğu için Mimar Sinan tarafından kendi yorumuyla yenibaştan yapıldığını öne sürmektedir. Ne yazık ki caminin Mimar Sinan’a atfedilen bu özgün yapısı da sonraki yıllarda korunamamıştır. Önce 1752 Edirne büyük depremiyle yıkılan cami, onarımlarla ayakta tutulmaya çalışılmıştır. 20. yy başlarında ( 1902 ) Müşir Vali Arif Paşa’nın girişimleriyle yeniden onarım görmüştür. Balkan Savaşı yıllarında büyük tahribat yaşadığı düşünülen camii 1936 depreminde neredeyse temellerine kadar yıkılmıştır. Uzun yıllar yıkıntı halinde kalan ata yadigarı Mahmut Paşa Camii ( Taşlık Camii ) 2006-2007 yılları arasında Vakıflar Genel Müdürlüğü’nün girişimleriyle restore edilerek, 2007 yılının Ramzan ayında yeniden ibadete açılmıştır.
Yapıldığı dönem bir yana, Mimar Sinan etkisinin izinin sürülebileceği günlerinin ne kadar uzağında olsa da, ecdad hatırası olarak şehir dokusuna yeniden kazandırılmış olması değerli biri girişimdir.
Cami kesme taş malzemeden yapılmıştır. Kare planlı ve harim üzeri tek kubbe ile kuşatılmıştır. Üç bölümlü bir son cemmat yeri bulunmaktadır. Minaresi bu son cemaat yerinin batı kanadında yükselmektedir.
ALİ PAŞA ÇARŞISI
Edirne’nin tarihi dokusunun en önemli yapılarından biri de tarihi Ali Paşa Çarşısı’dır. Edirne merkezde, meşhur Saraçlar Caddesi’ne paralel uzanan yapı orjinalinde bir kervansaray olarak yapılmış, arasta işlevini sonradan kazanmıştır.
Cumhuriyetin ilk yılları da dahil olmak üzere uzun seneler harap durumda kalan yapı 1945 yılından itibaren onarılmış ve bugün olduğu gibi esnaf dükkanlarına ev sahipliği yapmıştır. Gelgelelim bu değerli Sinan eseri 1992 yılındaki bir yangında tamamen yanmıştır. Onarımı özenle sürdürülen Ali Paşa Çarşısı ancak 1997 yılında onarılarak bugünkü dokusuyla Edirne’ye geri kazandırılmıştır.
Babaeski’de bir külliyesi, Marmara Ereğlisi’nde de adıyla anılan bir camii olan Cedid Ali Paşa’nın Edirne’ye kazandırdığı özel bir eserdir. Edirne Ali Paşa Kervansarayı ( Çarşısı ) paşanın Babaeski’deki külliyesine gelir sağlamak maksadıyla 1568-69 yılları arasında Mimar Sinan’a yaptırılmıştır. Tezkiretü’l Ebniye ve Tezkiretü’l Bünyan da yapının Mimar Sinan eseri olduğu kayda geçilmiştir.
Ali Paşa Çarşısı 300 metre uzunluğunda, üzeri beşik tonozlu bir yapıdır. Yapıya 6 ayrı kapıdan girilir. Günümüzde yine esnaf çarşısı hizmeti gören Ali Paşa Çarşısı’nın içerisinde 146 dükkanlık oda, caddeye açılan dış yüzeylerinde de neredeyse aynı sayıda bölüm yer almaktadır.
DEFTERDAR MUSTAFA PAŞA CAMİİ
Edirne’nin ufkunu güzelleştiren bir diğer Mimar Sinan eseri de Defterdar Mustafa Paşa Camii’dir. Edirne’nin Ayşekadın Semti’nden Selimiye’nin olduğu merkeze doğru uzanan meşhur Talat Paşa Bulvarı’nın kıyısında, Edirne Öğretmen Evi ile komşudur. Yine aynı bulvar üzerinde bulunan ve şehrin zarif küçük camilerinden olan; Ayşe Kadın Camii ile Siti Sultan Camii arasında yer almaktadır.
Cami Koca Sinan’ın Edirne göğünü muhteşem Selimiye ile bezemeye başladığı yıllar içerisinde yapılmıştır. Bazı kaynaklar bu yapının bittiği tarihi 1574 diye vermektedir. Bu yapının Mimar Sinan eseri olduğu Tezkiretü’l Bünyan, Tezkiretü’l Ebniye ve Tuhfetü’l Mimarin isimli kaynaklarda işaret edilmiştir.
