Trakya Düğünü
Evlilik insan hayatının en önemli aşamalarının başında gelir. Doğum, çocukluk ve gençlikle süren zaman dilimi sonrasında kızın ve erkeğin olgun, sorumluluk alabilecek çağa geldiği düşünülür. Kendi düzenlerini kurabilmeleri, çoluk çocuğa karışarak mutlu olabilmeleri arzulanır.
Trakya Osmanlı’nın son dönemlerindeki göçlerle Rumeli’den bu yöreye doluşmuş çeşitli halk topluluklarının bir araya toplandıkları, zaman içinde kaynaşarak kendine has nüanslarıyla zenginleşen ortak bir kültür dili yakaladıkları bir coğrafyadır. İş bu sebepten, Trakya’da evlilik adetleri içinde yeşerdikleri kültür ve demografik yapının şekillendirdiği belirli kurallara ve kalıpla uydurularak gerçekleştirilir.
Bu çalışmada kültür farklılıklarını gözeterek ve yöresel nüansları ile aktaracağımız düğünler, günümüz düğünlerinden ziyade “-di’li geçmiş” zamanlardan evlilik geleneklerine göre, geniş kitlelerce ortak uygulanmış ritüeller çerçevesinde ele alınmıştır. Bu zaman dilimi 1980’li yılların ortalarına değin kendine has tarafları baskın Trakya düğünlerine kadar uzanmaktadır.
Bu yıllardan sonra Türkiye’de sosyal hayatta yaşanan hızlı değişiklikler Trakya coğrafyasında da karşılık bulmuştur. Hayatın hemen her alanında değişimler yaratmış; bu değişim çoğu zaman yerel değerlerin aşınarak zamanla kaybolması yahut zamanın şartlarına göre başka formlara dönüşmesi şeklinde sonuçlanmıştır. Trakya’da sürdürülen gelenek ve görenekler arasında yaşanan bu aşınma, evlilik ritüellerinde de kendini göstermiştir.
Genellikle kırsal yerleşimlerdeki evlilik adetleri –bazen kendi nüanslarına sahip yer ve topluluk isimleri verilerek- örneklenmiştir. Çalışmada sadece evlilik düğünleri ele alınmış, asker uğurlamaların öncesi yapılan düğünler ile sünnet törenleri göz ardı edilmiştir.
Keyifle okuyacağınızı düğünerek sizi Trakya Düğünü isimli yazımızla başbaşa bırakıyoruz.
TRAKYA DÜĞÜNÜ
EVLENME ÇAĞI
Evlilik için erkeklerin en azından askerliğini yapmış, ailesinden bir süre ayrı kalarak hayatın bir başka yönü olan sorumlulukla yüzleşmiş ve olgunluğa ulaşmış olmaları beklenir. Bu sebeple 22-23 yaşları erkekler için arzu edilen alt yaş olarak genel kabul görür.
Kızlar ise zaman zaman erken yaşlarda evlendikleri görülmesine rağmen 18 yaşına ermiş olmaları, evinin işini çekip çevirebilecek, aile olma sorumluluğunu yüklenebilecek olgunlukta olmalıdırlar.
Evlenmeyi arzu eden gençler hal ve hareketleriyle bu durumu ailelerine duyurmaya çabalarlar. Dalgın davranışları, işlerini yürütürken isteksizlikleri ailelerin dikkatini çeker. “Sen de bir hal var.” diyen ailelerin, evlilik ihtimalini akıllarına getirmelerine yol açarlar. Bazen bunu ufak ritüellerle etraflarına belli ederler. Sık sık “Offf…” çekerek iç sıkıntılarını ortaya koymaları, erkeklerin ayakkabılarını ters çevirmeleri, kızların kapı eşiğinde ya da süpürge üzerinde oturmaları bu türden davranışlardır.
Aileler bu sebeple çocuklarını hor görmez ya da ayıplamazlar. Sadece durumlarından haberdar olarak onların evliliğe giden süreci doğru geçirmelerine yardımcı olurlar.
TANIŞMA
Evlilik insan hayatının çok önemli bir bölümünü; evlenecek kişiler kadar etrafındaki yakın çevrelerini, sahip olacakları çocukları ve onlardan yürüyecek nesilleri etkileyebilecek özel bir dönemdir. Bu sebeple evliliğin çok sağlam temellere oturması gerekir. Bunu sağlamanın ilk aşaması ise evlenecek gençlerin tanışmaları ve birbirlerini iyi tanıyabilmeleridir.
Trakya insanı bu durumun ayırdında, geniş görüşlü bir ufka sahiptir. Dolayısıyla evlatlarının evlilikleri üzerinde bir baskı oluşturmazlar. Onları anlamaya dinlemeye çalışırlar. Kararlarına genel örf ve ahlakı temellere aykırı olmadıkça karşı durmazlar. Gençlerin birbirlerini tanımaları için oluşan ortamlarda onları sıkmadan, boğmadan kenardan izlerler ve onları utandırmadan bu süreci gizli bir el gibi yönetmeye çalışırlar.
Tek ki; Trakya’da akraba evliliğine rastlamazsınız. Hatta komşu kızlarına bakmak bile eski zamanlarda pek tasvip edilmezdi. Evlilik için eş seçerken bunu vurgulayan eskilerin bir sözü şöyledir : “Evleneceğin kişiyi dokuz göbek soydan, dokuz sokak boydan ( öte ) arayacaksın.”
Evlilik çağına gelen gençlerin birbirlerini görmeleri, tanışıp konuşabilmeleri için belli ortamlar vardır. Düğünler; hıdrellez, mart dokuzu, panayır gibi şenlikler; bayramlar; köy imeceleri gibi kalabalıkların, değişik insan topluluklarının bir araya geldiği ortamlar gençlerin birbirlerini görmeleri için uygun yerlerdir.
