Orda Bir Köy Var; Sınırda Hayatlar
Paşanın cevabı köyün şimdiki adının da kaynağıdır.
– Pek ala ! Beğendik, beğendik…
Sınırda Hayatlar…
Ne yazık ki yazılı tarihimiz söylence tarihimizle içiçe geçmiş durumda olduğu için, kimbilir bu köy de kendine böylesi bir hikayeyi reva görmüştür. En azından bizim köyün yaşlılarından köyün isminin nereden geldiği ile ilgili dinlediklerimiz böyle. Toparlanın ! Türkiye’nin Karadeniz kıyılarında batıdaki en uç noktasına gidiyoruz. Beğendik’te “sınırda hayatlar”a tanık olacağız sizlerle.

Beğendik, Kırklareli’nin Demirköy ilçesine bağlı bir köy. Demirköy’ün İğneada Beldesi’ne 16 km uzaklıkta bulunuyor. Özellikle balıkçılar için haber bültenlerinde adını duymaya alışık olduğumuz yer, Karadeniz’in en batısında İğneada gibi gözükse de, aslında Beğendik Köyü. Nasıldır o haber bültenleri anımsayalım mı ?
– … İğneada ve Sinop arasında rüzgarın karayelden 3 ila 5 deniz mili hızla eseceği, dalga boyunun kıyılarda 1 mt, açıklarda ise bir buçuk metre olarak……..falan filan…vs… diye uzar gider o bülten.
Dolayısıyla anlıyoruz ki, Beğendik’e ulaşmanın yolu önce İğneada’ya ulaşmaktan geçiyor. İğneada, son zamanlarda İstanbul’a yakınlığı, kesintisiz 15 km.yi bulan plajları, temiz denizi ve her bütçeye hitap eden konaklama yerleri ile, hele ki nefis doğası da düşünüldüğünde, göz dolduran bir balıkçı beldesi.
Trakya’nın birçok yerinden buraya ulaşmanın değişik yolları var. İstanbul’dan gelecekler için de, Esenler Otogarı’ndan buraya direk gelen otobüs servisleri var. Kendi aracınızı kullanacaksanız, birkaç güzergah seçebileceğiniz gibi, yolu kısaltmak için otobandan Çerkezköy-Saray-Vize güzergahını tercih etmeniz İstanbul’dan geleceklere önerilir. Edirne ve Kırklareli yönünden gelecekler ise Pınarhisar’a muhakkak uğramalıdırlar. Hangi güzergahtan gelinirse gelinsin, Pınarhisar’a bağlı Poyralı köyü sapağına kadar gelmeniz gerekir. Ve buradan itibaren Demirköy-İğneada yoluna girersiniz. Istıranca ( Yıldız ) Dağları siz yaklaştıkça üzerinize doğru yürür. Mahya Tepe ( Halk arasında Mayadağ diye söyleniyor ) 1031mt. zirvesi ile Trakya’nın en yüksek noktası olarak orada kendini hemen belli eder. Dağlara tırmanmaya başlarsınız ve muazzam bir orman sizi kuşatır. Yeri gelir güneşi bile görmenize müsade etmez bu derin yeşil orman. Aşağılarda meşeler ile başlayan orman kuşağını, kalem gibi çamlar, sarıçamlar, gürgenler, karaağaçlar kuşatır. Hele ki o kayınlar…
Yol bir parça -bilenler için söylüyorum- Şile yoluna benziyor. Dağın kıvrımlarına göre zig zaglar çizen yol bilmeyenler için tedbirli olmayı gerektirebilir. Aksine, son yıllarda oldukça geniş ve bakımlı bir yola kavuşmuş olsa da, orman içinden çıkıveren maden ocaklarından hammadde ve tomruk taşıyan kamyonlar sizi tedirgin eder. Önce Kırklareli’nin ilçesi Demirköy’e, 25 km sonra da İğneada’ya varırsınız.