Harim ve son cemaat yerinin üst örtüleri ile minare külahı, kurşun levhalarla kaplıdır. Harimin doğu, batı ve güney cephelerinde bir sıra kesme taş ve iki sıra tuğlanın dönüşümlü olarak kullanıldığı görülmektedir. Son cemaat yeri ve minare düzgün kesme taşlarla inşa edilmiştir. Harimin kuzey cephesi dışında kalan cephelerinin her birinde, üç sıra halinde düzenlenmiş dokuz pencere açıklığı bulunmaktadır. Dikdörtgen şekilli alt sıra pencerelerinin sivri kemerli alınlıkları vardır. Üst sıra pencerelerinin sivri kemerleri tuğladandır. Kaytan silmelerden oluşan bir saçak harim, kasnak ve son cemaat yeri duvarlarını çepeçevre dolanmaktadır. Son cemaat yerinin üst örtüsü, kuzeyde dört sütuna, güneyde ise harim kuzey duvarı üzerine oturmaktadır. Son cemaat yerinde, sadece mukarnas başlıklı iki sütunun ayakta olduğunu belirtmektedir. Son cemaat yerinin orta birimi bir manastır tonozu, iki yandaki birimleri ise, pandantif geçişli birer kubbeyle örtülüdür. Kare kaide üzerine oturan son cemaat yeri sütunlarının, mukarnaslı başlıkları vardır. Kemer içlerine demir gergiler yerleştirilmiştir. Son cemaat yerine basamaklarla çıkılmaktadır.
Minare girişi bir basık kemerle örtülüdür. Kürsü ve pabucu bir silme dizisi, pabuç ile gövdeyi de bir kaval silme birbirinden ayırmaktadır, Şerefe geçişinin hemen altında, içbükey bir silme görülmektedir. Şerefeye geçiş mukarnaslarla sağlanmıştır. Alt sıradaki mukarnaslar sarkıtlardan oluşmaktadır. Mermer şerefe korkulukları şebekelidir. Külahın hemen altında, bir kemerleme dizisi dikkat çekmektedir. Önceleri, bu kemerleme dizisinin çinilerle kaplı olduğunu söylüyorsa da, bugün hiçbir iz yoktur.
Harimin kuzey cephesinin ortasında taç kapı yer almaktadır. Taç kapının iki yanında, iki pencere arasına yerleştirilmiş, yüzeysel nişli birer dış mihrap bulunmaktadır.Mihrap nişleri, sivri kemerlidir. Dikdörtgen şekilli pencerelerin sivri kemerli alınlıkları tuğlalarla örülmüştür. Taç kapı tepeliği üzerinde, iki farklı tip ve boyutta palmetlerden oluşan bir fisto dikkat çekmektedir. Taç kapı çerçevesi bir dizi silmeyle bezenmiştir. Basık kemerli giriş aralığı, sivri kemerli bir çökertme içine yerleştirilmiştir. Giriş aralığını örten basık kemer ile çökertmenin sivri kemeri arasında kalan alanın kaplaması, son onarımda tamamen değiştirilmiştir.
Harimde kare planlı gövdeden kubbe yuvarlağına geçiş, sivri kemerli tromplarla sağlanmıştır. Trompların alt hizasında, birer kemerleme dizisi, kemer ayaklarında ve köşelerde ise, basit mukarnaslar yer almaktadır. Bugün, kubbe ve trompların iç yüzeyi sıvalı ve badanalıdır. Harim duvarlarında, dışta olduğu gibi, bir sıra kesme taş ve iki sıra tuğladan oluşan bir almaşık duvar örgüsü görülmektedir. Üç veya dört sıra tuğladan oluşan kalın derzler, son onarımda yapılmış olmalıdır. Üst sıra pencerelerinin alçıdan içlikleri vardır. Alt sıra pencerelerinin, dışta kesme taşlarla inşa edilmiş olan alınlık kemerleri, içte tuğladandır. Harimin doğu ve batı duvarlarının kuzey ucunda, dikdörtgen profilli birer niş bulunmaktadır.
Yedi kenarlı mihrap nişi, mukarnaslı bir kavsarayla örtülüdür. Köşe sütunlarının altlık ve başlıkları,kum saati şekillidir. Bunların alt ve üstünde, ikinci birer altlık ve başlık gibi değerlendirilebilecek geçiş unsurları mevcuttur. Kavsara köşeliklerinde, çiçeği andıran birer gül bezek bulunmaktadır. Çerçeve, bir dizi silmeyle oluşturulmuştur. Çerçevenin üst kesiminde, kahverengi, sarı, siyah ve beyaz renkli kalem işi süslemeler görülmektedir. Ortadaki ayet kitabesinin iki yanında yüksek kaideli birer vazo içine yerleştirilmiş çiçekler görülmektedir. Ahşap minber ve ahşap kadınlar mahfili yenidir. Kadınlar mahfiline harimin kuzeybatısındaki ahşap merdivenden ulaşılmaktadır.