Burada genç kızlar ve genç erkekler genellikle yakın bulduklarıyla gruplar halinde dolaşırlar. Gençlerin bir araya geldikleri bu ortamlar bazen bir cadde, mahalle aralarında belirli bir mevki, köyün “hıdırlık” denilen genellikle su boyunda yer alan koruluğu-mesire alanı, genellikle de köyün dışına doğru bir mevkide bulunan bir çeşme başıdır. Bu ortamlara “piyasa” denir. Gençlerin bu buluşma, tanışma, kendini gösterme davranışları ise “piyasa yapmak-piyasaya çıkmak” diye tabir edilir. Bu tanışma görüşme ortamları Balkan coğrafyasındaki Türkler’in yaşadığı yerleşimlerde de benzer karşılık bulur.
Örneğin; Kırklareli’nde gençlerin bir araya geldiği meşhur İstasyon Caddesi halk arasında nükteli olarak “Gör beni, al beni caddesi” diye dillendirilir. Genç kızlar ve erkekler gruplar halinde, bazen niyetlerinden haberdar oldukları büyükleriyle ( onlara beğendikleri kişiyi göstermek için…) cadde boyunca bir aşağı bir yukarı arzı endam ederler. Böylece görüşmek tanışmak için ortam hazırlar, beğenilerini ortaya koyarlar.
Gençler bu piyasa ortamlarında eğer karşı taraftan tanıdıkları varsa onlar vasıtasıyla beğendikleri kişilere niyetlerini belli ederler. Karşı taraftan bu arkadaşları vasıtasıyla cevap beklerler.
Kırklareli’nden bu örneğe benzer piyasa ortamlarına özellikle kırsal yerleşimlerinde küçük nüans farklarıyla rastlanır. En bilindik piyasa ortamı genellikle o yerleşim yerinin dışına doğru bir mevkide yer alan çeşme başıdır. Genç kızlar belli zamanlarda gruplar halinde, ellerinde testiler, sepetlerinde atıştırmalık yiyecekler ve yemişler olduğu halde bu çeşme başlarına giderler. Sohbet ve piknik havasında geçirdikleri bu zaman diliminde genç erkekler de çeşmenin bir parça uzağında toplanıp onları süzerler. Karşılıklı ufak atışmalar, sataşmalarla sohbet ortamı yakalamaya çalışırlar. Kaş,göz, işmar ederek, hal ve hareketleriyle karşı tarafa beğenilerini duyurmaya çalışırlar.
Daha özgüveni olan genç erkekler kızların olduğu çeşmeye yanaşarak beğendiği kızdan bir bardak su vermesini ister. Bunu yaparken de nüktedan bir lisanla; “İçim yandı. Bir tas su ver de içim soğusun.” der. Kız eğer gönlü varsa “Allah yakmasın.” diye takılarak bir bardak su verir. Eğer o kişide gönlü yoksa, içinde ısıma duymamışsa yahut gönlü başkasındaysa; “Bardağımı yanıma almamışım. Var git başkasından iste” diye halini dile getirir. Bunu yaparken karşı taraf gücenmez, sadece kızın durumundan haberdar olur.
Suyu alan erkek niyetinin ciddi ve uzun süreli tanıma isteğini dile getirmek için; “Bu su beni kandırmadı. Bir tas daha ver de kanayım.” der. Böylece genç kız da oğlanın niyetinin ciddiyetinden haberdar olur.
Bu gibi piyasa ortamları bir başka yönüyle de olumludur. Öncelikle aileler bu piyasadan haberdardırlar. Gizli saklı bir durum söz konusu olmaz. Böyle olunca örf ve adetlere, genel ahlaka aykırı durumların yaşanması diye bir durum söz konusu olmaz. Öte yandan aileler de bu piyasayı bazen onları rahatsız hissettirmeyecek bir uzaklıktan izlerler. Böylece çocuklarla bir güven bağı kurulduğu gibi, durumlarından da haberdar olurlar. Bir başka olumlu yanı ise; gençlerin de birbirlerinden haberdar olmaları, böylece başkalarında gönülleri varsa o kişide ısrar etmeyerek araya husumetlerin girmesine engel olmasıdır.
Bu piyasa yapma geleneği Batı Trakya’dan gelen göçmenlerin ağırlıklı iskan edildiği Edirne yöresinde daha yaygındır. Örneğin Tayakadın Köyü’nde yakın bir geçmişe kadar bu tanışma geleneği ailelerin anlayışıyla sürdürülmüştür. Zamanın aşındırılmasıyla bu gelenek başka bir şekle dönüşmüş ve erkeklerin kızların evlerinin etrafında, sokaklarında volta atmaları gibi bir forma dönüşmüştür.
Bu çeşme başı piyasası Edirne’nin Meriç havzasındaki bazı göçmen köylerinde çok hoş bir başka ritüelle taçlanır. Gençler yine köyün dışına doğru olan bir çeşme başında bir araya gelirler. Genç kızlar bu defa yanlarına saksılarda, yağ tenekelerinde yetiştirdikleri süs biberleriyle gelirler. Kızlar bu biberleri özel olarak yetiştirirler. Olabildiğince en acı biber yetiştirmeyi amaçlarlar. Piyasa zamanlarında çeşmeye gelerek güya biberlerini burada sulamak isterler. Bu arada genç erkekler de çeşme yakınına gelirler. Yine karşılıklı takılmalar, sataşmalar, bazen mani atmalar yaşanır. Genç erkeklerden karşı taraftaki kızlardan birinde gözü olanlar beğenilerini dile getirmek için ( bazen de evlilik niyetiyle yapılır bu ritüel ) bir çeşit cesaret gösterisine soyunurlar. Beğendiği kızın yetiştirdiği biberi yemeye talip olurlar. Zehir gibi biberi yerken aksırır, tıksırır, çeşmenin kurnasına yapışacak olursa kız oğlana; “Senin daha vaktin var, var git başka zaman gel.” der.