İğneada…Daha önce de değindiğim gibi, İstanbul’a yakınlığı burayı çekim alanı haline getirmiştir. Fakat, İğneada’nın birçok yüzü vardır. Burasını sadece deniz, kumdan ibaret görmek en büyük hatadır. Subasar ormanları ( Longoz ormanları ) Ekosistemi “Dünyanın en sıcak 100 noktası” içinde yer alır. Ekosistem ayrıca Avrupa’nın en büyük 2. subasar ekosistemidir. Hemen bir yürüyüş mesafesi uzaklıkta yer alan 7 tane göl bulunur. Erikli, Mert, Hamam, Pedina, Saka, Sülüklü ve Ramada Gölleri.İğneada’yı biraz keşfettikten sonra, şimdi Beğendik’e doğru yola çıkalım mı?

Beğendik İğneada’ya 16 km uzaklıkta bir köy. Buraya gitmek için iki yol mevcut. Ben size önce Limanköy yolu üzerindeki Fransız Feneri’ne gitmenizi önereceğim. Fener, buraya gelenlerin muhakkak görmek istedikleri yerlerden birisi. Neredeyse birbuçuk asırdır hizmet veren feneri, dört kuşaktır aynı aile çalıştırıyor ve Karadeniz’de bir ışık gözleyen denizcilere kılavuzluk ediyor. Bu beyaz badanalı, Karadeniz’e inen fiyordların hemen kıyısındaki Fransız Feneri‘ne uğrayın ve feneri çalıştıran ailenin çetin ama onurlu mücadelesini yine aile bireylerinden dinleyin.
Beğendik Köyü’ne yöneliyoruz. Karaağaç, gürgen ve meşelikler arasından, Karadeniz’in ferah kokusunu duya duya ilerliyoruz. Düzgün bir yol, ve oldukça tenha. Sınırdaki bu köyün yalnızlığını anlamamıza da ışık tutuyor bu tenhalık. Köye nispeten yüksekçe bir yerden yaklaştığımız için, köyle birlikte gerisindeki köye ait kumsalı ve onun ardındaki Bulgaristan’a ait Rezova Köyü’nü bir arada görürüz. Arada sadece bir kumsal. Bu kadar yakın. Sınırın sıfır noktasına yakın bölgesindeki sınır birliğimizin devasa Türk Bayrağı masmavi Karadeniz sularının yanıbaşında göz alıcı ve göğsümüzü kabartarak salınıyor.
Köye girmeyi de düşünebilirsiniz. Ama ben sizi önce daha çarpılacağınız bir manzara için başka bir yola sokacağım. Köye giriş tabelasının hemen yanından sağa giren toprak yola girin. Yol ağaçlarla çevrili, kıvrıla kıvrıla, köyün etrafından dolaşarak Karadeniz kıyısına doğru çıkıyor. Çıkmazdan evvel sol tarafta saz-saman-burçak otlarıyla kaplı değişik çatı formlarıyla hayvan bakılan ağılları göreceksiniz. Bunun enteresan yanı ne olabilir diyeceksiniz belki ama, bu çatı bağlama formunun Trak kabilelerine kadar uzandığı bilimsel çalışmalarla tescillenmiş durumda. Bu konuda Traklar’ın ve Thyn kabilelerinin izlerini sürüp bilimsel çalışmalar yapan araştırmacıların saha çalışmaları için tercih ettiği yerlerden Beğendik. Bu ağılların olduğu mevkiyi birkaç yüzmetre geçiyoruz ki, birden Karadeniz karşımıza çıkıyor. Alabildiğine uçsuz bucaksız. Karadeniz dense de, masmavi bir deniz karşılıyor sizi.