Mülkiyeti Vakıflar Genel Müdürlüğü’nde olan Edirne Defterdar Mustafa Paşa Camii, günümüzde ibadet saatleri arasında açık tutulmaktadır.
SOKOLLU MEHMED PAŞA HAMAMI
Osmanlı hamam mimarisinin en nadide örnekleri arasında gösterilen Edirne’deki Sokollu Hamamı şehir merkezinde, Üç Şerefeli Cami’nin hemen karşısında bulunmaktadır. Müliyeti Vakıflar Genel Müdürlüğü’nde olan Edirne Sokollu Hamamı, devrin en kudretli veziriazamlarından Sokollu Mehmed Paşa tarafından Mimar Sinan’a yaptırılmıştır. Tezkiretü’l Bünyan, Tezkiretü’l Ebniye ve Tuhfetü’l Mimari’nde adı geçen bu abidevi yapı 1568-69 yıllarında yapılmıştır.
Edirne Sokollu Hamamı çifte hamam plan düzenine sahip, mimari detayları açısından çok özel bir yapıdır. Bahçe büyüklüğü ile ana mekanın kapladığı alan bakımından Türkiye’deki en büyük hamam olma ünvanını elinde tutan Edirne Sokollu Hamamı, tek kubbeyle örtülü oluşuyla da diğerlerinden ayrılmıştır.
Kadınlar ve erkekler bölümünün girşi ayrı yerlerdendir. Erkekler soyunmalığına girişin cephesinde bir revak bulunur. Bu yönüyle Sultanahmet’teki Haseki Hüreem Sultan Hamamı ile benzerlik gösterir. Hamamın doğu yönündeki sivri kemerli sütunlu görkemli bir girişle erkekler bölümünden soğukluk bölümüne girilmektedir. Bu bölümün çift kanatlı giriş kapısının üzerindeki yay kemerin içerisinde biri ters diğeri düz olmak üzere renkli taşlardan palmet motifleri yerleştirilmiştir. Ancak daha önce burada var olan kitabe günümüze gelememiştir.
Soğukluk bölümünü tromplu merkezi bir kubbe örtmekte olup buradaki kubbe yanlardaki tonozlarla desteklenmiştir. Hamamın duvarları iki dizi tuğla ve bir dizi de kesme taş ile örülmüştür. Aynı zamanda dış duvarlar dar silmelerle sona erdirilmiştir.
Kadınlar ve erkekler kısmının soyunmalıklarının üzerleri, sekizgen aydınlık fenerli, on iki kasnaklı birer kubbe ile örtülmüştür. Kadınlar bölümünün soyunmalığı diğerine göre daha küçük ve sadedir. Buradaki kare mekanın üzeri pandantifli kubbe ile örtülmüş, içten kubbe eteği palmet motifleri ve kalem işleri ile bezenmiştir. Hamamın her iki bölümünün halvet kısımları yüksek kasnaklı pandantifli kubbelerle örtülmüştür. Ayrıca halvette özel yıkanma hücreleri bulunmaktadır.
Sokollu Hamamı’nın ev sahipliği yaptığı günümüze taşınmış bir evlenme geleneği, hamamın kadınlar bölümünün mimarisinde de kendini ele verir. Kadınlar bölümünde yer alan kurnalardan büyük olanı “Kaynana kurnası”, küçük ve daha incelikli zarif olanı “Gelin kurnası” olarak anılır ve evlilik öncesi gelin için düzenlenen “Gelin hamamı” geleneği Edirne’nin bu zamana meydan okuyan tarihi hamamında gerçekleştirilir.
II. Dünya Savaşı sonrası bir dönem işlevinden uzaklaşarak ot deposu yapılmış bu görkemli hamam, 1960 yılındaki imar çalışmaları sırasında da zarar görmüştür. Yapılan yanlış fark edilse de, hahamın bitişiğindeki Taşhan’ın bir bölümü ile Sokollu Hamamı’nın dışa bakan yüzeyinde yer alan ve esnaf için hizmet veren dükkan yapıları maalesef ki kurtarılamamıştır.
RÜSTEM PAŞA KERVANSARAYI
Rüstem Paşa Kervansarayı Edirne’nin merkezinde, Selimiye’ye çok yakın bir mesafede ve Eski Cami’nin hemen güneydoğusunda yer alır. Banisi Kanuni Sultan Süleyman’ın damadı, Mihrimah Sultan’ın eşi ve dönemin kudretli veziriazamlarından Rüstem Paşa’dır. Tekirdağ’da aynı isimde bir külliyesi de bulunan Rüstem Paşa, İstanbul gibi Osmanlı coğrafyasının manevi ve politik merkezi olan Edirne’ye bu yapıyı Mimar Sinan eliyle kazandırmıştır.