Olur ya; oğlan eğer biberi yemekten çekinir ya da yerken aksıracak tıksıracak olursa şaka yollu tehtid etmek için ortaya bir mani atar. Böylece “Elini çabuk tutmazsan, başkasına varırım.” gibi bir imada bulunur.
Acı biberim acı / Ocağa koydum sacı
Şimdiki kızlar kaçıyor / Yok mu bunun ilacı
Eğer ki; yüzü gözü kızarsa, dili damağı şişse de çeşmenin kurnasına yapışmadan biberi yiyen delikanlıların niyetlerinin ciddi olduğu kanısına varılır.
Yok, eğer oğlanın niyeti ciddi fakat düğün yapmaya henüz durumu yoksa, bir başka maniyle şaka yollu kıza takılarak kaçmayı teklif eder.
El edersem eve gel / Göz edersem yola gel
Bende gönlün var ise / Al bohçanı bize gel
Bazen genç kızlar şakalaşmak için erkeği zora sokma yolunu tercih ederler. Genç kızın arkadaşlarından biri takılır : “Kız sen de biber yetiştirdim mi diyorsun ? O verdiğin biber acı değildi galiba, birkaç tane daha ver bakalım da görelim biber mi yetiştirmişin.” Oğlan kızarsa bozarsa da bu teklifi kabul etmek durumunda bırakılır.
Bu cesaret gösterisi karşılıklı gülüşmeler, tatlı tatlı takılmalarla devam ettirilir. Bazen kızlar hallerini erkek tarafına hissetiremezler. Şu durumda beğendikleri kişiyi “ahiretlik” dedikleri en yakın arkadaşlarına belli ederler. Erkek tarafında kızın beğenisinin farkında olmayan biri varsa, genç kızın ahretliği o oğlana seslenir.
Örneğin; “Ahmet sen biber tatmayacak mısın ? Ayşe’nin biberlerinden tadabilecek kadar yürekli misin, görelim.” der. Eğer o delikanlının gönlü yatarsa bu teklifi kabul eder. Böylece tanışmanın yolu açılır. Yok eğer bu niyette değilse karşı tarafı kırmadan bunu hissetirmeye çalışır ya da önce biberi yer, sonradan haber göndererek bu niyette olmadığını karşı tarafa duyurur. Böylece genç kız hem o kalbalıkta utandırılmaz hem de ilerisi için ümit duymaz.
Görücü Usulü
Tanışmalara vesile olan bir başka yol da görücü usulüdür. Görücü usulü dışarıdan bakıldığında gençlerin dışında gelişen, onların rızalarını yok sayan bir durummuş gibi algı yaratmaktadır. Oysa Trakya’da bu durum Anadolu’da anlaşıldığı algıyla karşılanmaz. Burada amaç evlenme çağına gelen gençlerin huyunu, suyunu, nasıl bir terbiyeden olduklarını, nasıl bir eş aradıklarını iyi bilen büyüklerin yahut yakın çevredekilerin, gençlerin tanışıp yuva kurup kuramayacaklarına dair ön ayak olmaktır. Yakın çevrenin tüm bu girişimleri bir tavsiye niteliği taşır. Trakya’da gençlerin rızaları, gönülleri olmadığı müddetçe aileler buna onları zorlamazlar. Tanışmalarına vesile olarak söz ve nişan aşamaları boyunca birbirlerini tanımaları amaçlanır. Öyle ki, büyüklerin gençler hakkındaki bu ön görüleri sonucu gerçekleşen evlilikler çoğu zaman böylesi daha sağlam temellere oturup, süreklilik arz etmektedir.
Gençlerin niyetleri belli olunca durumlarını ailelerine açmanın yolunu ararlar. Erkek evlatlar bu konuda daha rahattırlar. Fakat genç kızlar için bunu ailesine duyurmak o kadar kolay değildir. Bunun için çoğu zaman yukarıda da bahsettiğimiz gibi hal ve hareketlerini ailelerinin anlamasına sebep olacak hal ve hareketlerde bulunurlar. Bulunurlar ki, aileleri aniden kapılarına gelebilecek görücülerden haberdar olup, şaşırmasınlar.
Kız ailesini bu durumdan haberdar edebilmek için erkek tarafının yakınları karşı tarafı ziyarete giderler. Bu ev misafirliği kisvesindeki ziyarette genellikle evlenecek erkeğin teyze, hala, yenge gibi birinci derece yakınlar bulunur. Kızı ilk ziyarette mahcup etmemek için oğlan anası genellikle gitmez. Evde haber bekler. Bazense ailelerin yakınlığına samimiyetine güvenerek o ilk ziyarette oğlan anası da yer alır.
Bu misafirlikte kıza el öptürülüp erkek yakınlarının kızı yakından görürler. Su, kahve, şeker, kolonya vb…şeyler getirip götürmesi istenerek kızın yürüyüşü, hal ve hareketleri, işlere çabukluğu, gönüllülüğü sezilmeye çabalanır. Tüm bu olanlar aslında kız tarafının da malumudur ama sözün dile dökülmesi için sabırla beklenir. Erkek tarafı nihayet misafirliği bitirmezden evvel kız tarafına niyetlerini söyler. “Sizin için de müsaitse falanca gün aileler tanışıp görücü gelmek isterler.” diyerek durumdan kız annesini haberdar ederler.
Erkeklerin bulunmadığı bu toplantıda kız annesi “Babamıza, erkeklerimize sormadan bir şey diyemeyiz. Biz onlara danışıp size haber ederiz.” deyip misafirleri uğurlarlar.