Köşeyi biraz dönen yol, ikinci süprizini yapıyor. Yüksekçe bir tepeden önce, denizin karşı kıyısında Bulgaristan’a ait Rezova Köyü’nü görüyoruz. Biraz daha yaklaştığımızda ise Rezova ile Beğendik arasında uzanan muhteşem bir kumsal karşılıyor bizi. Beğendik köyü kumsalı, berrak denizi ve iri dişli tertemiz kumu ile bir son sığınak. Denizin kuvvetli dalgalarının şekillendirdiği kumsal bazı yerlerde iki üç doğal teras halinde 300-400 metre boyunca uzanıyor. Kumsalın ardında ve sınır birliğimizin olduğu yeri bayrağımızdan da anlamak mümkün. Bu kumsal bandında, İğneada ve civarında görülen endemik bir tür olan kumul zambağını görmek mümkün. Kumsalın bittiği yerde sınırı çizen Rezve Deresi ( Mutlu Deresi ) denize kavuşuyor. Rezve Suyu Kırklareli boyunca Bulgaristan’la sınırımızı belirliyor ve Dupnisa Mağrası’ndan doğan su diğer derelerle birleşerek bu ismi alıyor.Suyun hemen öte yanı, Bulgaristan. Bazen bizim balıkçılar ile onların balıkçılar yanyana sohbetler ederek avlanırlarmış. Fakat, 2008 yazında açıkta avlanan bu köyden iki balıkçımızın Rezova köyünden sahil güvenlikçe ateş açılarak öldürülmesi sonucu iki ülke arasında sıkıntı yaşanmış. Bu, eski komşu iki köyün de arasına soğukluk getirmiş ister istemez.
Bulunduğumuz tepenin kumsala inen tarafında ilginç taş oluşumlar denize doğru alçalarak uzanıyor. Adeta bir fay kırığı gibi dizi dizi uzanan taş oluşumlar arasından deniz suyunun da girmesiyle doğal sığ havuzcuklar oluşmuş durumda. Seyir için ve balık avlamak için harika bir yer burası.
Kumsala iniyorum. Deniz pırıl pırıl. Dalgasız bir zamanına rastlamak pek mümkün olmasa da, bir akvaryum gibi berrak bir suyu vardır. Çoğu zaman nispeten soğuk olması, özellikle öğleden sonraları dalga almasından sebep olsa gerek. Bir de söylemeliyim, su çabuk derinleşiyor. Girenlerin bunu göz önünde bulundurmaları gerekiyor.

Kumsalın, Beğendik tarafında, köyün hemen başlangıcında Osmanlı mimarisinde yapılan güzel bir ev eminiz karşı kıyıdan da görülüyordur. Zaten sahibinin de, Beğendik adının geldiği hikayeye dayanarak, kendisinin de karşı kıyıdan imrenilesi, parmak ısırılası ve Osmanlı izleri ile o kıyıya gönderme yapabileceği bir ev yapmak istediğini duyuyoruz köyde.
Kumsalın hemen ardından köye giden yola sapıyoruz. Sağa giden yol sınır karakolumuza gidiyor ve bir noktadan sonra geçişe izin verilmiyor pek tabiki. Köye ise sola sapan yoldan gidiliyor. Köyün merasında otlayan kuzuları, inekleri görüyoruz. Bu köyün geçim kaynağı, balıkçılık, hayvancılık ve kısıtlı da olsa tarım. Çünkü köyün etrafı orman arazisi olduğu için tarım yapılan toprak kısıtlı. Bu sebeple köyün gençleri büyük şehirlere iş peşine gitmişler. Köyde bulunan gençlerin sayısı çok az. Buna karşılık, “Bu köye gelin gelmek isteyen kız da yok, evlenemiyoruz” diyen bir arkadaşa rastlıyoruz köy kahvesinde sohbetimizde. Şaka diye almayın sözümü, bu gerçek bir olay. Sınırda yaşanan hayatlarıyla, hatırlanmayı bekleyen bu insanlar işsizlik belasından muzdarip. Ürünlerini yok pahasına tüccara satıp ancak gelecek üretim sezonununa hazırlanıp borçlarını kapatan köylüler, “Bu fakirliğe kız mı gelin gelir, kızlar istiyor köylerden kaçıp şehirlere gitsin !” diyor 33 yaşında hala bekar olduğunu söyleyen bir arkadaş. Kenarda lafı izleyen birkaç arkadaşını daha gösterip buruk bir gülümsemeyi kondurarak lafını perçinliyor.