Mimar Sinan eserleri hakkında bilgi sahibi olduğumuz ana kaynaklarda ( Tuhfetü’l Mimarin, Tezkiretü’l Ebniye, Tezkiretü’l Bünyan ) yapının tarihi hicri 968 ( miladi 1560-61 ) olarak verilmektedir.
Yapının ana malzemeleri kesme taş ve tuğladır. Yapının ön cephesini oluşturan Eski Cami ve Bedesten yapılarına bakan yüzeyi hafif kıvrımlı, diğer Sinan eserlerinde pek rastlamadığımız bir düzen barındırır. Bu yüzeyde caddeye bakan 21 adet dükkan bulunur. İki adet de kapı yine bu cepheye açılır. Yapıya içeriden bakıldığında ise batı duvarındaki çarpıklığı, kuzey duvarındaki kavisli düzeni hissettirmeyen geometrik bir hissediş hakimdir. Rüstem Paşa Kervansarayı’ndaki yüzeyde oluşturulan küçük açıklıklar kuş evi görevi üstlenmiştir.
Edirne Rüstem Paşa Kervansarayı iki bölmeli inşa edilmiştir. Bu iki bölme bir geçişle bağlanmıştır. Büyük avlunun Mimar Sinan eliyle düzenlendiği bilinmektedir. Küçük avlunun düzenlemesi ise kime aittir bilinmemektedir. Büyük avlu şehir hanı, küçük avlu ise bir menzil hanı olarak planlanmıştır.
Girişe göre solda yer alan Büyük Rüstem Paşa Hanı diye bilinen kısmın bulunduğu avlu kareye yakın dikdörtgendir. Bu avluya caddeden yuvarlak kemerli, yüksekçe ve üzeri yivli kubbeli bir kapı ile girilir. Enlemesine sekiz boylamasına altı revaklı ( ölçüleri farklı olduğu için sayısal diziliş böyledir ) düzenlenmiştir. Revaklar arasındaki geçişlerle üst kata çıkılmaktadır.
Alt kat revakların ardında beşik tonozlu 35 oda, üst katta ise kubbeli galerilerin ardında yer alan 38 adet oda bulunur. Alt taraftaki odaların caddeye bakanlarının önünde dükkanlar bulunurken, üst kısmdakiler çift hacimli olacak şekilde bu dükkanlar üzerine doğru uzanmıştır. Eskiden üst kat odalarında kapının karşısında bir de pencere olduğu, sonradan örüldüğü bilinmektedir.
Edirne’deki Rüstem Paşa Kervansarayı’nın sağ bölümü “Küçük Rüstem Paşa Hanı” diye bilinir. Ön cephede dükkanların diziliği aynen Büyük Rüstem Paşa Hanı’nda olduğu gibi devam ettirilmiştir. Bu bölümde avlu çevresi ahır, mutfak ve helalar ile üst katta bulunan 25 oda ile düzenlenmiştir. Üst kat odaların büyüklükleri ve dizilişleri yan yana veya sırt sırta olacak şekildedir. Bu yönüyle enteresandır. Odalar aynalı tonozla örtülüdür.
Avluya açılan revakların yüzeyleri taş ve tuğla dizilişle, bitkisel ve geometrik süslemelerle mekana harekelilik kazandırmıştır. Bu taş-tuğla düzenleme revakların ve galerilerin gerisindeki odaların yüzeylerinde de devam ettirilmiştir.
Rüstem Paşa Kervansarayı’nda Anadolu Köşk Mescitleri üslubunda bir köşk mescit bulunmaktayken, Osmanlı Rus Savaşı ( 1877-78 ) sonrası Rus işgaliyle bu yapı harap edilmiştir.
Osmanlı Rus Savaşı ( 1877-78 ) sonrası başlayan bu büyük tahribat Bulgar işgaliyle ( 1912-13 ) katmerlenmiştir. Çeşitli zamnalarda onarımlar geçiren Rüstem Paşa Kervansarayı 1960-65 yılları arasında Vakıflar Genel Müdürlüğü eliyle restore edilerek, 1972 yılında turistik bir otel olarak hizmet vermeye başlamıştır. Günümüzde de bu işlevini sürdüren otel 1980 yılında en prestjli mimarlık ödüllerinden kabul edilen; Ağa Han Mimarlık Ödülü’ne layık görülmüştür.