Kız anası durumdan yeni haberdar oluyorsa önce kızının ağzını yoklar. Gönlü olup olmadığını ilk ağızdan duymak ister. Ona göre evin babasına haber verir. Kızın gönlü olup olmadığını da babaya iletmiş olur.
Trakya’da kız babaları ile evlatları arasında duvarlar yoktur. Baba kızını çağırıp, onu mahcup etmeden rızası olup olamayacağını, ona göre misafirleri kabul edip edemeyeceklerini sorar. Kız babaya hürmette kusur etmeden “Siz nasıl münasip görürseniz.” gibisinden sözlerle halini belli etmeye çalışır. Kızın aksi beyanı olmadıkça, zaten annesi vasıtasıyla isteğini annesine açıkça dile getirdiği ve böylece babası durumdan haberli olduğu için, baba bu beyanı “Evet, rızam var.” diye değerlendirir. Buna göre; “Falanca gün bekliyoruz…” diyerek erkek tarafına haber gönderirler.
KIZ İSTEME
Trakya’da kız istemeye genellikle hayırlı günler olduğu inancıyla Pazartesi ya da Cuma geceleri gidilir. Bu ilk ziyarette büyük kalabalıklar istenmez. Buna karşılık her iki taraftan ailelerin büyükleri ( dede, büyükanne, teyze, hala, dayı, amca, yengeler vb…) davet edilir. Yine de davet edilmeyenler olmuşsa buna gücenilmez ve söz kesilirken bunun telafi edileceği bilindiği için gönül koyulmaz. Fakat dede, büyükanne gibi kişiler sağ ise hazır bulunurlar. Bir de kız tarafınca da tanınan, sözü geçen bir kişi kız isterken erkek ailesince aracı kılınabilir.
Erkek tarafı küçük hediyelerle kız istemeye gelirler. Şeker, lokum, kahve vb…yi verirler. Genellikle erkeklerle kadınlar ayrı ayrı fakat birbirlerini duyabilecekleri odalarda bulunurlar. Kız gelenlerin elini öpüp, mutfağa çekilir ve oradan olanları dinlemeye gayret gösterir. Arada ufak ikramlar için varsa ablaları ve ahretlik dediği arkadaşlarıyla hizmetlenmek için odaya girer ve çıkar. Kahveler içildikten sonra kız istemek için belirlenen kişi –ki bu kişi ya ailenin büyüklerinden biridir, ya da bu iş için araya konmuş sözü geçen, iki tarafça da itibar gören bir kişidir- sözü alır.
– Kahvelerimizi içtik. Şimdi buraya geliş niyetimizi söyleyelim. Allah’ın emri, Peygamber Efendimiz’in ( S.A.V ) kavliyle kızınızı ( falancayı ) , oğlumuza ( filancaya ) istiyoruz.
Daha önceden aile içinde bir söz birliği sağlanmış ve olumlu cevap verilecekse çok tereddüt gösterilmez. Kızın babası şayet hayattaysa büyükbabalara saygısından niyetlerini iletmek üzere sözü onlara vermek ister. Yoksa kız babasının kendisi niyetlerini ortaya koyar.
– Biz niyetinizden haberdar olduk. Yine de kızımıza sormadan karar veremeyiz. Bunun için bize zaman tanıyın. Biz size haber edeceğiz, derler.
Çok fazla beklenmez ve haber bekleneceği vurgulanarak erkek tarafı evlerine döner. Bu beklenen sürede “Kız evi naz evi” denilen ritüel gözetilir. Hem kızın niyetinden emin olunmak istenir; hem de erkek tarafını el altından araştırarak ailelerine uygun olup olmadığı yönünde –aslında herkesçe farkında olunan- el altından bir araştırma yapılır. Böylece karar netleştirilir.
SÖZ KESME
Söz kesmek için kız tarafı kararını vermişse ve cevapları olumluysa, bu durumu erkek tarafına bildirir. Yok eğer cevapları olumsuzsa, “Varın kısmetinizi başka kapıda arayın !” diye durumu bildirirler. Bir daha bu konuda ısrarcı olunmaz. Buna rağmen kız ve erkek birbirini istiyorlarsa ancak kaçmak yoluna başvurmakla baş başa kalırlar.
Söz kesmek için yine bir Pazartesi ya da Cuma gecesine kavilleşilir. Erkek tarafı ve kız tarafı karşılıklı bohçalar hazırlarlar. Bu bohçalarda kız tarafı ve erkek tarafının yakınları için hediyeler bulunur. Baba, amca, dayı gibi yakınlar için gömlek, çorap, ayakkabı vb…hediyeler; anne, hala, teyze, yengeler için çetik, çorap, oyalı çemberler vb…hediyeler bulunur.
Örneğin; Kırklareli’nin Pınarhisar ilçesine bağlı İslambeyli Köyü’nde eski düğünlerde kadınlara kadifeden elbiselik birkaç en kumaş, erkeklere ise ayakkabı, potin, dört köşeli kasket ( halk arasında daha sonraları Ecevit kasketi diye dillendirilmiştir…) hediyelikler de konulmuştur.
Boşnak ailelerde yaygın olan bir gelenek ise erkek tarafının berberinde kahve götürmesidir. Önce kız gelen misafirlere gümüşlü tepside acı kahve yapar. Kahveler içilirken usulen kız yeniden istenir ve kız tarafı “Verdik gitti !” diye cevabını verir. Bunun üzerine kız kahve fincanlarını toplamaya yeniden gelir. Kahve tepsisine gelenler bozuk para koyarlar ve beraberlerinde getirdikleri kahveyi verirler. Karşılığında kızın verildiğinin müjdesi olarak erkek tarafından gelenlere havlu dağıtılır.