– Bak, bu arkadaş da bekar,…bu da… Yok abi yok. Yazın balıkçılık yok, sütlerimizi tüccara yok parasına veriyoz naapalım? Gübre mazot desen o hesap… zaten az toprağın varsa baştan beri zarardasın. Ne bulursak onu yiyoruz, ucu ucuna geliyor herşey. Bak…( Cebini gösteriyor ) Cep delik cepken delik.
Ellerimizde fotoğraf makinemizi görünce bizi gazeteci sanmış olsalar gerek anlattıkça anlatası geliyor kahvedeki insanların. En azından ortamı bozmadan dinliyoruz. Çünkü hallerini hatırlarını soranlar o kadar azmış ki…
-İğneada’ya kadar gelip, burayı bilmeyenler var abi… diyor bir diğeri.
-Oysa biz de turizm yaparak gelenlerin bir kısmını buraya çekebiliriz. Potansiyel var ama, İğneada’dakiler istiyor hep kendilerine olsun. Kimse başka yerlere kaçmasın, hep kendileri kazansın diye düşünüyorlar.
İşte bu sözler onların yürekten ama riyasız serzenişlerinden ibaret. Evet, bir gazeteye yazamayacağım belki ama bu bir kahvenin kırk yıl hatırı var misali, onların ihmal edilmişlikle örülmüş, bu kısılmış sınırda hayatlarını burada dile getirerek az da olsa vicdan aklayabileceğim.
Çünkü, her yeri cennet bu memleket köşesini “Pek ala, beğendik, beğendik…” deyip beğenmişiz de, sonra unutmuş gitmişiz. “Halleri nedir, ne dertleri, ne sıkıntıları var ?” önemsememişiz. Bunun en acı serzenişi, 40 lı yaşlarda bir başka köylüden geliyor.
– Bizim burada olduğumuzu, köyden iki balıkçı kardeşimizi Bulgarlar denizde vurunca hatırladılar da, gazeteye basıldı köyümüzün adı.
Donup kalıyoruz, ne söylenir daha fazla ?
Köyün üreticilerinden “Ada balı” alıyoruz. Ada diye ismini kısaltarak İğneada’dan bahsedilir buralarda. Bunu buralarda yaşayanlar bilirler. Istranca Dağları’nın bu kesiminde Marmara Üniversitesi’nin bilimsel katkıları ve İl Tarım Müdürlüğünün AB fonlarını kullanarak oluşturduğu projelerle organik bal üretmek üzere çalışmalar büyük bir titizlikle sürüyor. Teknik ve teorik eğitimler proje kapsamındaki üreticilere verilmiş durumda. İlk organik tescilli Ada balının birkaç sene içinde elde edileceğini de güzel bir haber olarak buradan paylaşmış olayım. İçimiz yalnızlık hikayeleriyle burularak Beğendik’ten ayrılırken, aracımızın dikiz aynasından gördüğüm manzara bir daha durup geriye bakmama vesile oluyor.

Araçtan inip, köye ve gerisinde dalgalanan bayrağımıza dakikalarca içim gururla titreyerek bakıyorum. Yalnızlık hikayelerini sürekli doğu illerinde arayarak “Orda bir köy var, uzakta…” edebiyatıyla ajitasyon yapanlara inat…
Burda (!) bir köy var. Üstelik de hiç de uzakta değil…
Beğendik sizi bekliyor.
Dinçer ALABAŞOĞLU
2008 Yazı, İğneada gezi notları…