EDİRNE KANUNİ KÖPRÜSÜ
Mimar Sinan’ın eserleri bilgi sahibi olduğumuz Tezkiret’ül Bünyan, Tezkiret’ül Ebniye ve Tuhfet’ül Mimarin gibi ana kaynaklarda bu köprüden bahsedilmez. Bu durum Mimar Sinan’ın bu köprüyle ilişkilendirilmesini şüpheli hale düşürür.
Öte yandan Edirne hakkında bilgilere sahip olmamızda ana kaynaklardan olan Ahmet Badi Efendi’nin “Riyaz-ı Belde-i Edirne” eserinde bu köprünün Mimar Sinan’ın eseri olduğundan bahsedilir. Ahmet Badi Efendi eserinde bu köprüden “Bönce Köprüsü” diye bahsetmektedir. Kanuni emriyle yapılması hasabiyle “Kanuni Köprüsü” olarak isimlendirilen bu köprü yeni saraya ( Saray-ı Cedid ) geçişi sağladığı için halk arasında “Saray Köprüsü” diye anılmaktadır.
Edirne yönünden Sarayiçi denilen mevkiye geçişi sağlayan köprü, Tunca Nehri’nin Edirne merkeze yakın olan kolu üzerinde yer alır. Yapım tarihi hicri 961 olarak verilmiştir. ( M. 1553-1554 ) Bazı zayıf kaynaklar ise bu tarihi 1560 olarak ele alır.
Bu bahsedilen tarih aralıklarında Mimar Sinan’ın Edirne’yle ilişkili olduğunu gösteren başka yapılardan da bahsedilir. Örneğin; şehrin kuzeybatısında yer alan kaynaklardan şehre su getirmek için su kanallarının ve tünellerin yapımı, yeni saray içerisindeki suyun toplandığı makseme yapısı ile çok zayıf kaynaklar ışığında Sarayiçi’ndeki Adalet Kasrı’nın yine Mimar Sinan eliyle yapıldığına dair iddalar yer almaktadır.
Ne var ki, bu yapılardan Mimar Sinan’ın eserlerini veren ana kaynaklarda bahsedilemediği için o şüphe şerhini saklı tutarak, Mimar Sinan’ın bu işlerle meşgul olduğu yıllarda Kanuni Köprüsü’nü de inşa etmiş olabileceği düşünülebilir.
Köprü muntazam köşe planlı, başlık kısmı piramit biçimli, orta ayak seviyesine kadar dolu olan bir kitle halinde çıkmakta, ince korniş ve çok az bir eğimle son bulmaktadır. Kitabesi yoktur. Dört gözlüdür. Boyu 60 metre genişliği ise 5 metredir. çıklıkları 9.75 m.’dir. Köprü yolunun genişliği ise 4,5 metredir.
Köprü, düzgün köşe planlıdır. Başlık kısmı piramit şeklindedir. Orta ayak korniş seviyesine kadar dolu kitle halinde çıkmaktadır. Köprü gözleri orta ayağın sağ ve solunda yer almakta ve eşit görünüş yaratmaktadır. Ayaklarda boşaltma gözleri yoktur. İki, üç ve dördüncü ayaklarda üçgen prizma biçimli selyaranları vardır. Köprü üzerinde bir korniş devam etmektedir. Bu korniş ile korkuluk arasında iki sıralı bir taş dizisi bulunmaktadır. Her iki yönündeki baba taşları da köprüyü tamamlamaktadır. 1902 yılındaki selden iki kemeri sakatlanmış ve onarılmıştır. Son onarımı 1990’da yapılmıştır.
YALNIZGÖZ KÖPRÜSÜ
Yalnızgöz köprüsü Edirne yönünden Yeni İmaret Mahallesi’ndeki II. Bayezid Külliyesi’ne geçişi Tunca Nehri üzerinden sağlayan köprü sisteminin bir parçasıdır. İlk köprü Bayezid Külliyesi’nin yapımı sürdüğü yıllarda yapılan ve bu isimle anılan ( II. Bayezid Köprüsü ) köprüdür. Mimar Hayreddin elinden çıkan bu köprü 1488 tarihlidir.
Zamanla nehir tabanının alüvyonlarla dolması ve oluşan adacıkları dolaşarak suyun kendine yeni yataklar bulmasıyla sonraki yıllarda yeni eklentilerle geçişin kesintiye uğramaması amaçlanmış; bu maksatla 1567 tarihinde YaLNız Göz Köprüsü II. Bayezid Köprüsü’ne eklemlenmiştir. Hatta daha sonraki yıllarda da alüvyonlarla yeni sorunlar oluştuğu için 1661 yılında yeni bir bağlantı bu iki köprü arasında temin edilmiştir.