Kızla erkek huzura alınarak gümüş tepside getirilen ve kurdeleye bağlanmış yüzükler takılır. Büyüklerden biri tarafından hayır dileklerle kurdele kesilir. Bazen bu kişi nükteli şekilde; “Makas kesmiyor” diyerek yüzük tepsisine erkek tarafından bahşiş bırakılmasını talep eder. Bahşiş alındığında kurdeleyi keser ve el öptürür. Sonra kız ve erkek ana babalarından başlayarak odadakilerin ellerini öper ve hayır dualarını alır. Erkek tarafından gelen kahve ile gelenlere bir kahve daha ikram edilir.
Boşnaklardaki bu havlu ile müjde verme geleneği Trakya’nın bazı kesimlerinde mendil verme ve bohçaların karşılıklı verilmesi şeklinde gerçekleştirilir. Bu ritüel konu komşuya, etrafa “Kızı aldık” demenin hoş bir ifadesidir.
NİŞAN
Nişan evliliğe gitmezden önceki son ciddi aşamadır. Gençlerin bu ciddi niyetlerini etraflarına duyurmanın yoludur aynı zamanda.
Söz kesilmesinden sonra aileler daha rahat birbiriyle görüşmeye başlar. Bu görüşmelerden birinde karşılıklı nişan gününü belirlerler.
Nişan öncesi aynı söz töreninde olduğu gibi karşılıklı nişan bohçaları hazırlanır. Nişanda yahut takip eden günlerdeki karşılıklı ziyaretlerde verilir. Nişan bohçasını aldıktan sonra evde konu komşuya sergilemek Trakya’da düzenlenen düğünlerdeki ritüellerden biridir.
Nişanlar bazen hane içinde mütevazi eğlencelerle kutlanır. Böylesi kutlamalarda genellikle kadınlar kendi aralarında eğlenirler, çalar söylerler. Erkekler ise bu eğlenceye pek katılmazlar. Sadece nişan yüzükleri takılırken “hayır” dilekleriyle bu güzel olaya şahitlik ederler. Genç çift kutlanıp, düğün öncesi alışverişlerine katkı olabilmesi amacıyla ufak tefek takılar takılır.
Gelgelelim nişan törenleri genellikle düğün havasında, yakınlar, konu komşu davet edilerek yapılır. Kız evinin önünde, müzik ve oyunlarla yapılır. Genellikle erkek tarafının üstlendiği nişan töreninde ince çalgı tutulur ya da kişilerin gücüne göre davul zurna vurdurulur.
Erkek tarafı kız evine tepsi tepsi baklava, lokum sandığı ve çerez dolu tepsilerle gelir. Baklavalar kızın evine bırakılacak, misafirlerine ikram edilecektir. Lokum ve çerezler ise düğün sırasında düğünü izlemeye gelenlere ikram edilecektir.
Nişan Atma
Nişanlılık dönemi çok uzun sürdürülmez. Ne kadar uzarsa o kadar işlerin sarpa sarabileceği düşünülür. Bu süre genellikle 5-6 ayı geçmeyecek şekilde planlanır. Bu dönemde evlenecek olan kişilerin birbirlerini daha yakından tanımaları amaçlanır.
Bazen işler çok yolunda gitmeyebilir. Çok sevimsiz görünse de gençlerin anlaşamayacaklarını hissettiklerinde vazgeçebilecekleri son dönem olarak nişanlılık dönemi görülebilir. Böylesi bir duruma “nişan atma” denir. Kimin ne hakkı hukuku varsa karşı tarafa teslim edilir; hediyeler, takılar, bohçalar vs…karşılıklı iade edilir. “Kısmet böyleymiş ! Kısmetinizi başka yerde arayın. ” denilerek evliliğe giden tüm hazırlıklar sonlandırılır. Herkesin kendi yoluna rahat gidebilmesi, gururunun incinmemesi için de –yakışığı budur- karşı taraf kötülenmeden, dallandırıp budaklandırılmadan bu durum etrafa bildirilir.
KIZ ÇEYİZİ
Eskiler der ki; “Kız çeyizine yardım etmek sevaptır…”
Kız anneleri evlatları el işine yatkın olduğu çağdan itibaren çeyiz sandıklarını doldurabilmek için işe koyulurlar. Bildikleri el işlerini onlara da öğreterek atım atım yapıp sandığa koymaları için yardımcı olurlar.
Neler yoktur ki o sandığın içinde ?
Kayınvalideye, büyük ninelere, hısım akrabaya hediye edilecek yelekler, çetikler, şoşanlar… Düğüne geleceklere hediye edilecek kenarı nakışlı, oyalı havlular… Hani havlu yetmez de sonra yeniden almak gerekirse endişesiyle; havlu kenarlarına tığ ile hemen monte edilebilecek el işiyle oyalanmış metre metre, deste deste, örnek örnek havlu kenarları…
Gözleri kör edercesine aylarca sürede oyalanmış masa örtüleri, fiskos dantelleri, divan örtülerinden aşağı sarkacak desen desen kanaviçeler, kanaviçe örnekli perde kenarları, renk renk ipliklerle gergeflerde işlenmiş yastık yüzleri, el işi namazlahlar, kenarına tutturulmuş tesbihler…
Sevda oyasından çemberler, renk renk grepler, düğüne geleceklere dağıtılacak oyalı mendiller…
Allılar, morlular; gümüşlüler, simliler; kadifeler ipekliler…
Daha da neler neler…
Liste uzayıp gider böyle. Kız tarafı ister ki çeyizinde her şeyden çok çok olsun. Bu onun maharetinin, zengin gönüllüğünün bir nişanesidir de aynı zamanda. Yine de çeyizde göze gelen eksikler varsa; kızın yaşıtları olan arkadaşları başta olmak üzere, eş dost konu komşu el işlerine yardım edip tamamlamaya son bir gayret gösterirler. Ya da dışarıda bu el işlerini yapmakta nam salmış kişilere sipariş ederler.
Çeyiz Düzme / Roba Düzme
Nişandan sonra aileler kız ve erkeğin kullanımı için bazı giyim eşyalarını, kişisel bakım eşyalarını, düğünde giyecekleri kınalık, gelinlik, damatlık ile kararlaştırdıkları takıları almak üzere buluşurlar. Bu buluşmada kız ve erkek tarafı genellikle ağzı laf yapan, alışverişlerde pazarlık gücü yüksek kişileri vekil kılarlar. Anne babalar evlatları gücenmesin diyerek olabildiğince alışverişe müdahale etmezler, ödemeyi yapmak üzere hazır bulunurlar. Vekil kıldıkları kişiler de bazen onlara ufak sataşmalarla “gelin kız şunu istiyor”, “damada da bu çok yakışır” diye fazladan bir iki şey aldırmaya çalışır.
Bu alışverişe Kırklareli’nin yöresinde “Roba düzmek” denir. Roba kadın giyiminde elbisede bir kalıp şeklini ifade eden özel anlamı dışında; yörede “elbise” , “giyit” manasında genel ifadede kullanılan bir sözcüktür. Bu alışveriş daha ziyade giyim üzerine olduğu için bu tabirin kullanıldığı pekala düşünülebilir.
Bu alışverişte alınanlar birer bohçayla taraflara verilir ve düğün yaklaştığı haftalarda kız ve oğlan evlerinde ayrı ayrı sergilenir. Ayrıca kız çeyizi alındıktan sonra ortak yaşayacakları evde bu bohçalar tekrardan çeyiz görmeye gelenlere sergilenir.
Roba düzerken yardımcı olan tarafların vekil kıldığı kişilere de hediyeler alınır. Alışveriş gün boyu sürdüğü için herkes çok dolaşıp çok yorulacaktır. Erkek tarafının alışveriş yapılan yerde bulunan adı en duyulmuş mekanlarından yemek yedirmesi adettir.
Trakya’da daha önceki dönemlerde alışverişlerin topluca yapılabileceği yerleşimler kısıtlıydı. Örneğin; Kırklareli yerleşimlerindekiler ya şehir merkezine ya da Lüleburgaz’a giderlerdi. Tekirdağ’dakiler içinse; Tekirdağ gibi Çorlu’da bir çekim merkeziydi. Edirne ve Keşan ise o civar yerleşimler için seçenekler sunan yerlerdi.
Bunun haricinde evin eşyaları, ufak tefek eksikleri için de ayrıca zaman içinde böylesi alışverişler tekrarlanır. Bunu yaparken karşı tarafın alım gücü dikkate alınır, zaman içinde tamamlayabilecekleri varsayılarak aileler çok zora sokulmaz.
Çeyiz Serme
Çeyiz serme denilen gelenek Trakya’nın tüm yerleşimlerinde rastladığımız bir düğün ritüeli olarak karşımıza çıkar.
Eski zamanlarda düzülecek olan ev daha kıt kanaat bir yapıda olduğu için kız çeyizi düğüne birkaç gün kala yahut alay günü götürülürdü. Öte yandan özellikle köylerde pek çok gelin kayınvalidesiyle ortak avluya açılan evlere gelin gelirdi. Böyle olunca çeyiz serme işi daha kolay halledilebiliyordu.
Gelgelelim gelin kendi yaşadığı yerden başka bir yerleşime gelin gidiyorsa ya da ailelerin uzağında bir yerde ev tutmuşsa kız çeyizinin daha önce alınıp evde sergilenmesi gerekirdi.
Bu durum şimdilerde böyleye evrilmiştir. Dolayısıyla kız çeyizi yaklaşık 15 gün önceden alınır ve bir hafta süreyle konu komşuya duyurularak sergilenir. Karşılıklı hediye edilen bohçalar, kız çeyizi, gelinlik-damatlık vb…objeler sergilenir. Gelenlere şekerleme, lokum vb…ikram edilerek düğüne bekledikleri iletilir.
Kız çeyizi genellikle Pazartesi ya da Perşembe günleri alınır. Çeyiz alınırken kız tarafının nazlanması üzerine kurulmuş bazı adetler sürdürülür. Bunlardan en bilineni; çeyiz sandığının üzerine gelin kızın kardeşlerinin, yengelerinin ya da bir çocuğun oturtulmasıdır. Bazı yerlerde ise bu adet; konu komşudan, tanıdıklardan birinin öksüz ya da yetim çocuklarından birinin oturtulması şeklinde uygulanır. Damat babası çeyiz sandığını evden çıkartmak için bahşiş verir. Bazen bahşiş yeterli görülmüyorsa “sandık kalkmıyor…” diye bahşişi artırması istenir. Yine de damat tarafını zora sokmayacak bir kararda durulur ve kızın çeyiz sandığı erkek tarafına verilir. Böylece çeyiz sandığı kızın yaşayacağı eve çeyiz sergilemesi için gönderilir.
ÇAĞRILTI
Gelin kınası ya da gelin hamamı için konu komşuyu, davet edilecekleri haberdar etmek için bazı kişiler görevlendirilir. Bazı ritüeller etrafında gerçekleştirilen bu davete Kırklareli’nin Balkan Köyleri’nde “çağrıltı” denir.
Bu geleneğe ev sahipliği yapan Kırklareli’nin Pınarhisar ilçesine bağlı İslambeyli Köyü’nde bu adet şu şekilde yaşatılmıştır : Bu yörede gelin hamamı adeti köy yerlerinde görülmediği için çağrıltı kına için veya takip eden düğün ile gelin cumasını ilan etmek için yapılırdı. Çağrıltıya çıkan kişiler gelinin yengelerinden veya aretleri ile genç kızlardan seçilirdi. Bu kişilere “çağırıcı” ya da “okuyucu” denirdi. Genellikle okuyucu ağzı laf yapan, genellikle her düğünde bu rolü üstlenecek olan bir kişi olurdu. Zira bu kişi genellikle kına gecesi gelen hediyeleri düğün yerindeki kişilere duyuracak olan kişidir. Diğerleri ise ona eşlik ederek hediyeleri dağıtmaya yardım ederdi.