Mimar Sinan’ın eserleri hakkında kendi ağzından bilgi sahibi olduğumuz ana kaynaklarda bahsedilmeyen bu köprü Ahmet Badi Efendi’nin “Riyaz-ı Belde-i Edirne” adlı eserinde Mimar Sinan’a atfedilir. Koca Sinan’ın Selimiye’yi yapmak üzere şehre geldiği sene yaptığı ilk işlerden biri olarak görülür.
Yalnızgöz Köprüsünün kemer açıklığı 6.60 m’dir. Eklenen üçüncü bölümün doğusunda bir tenezzüh (gezinti) yeri vardı. Şöhreti uzun yıllar süren (Hoş-İlhan) kadın, II. Selim’in yakınları arasında yer almış ve bahçeyi kasırlar ve selsebiller ile süsletmiştir. Sultan II. Osman zamanında ise burayı Hadaka-i Hassa‘ya (Saray bahçesi) ekleterek bağışlamıştır.
EDİRNE – TAŞLIMÜSELLİM SU YOLLARI
Mimar Sinan mimarinin çok değişik alanlarında eserler vermiş, böylece ona “Usta” yahut “Koca Sinan” dedirten ünvanları fazlasıyla hak ettiğini defalarca kanıtlamıştır. Bu eserler arasında Mimar Sinan’ın inşa ettiği su yolları çok özel bir yere sahiptir.
Mimar Sinan’ın kendi ağzından anlatımıyla eserlerine, eserleri kadar dönemin atmosferine ışık tutan; Şair Nakkaş Sai Mustafa Çelebi’nin kaleme aldığı ana kaynaklarda Kırkçeşme Su Yolları’ndan bahsetmesi su yollarına verdiği önemi vurgulamaktadır. Bu eserden Tezkiret’ül Ebniye ve Tuhfet’ül Mimarin gibi Mimar Sinan yapıları hakkındaki en kuvvetli kaynaklar kabul edilen kitaplarda da bahsediliyor olması anlamlıdır.
Hatta Süleymaniye Camii yakınında yer alan türbesinin kitabesinde, Şair Nakkaş Sai Mustafa Çelebi’nin beyitleri yine onun su ile ilişkisini dile getirir :
“Emr-i Şah kılıp su yollarına ihtimam
Hızır olub Ab-ı Hayat aleme kıldı revan.”
Mimar Sinan bu eserlerde yer almamasına rağmen diğer kaynaklar vasıtası ile öğrendiğimiz üç önemli su yoluna imza atmıştır. Bunlardan ilki hala kısmen kullanılabilen Edirne’deki Taşlımüsellim Su Yolu, diğeri Süleymaniye Su Yolu ve sonuncusu da üzerinde Moğlava, Güzelce gibi hala dimdik duran güçlü kemerleri ile göz alan Kırkçeşme Su Yolu’dur.
Sanat tarihçileri Mimar Sinan’ın camileri hakkında kullandığı kıyaslamayı onun inşa ettiği bu su yolları için de kullanmayı tercih ederek; “Edirne-Taşlımüsellim su yolları onun çıraklık, Süleymaniye su yolları kalfalık ve nihayetinde Kırkçeşme su yolları ise ustalık eseridir.” demeyi tercih etmişlerdir.
Mimar Sinan’ın elinden çıkan bu üç su yolu sistemi de, her birinin yaklaşık 50 km uzunluğu ile onu tarihte bilinen en eski su yolu sistemleri arasında önemli bir yere koyar. Ayrıca su yollarına diktiği su kemerleri de yükseklikleri itibariyle yine en yüksekler arasında önemli bir yerdedir.
Mimar Sinan her üç su yolunda da suları iki ayrı kol ile toplamıştır. Böylelikle bir kanalda sorun çıkarsa diğeriyle suyun temininin devamlılığı sağlanmıştır.
Mimar Sinan’ın Edirne’ye getirdiği su yolu Taşlımüsellim Su Yolu genel adıyla bilinir. Bu su yolu için derlenen kaynaklar Edirne’nin kuzeydoğusunda yer alır. Bu su yolunun Sinanköy ( Pravdi ) kaynaklarından derlenen kol yaklaşık 6 km uzunluktadır. Taşlımüsellim Köyü’nün güneyinden derlenen sular ise 15 km uzunluktadır. Bu iki kol Küçük Döllük Köyü’nün kuzeydoğusunda birleşerek tek kol halinde yaklaşık 25 km boyunca Edirne’ye doğru uzanmaktadır. Nihayetinde Muradiye”deki su maksemi ile, Taşlık denilen mevkide bulunan ve günümüzde de ayakta olan, Yahya Bey Camisi ile Taşlık Camisi arasında bulunan su maksemine dökülmektedir. Buradan da şehre su terazileri, çeşmeler ve kanallar vasıtasıyla taşınmaktadır.