Yengeler Cuma günü ekmek yoğururlar, Cuma namazı çıktıktan sonra köy fırınlarında köy ekmekleri yaparlardı. Sonra bu somun somun ekmekleri dilimlerler ve kollarına taktıkları hasır sepetlere, dokuma heybelere koyarlardı. Bazen bu sepetlere ekmekle birlikte kasabadan alınmış Mevlana şekeri, çerez vb…koyarlar ve köyü dolaşmaya çıkarlardı. Kol kola girip sokak sokak dolaşır, sepetlerindeki ekmeklerden, hediyelerden verirler, tekerlemeyi andıran şiveli bir bir seslenişle kınaya davet ederlerdi : “ Akşam kınaya, saba’sı ( sabahı ) düğüne…(davetlisiniz )”
Tekirdağ’da ise bu görevi üstlenen kişi konu komşudan dul, fakir biri olurdu. Bu daveti yapan kişi yörede “okuyucu”, “fike” ya da “yiğitbaşı” diye isimlendirilirdi. Ağzı laf yapan bu kişi köyü, civar köyleri dolaşır; heybesinde yaşlılara kına, genç kızlara ise kırmızı kurdeleye bağlı gelin teli bulunurdu. Gittiği evlerden okuyucuya ufak tefek hediyeler verilir, bu hediyeler okuyucuda kalırdı.
GELİN HAMAMI
Gelin hamamı adeti şehir merkezlerinde, daha ziyade Tekirdağ ve Edirne’de yaşatılmıştır. Kınadan bir gün önce ya da kına günü gelin hamamı için tutulmuş hamama gidilirdi. Kız tarafının ve erkek tarafının kadınları ve yakın çevresinin bulunduğu gelin hamamı bir “sefa meclisi” gibiydi. Kayınvalide gelin hanıma sedefli hamam takunyası, gümüş hamam tası ile sedefli yüz aynası hediye ederdi. Hanımlar def,darbuka eşliğinde eğlenirler; beraberlerinde getirdikleri yemişleri yerlerdi.
Daha ziyade sosyal hayatın hareketli yaşandığı yerlerde gelin hamamı geleneği sürdürülen hamamlar çifte hamam mimarisiyle yapılmış olanlardan seçilirdi. Örneğin; Edirne’de gelin hamamı geleneği Türkiye’nin en büyük tarihi hamamı olan, Üç Şerefeli Cami karşısındaki Sokollu Hamamı’nda gerçekleştirilirdi. Tekirdağ’da ise Paşa Hamamı bu mekanların başında gelirdi.
Gelin hamamı geleneğinin yansımalarını bu hamamların mimari uygulamalarında da görüyoruz. Örneğin; Edirne’deki Sokollu Hamamı’nın kadınlar bölümündeki kurnalardan büyük olanına “kaynana kurnası” denilmektedir. Daha zarif ve küçük olanı ise “gelin kurnası” diye isimlendirilirdi. Bu kurnalar bugün bile bu isimle anılmaktadır.
Gelin hanım yengeler ya da arkadaşları tarafından kaynananın getirdiği hamam tası ve mis sabunlarıyla yıkanırdı. Bazen şakalaşmak için kayınvalide usulca yüzü gözü köpüklü geline yaklaşır, bir tas nisbeten sıcak su alır, gelinin başından aşağı dökerdi. Gelin birden irkilince kayınvalideyi karşısında görür ama sesini çıkaramazdı. Bu ritüel kayınvalidenin kendini saydırması olarak algılanırdı.
Bazense kayınvalide geline kendini saydırmak için saçını sabunlamaya, sırtını keselemeye çağırırdı. Gelini korkutmak için bazen suyun sıcak olduğundan, bazen yüzüne sabun kaçırdığından şikayet eder, mızmızlanırdı.
Gelin hamamının özel bir günü olmamakla birlikte, düğünün yapılacağı son hafta içinde, genellikle de kınadan bir gün evel yapılması yaygındır. Hafta sonu düğünleri için genellikle bu gün Perşembe olarak öne çıkmıştır.
Hamam Gecesi
Hamam gecesi geleneği daha ziyede Tekirdağ yöresinde uygulanmıştır. Gelin hamamı eğlencelerinin aynı günün gecesine de uyarlanması diye düşünülebilir. Hamama çağırılan kadınlar ile, konu komşu, yakın akrabalardan kadınların hazır bulunduğu eğlencelerde def,darbuka eşliğinde kadınlar türküler söyler ve oyunlar oynarlar. Kına gecesinin bir ön provası gibidir adeta. Ortaya alınan gelinin aşı üzerinde hamam tası gezdirilir. Gelenler hamam tasına para atarlar. Bu paralar daha sonra tellaklara bahşiş olarak ulaştırılmak üzere kenara alınır.
KINA GECESİ
Eskilerin düğün günleri ile ilgili güzel tanımlamaları vardır. Derler ki; “Kına gelinin günüdür, düğün damadın, gelin cuması ise kaynananın…” Bazıları bu sıralamayı yaparken kına için “Ana düğünü ( Kız anası ) “, esas düğün günü için “Gelin-Güvey Düğünü”, gelin cuması için “Kaynana Düğünü” demeyi tercih etmiştir.
Şimdilerde kına gecesi tek gün olarak düzenlense de önceki dönemlerde iki gün olarak yapılır, düğün gecesi ve gelin cuması ile tüm süre 4 güne yayılırdı. Salı günü başlayıp Cuma günü biten düğünlere “Perşembe düğünü”, Cuma başlayıp Pazartesi günü biten düğünlere ise “hafta sonu düğünü” denirdi.