Taşlımüsellim su yollarının toplam uzunluğu yaklaşık 45 km’dir. Bu su yolu günümüzde kısmen işlemektedir. Su yolundaki arazi geçişleri 12 kemer ve 5 tünel ile aşılmaktadır. Tünellerin toplam uzunluğu 3.8 km, kemerlerin uzunlukları ise 30 – 105 metreler arasında değişen ölçülerdedir. Edirne-Taşlımüsellim Mimar Sinan Su Yolu üzerindeki kemerlerin isimleri şöyledir :
- Sinanköy ( Pravdi ) kolu üzerinde; Tek kemer,
- Taşlımüsellim kolu üzerinde; Hançerli kemeri, Ortakçı kemeri, Arap kemeri ve Satranç kemeri,
- Ortak kol üzerinde ise; Çifte kemer, Kurt kemeri, Yedigöz kemeri, Hıdırağa kemeri, Üçgöz kemeri, Oğlanlı kemeri ve Hasanağa kemeri.
Edirne-Taşlımüsellim Su Yolları ile ilgili Mimar Sinan’ın eserleri hakkında bizzat kendi ağzından haber aldığımız ana kaynaklarda bilgi verilmemiştir. Bu bilgiye Edirne tarihi hakkında verdiği eserleri ile tanıdığımız Ahmet Badi Efendi’nin 1890 tarihli “Riyaz-ı Belde-i Edirne” adlı el yazması eserinde rastlıyoruz. Badi Efendi kendinden önceki 78 el yazmasını tarayarak, özellikle de İbrahim Peçevi tarihi ile Ata tarihlerinin belkemiğini oluşturduğu araştırmalarına yer verdiği eserinde Taşlımüsellim Su Yolları’nın Mimar Sinan eseri olduğuna değinir.
Edirne-Taşlımüsellim Su Yolu’nun yapım tarihi ile ilgili net bir bilgi araştırmacılar tarafından ortaya konulamamıştır. Sinan’ın Edirne’yle ilişkide olduğu dönemler üzerinden değerlendirmelere rastlıyoruz. Buna göre;
- Sinanköy kolunun 1930’lu yıllarda Haseki Hürrem Sultan’ın ricası ve Kanuni Sultan Süleyman’ın emriyle yapılmaya başlandığı;
- Taşlımüsellim kolunun 1554 yılında Sinan’ın Tunca’ya Kanuni Köprüsü’nü inşa ettiği yıllarda tamamlandığı;
- Her iki su kolunun da Selimiye Camii’nin inşası için geldiği 1567-1574 yılları arasında;
- Su yollarının Selimiye’den önceki bilinmeyen bir dönemde başlanmasına rağmen bitirilmesinin ve son eklemelerin bu dönemde yapıldığı…yönünde henüz izah edilemeyen bir kronolojik karışıklık söz konusudur.Yine de eserin bir Mimar Sinan yapısı olduğu konusunda araştırmacılar neredeyse hemfikirdir.
Kanuni döneminde İstanbul çeşmelerine su yollarıyla su getirmeyi başaran Mimar Sinan’a mükafat olarak bizzat padişah evinin bahçesine bu kanallardan su çevirterek bir çeşme yapmasına izin vermiştir. Bu ayrıcalık o dönem payıtahtı susuzluktan kurtaran Mimar Sinan’a tanınmıştır. Mimar Sinan çok uzun süre, hicri yıl hesabıyla 100 yıl yaşamıştır. Dolayısıyla Kanuni gibi bu izinden haberdar herkesler vefat ettikten sonra, yaşı 99’a gelmişken, evinin bahçesinde çeşme olduğu için şikayet edilmiştir. Yapılan yargılama sonucu bu yaşta ve Osmanlı’ya bu denli hizmetleri bulunan Koca Sinan cezalandırılmak yerine, evinin önündeki çeşmenin suyu kesilmiştir. Derler ki; ölüm döşeğinde alnına konulan bezi ıslatıp onu son bir ferahlatacak suyu bile bulamayacaktır.
Edirne’de Mimar Sinan’a Atfedilen Diğer Eserler :
Mimar Sinan hakkında bilgi sahibi olduğumuz ana kaynaklarda belirtilmeyip, araştırmacılar tarafından zayıf görülen kaynaklarda rastlanılan yahut bir şekilde ona atfedilen Edirne’deki diğer Sinan eserleri şunlardır :
Şeyhi Çelebi Camii : Ayşekadın Semti’nde, camiyle aynı isimdeki sokak üzerindeki cami 1574-75 yıllarına tarihlenmektedir. Tek kubbeli ve tek minarelidir. Avlusunda sekiz çeşmeli bir şadırvan bulunsa da, bu çeşmelerden hiçbirinden günümüzde çalışmamaktadır. Minaresi 1900’lerin ilk çeyreğinde yıldırım düşmesi sonucu büyük zarar görmüş, onarımlar sırasında özgünlüğünü yitirmiştir.
Fatma Sultan Mezarlığı : Fatma hanım Mimar Sinan’ın Ankara Mirlivası olan oğlu Kasım bey’in kızıdır. Selimiye’nin inşasının sürdüğü yıllarda dedesi Mimar Sinan ile Edirne’de yaşarken vefat etmiştir. Mimar Sinan’ın çok sevdiği torununun ölümüne ziyadesiyle üzüldüğü, hatta onun bu üzüntüsünü gören bir taş ustasının Selimiye’deki “ters lale” motifinde bu acıyı simgeleştirdiği yönünde güçlü bir rivayet bulunmaktadır.
Mimar Sinan da torunu Fatma için hicri 981 ( miladi 1573 ) yılında, lahit formunda bir mezar düzenlemiş; burası daha sonra etrafında gelişen bir kabristana dönüşmüştür. Bu kabristanda daha sonraki dönemlerde defnedilen yeniçerilere ait mezar taşları inceliklidir. Öte yandan Dr. Rıfat Osman Efendi, Kirişhaneli Hafız Hacı Ali, Müderris Halil Efendi, Bostancıbaşı Aşık Halebi Ağa gibi farklı dönemlerde yaşamış, Edirne’nin tanınmış kimliklerinin de mezartaşları bu kabristanı diğerlerinden farklı kılar. Bu mezar taşı örneklerinden bazıları Edirne müzesinde korunmaktadır.
Adalet Kasrı : Kanuni Sultan Süleyman döneminde Edirne Sarayı bütünlüğünün en belirgin figürlerinden birisi Adalet Kasrı’dır. Böylesi belirgin bir eserden Mimar Sinan hakkında bilgi sahibi olduğumuz ana kaynaklarda bahsedilmemiş olması akla yakın gelmemektedir. Öte yandan Kanuni Köprüsü ve onunla birlikte Sarayiçi’nde yapılan su yolları ile ilişkilendirilerek aynı dönemlerde yapılmış olabileceği savıyla Sinan’a atfedilmesi muhtemelen bir yakıştırmadan sebeptir. Yapım tarihinin 1561-62 olması hasabiyle; bu dönemde Sinan’ın Edirne’yle bir ilişkisi tesbit edilememiş olması ona ait bir yapı olamayacağı kanısı pekişmektedir.
Ed,rne Sarayiçi mevkiinde, Fatih Sultan Mehmet tarafından Tunca’nın doğu kolu üzerinde yapılan Fatih Köprüsü’nün ( Cephanelik Köprüsü ), nehrin kolları arasında oluşan adacığa dönük tarafında, köprünün başındadır.
Kırkpınar Yağlı Güreşleri’nin de yapıldığı Sarayiçi’nin ayakta kalan en belirgin yapısıdır. Kasrın önünde iki taş sütundan sağdaki, Seng-i arz ( Arz taşı ), halkın dilekçelerini değerlendirilmek için üzerine bıraktığı taştı. Solda bulunan Seng-i ibret( İbret taşı ) ise ölüm cezasına çarptırılanların kellelerinin sergilendiği taştı.
Bu yapı bir manada Edirne Yeni Saray bütünlüğü içerisinde Kanuni döneminde Divan-ı Hümayun (Bakanlar Kurulu) ve Yargıtay işlevine sahipti. Üç katlı ve en üstü külahlı bir çatı ile örtülüdür. İlk katında şerbethane, ikincisinde divan kâtipleri, en üst katta da divan heyetinin bir araya geldiği mermer bir salon bulunmaktaydı. Bu en üst kattaki salonun ortasında Edirnekâri mermer bir havuz ve köşede kafes arkasında konumlandırılmış padişahın tahtı bulunmaktaydı.
Yukarıda hakkında bilgi sahibi olduklarımız haricinde, zayıf kaynaklarda Mimar Sinan’ın elinin değidiği eserler arasında günümüze ulaşamamış olan şu eserler sayılmıştır :
- Rüstem Paşa Sarayı
- Sokollu Mehmet Paşa Sarayı
- Ferhad Paşa Sarayı
- Siyavuş Paşa Sarayı
- Sinan Paşa Sarayı
- Ali Paşa Hanı
Fotoğraflar :
Ayhan MAYİR, Emel YAMANTÜRK, Enver ŞENGÜL, Sedat YILMAZ,
Sengül Özcan KUMATAR, Tamer ARDA, Yekta Ali KURTULUŞ, Dinçer ALABAŞOĞLU