Tekirdağ yöresi kına adetlerine baktığımızda bu işleyiş şöyle gerçekleşirdi : İlk gece ( Salı ya da Cuma gecesi ) gerçekleştirilen gelinin bindallı giyip, kınasının yakıldığı geceye “ana kınası” denirdi. Ertesi gün kız ana evinde gelinlik giyer, gecesi de düğün gibi ayrı bir eğlence yapılırdı. Buna da “kız kınası” ya da “kız salınması” denirdi.
Şimdiki düğünlerde bu iki gün tek güne indirilmiş ve ana kınası ile kız kınası bir arada kutlanır olmuştur. Biz burada kına gecesini bu haliyle ele almış olacağız.
Kına gecesi gelinin kendi evinde geçireceği son gecedir. Bu sebeple daha bir özel hale gelmektedir. Kırklareli’nin Babaeski ilçesine bağlı Büyük Mandıra ( Pomak Mandıra ) yerleşiminde ise gelin kına gecesi alınarak ertesi gün yapılacak düğüne kadar erkek tarafında misafir edilir.
Düğünün başlangıcı sayılan kına geceleri genellikle Cuma’yı Cumartesi’ye bağlayan gece yapılmaktadır. Eskiden olduğu gibi “Perşembe düğünü” geleneği olmadığı için Salı gününden başlayan düğünlere artık rastlamıyoruz.
Çifte Davul, Çifte Zurna
Trakya köy düğünlerinin olmazsa olmazı davul zurna ekibidir. Çifte davul çifte zurna vurdurulması o düğünün namından sayılır. Trakya’da müzisyenlerin yoğun yaşadığı yerler bellidir. Kırklareli, Edirne, Lüleburgaz, Keşan, Çorlu vb… özelikle roman menşeili müzisyenlerin piyasa yaptığı yerlerin başında gelir. Düğün günleri belirlendiği andan itibaren en bilindik, en meşhur, namlı müzisyenlerin tutulması için bir yarıştır başlar Trakya’da. Çünkü düğünler genellikle yaz dönemlerinde, harman sonlarında yoğunlaştığı için davul zurna ekiplerini tutmak için hücum edenler had safaya ulaşır. Bu sebeple bu yarışı kimin kazandığı düğündeki coşkuyu da garanti edecektir.
Kırklareli’nin Pınarhisar ilçesine bağlı İslambeyli Köyü’nü örnekleyecek olursak; öğlen saatlerinde davul zurna ekibi köye gelir. Cuma namazı saati çıktıktan, camide hayır dualar yapıldıktan sonra davul zurna ekibini beraberine alan kız babası herkesin biraraya toplandığı köy kahvelerine gidip davul vurdurur. Burada aynı yengelerin yaptığı “çağrıltı” adetinde olduğu gibi kahvedeki erkeklere düğün daveti kız babası veya yakınlarınca tekrarlanır. Kahvelerde vurdurulan bu davul zurna sırasında oyunlar oynanmaz ama eski Rumeli havaları çaldırılarak “dem” alınır. Kahvedeki tüm ikramları kız babası üstlenir.
Davul zurna ekibi kız alayına kadar kız evinin misafiridir. Kız evinin yakınlarından biri ( amca, dayı vb…) davulcuların bütün ihtiyaçları, rahatı ve konaklaması için vekil kılınır. Çünkü kız babasının ilgilenecek misafirleri ve yapacak işleri olacaktır. Genellikle bu davul zurna ekibi köy konağında misafir edilir.
Cuma saatinden sonra davul zurnanın kahvehanelerde bir süre erkek meclislerinde çalmalarından sonra, akşam üzerine kalmadan davullar peşlerinde genellikle kahvehaneden birlikte çıkan erkeklerle kız evine doğru yola koyulurlar. Kız babası davullarla önde, konuklar ardında kız evine gelinirken bir sırığa asılı bayrak taşımak adet olarak uzun süre sürdürülmüştür. Bayrak kız evinin porta kapısına ( sokağa açılan bahçe kapısı ) asılır. Kız alayla alınana kadar orada salınacaktır. Bayrak dikme geleneği bazı köylerde hala yaşatılmaktadır.
Davullarla kız evine gelindiğinde bir-iki tur oyun oynanır ve sonra gelen misafirler bahçede hazırlanan masalarda düğün yemeğine ( kına yemeği ) davet edilirler. Düğün yemeğine davetli davetsiz herkes katılabilir.
DÜĞÜN YEMEKLERİ
Kına yemeği bahsine gelmişken bu konuda biraz ayrıntıya girelim :
Kınadan başlayarak düğün sona erene kadar gelen misafirler kız evinde ve erkek evinde kurulan sofralarda ayrı ayrı misafir edilirler. Bunun bir zamanı yoktur. Öğün saatleri geldikçe sofralar tazelenir.
Bu kadar yemeğin sürekli hazır tutulması iyi bir planlama gerektirir. Bu işler her zaman imece usulü ile gerçekleştirilir. Fakat hemen hemen her köyde yemekleriyle meşhur birileri bulunur. Hatta düğün yemekleri ile meşhur, ısrarla aranan kişilerdir bunlar. Düğün evi sahibi bu kişiyle günler öncesinde anlaşarak yemeklere yardım etmesi için ricada bulunur. Kendisine yemeklerin yapımında yardım edecek kişiler de önceden ayarlanır. Aşçı kadınlar kadar bulaşıkların yıkanmasında yardımcı olacak kişiler de planlanır. Tüm hepsini idare edecek kişiye “düğün kahyası” denir.
Yemeklerin misafirlere servisinde genellikle erkeklerin olduğu avlularda erkekler, kadınlar için kurulan sofralarda kadınlar hizmetlenir.
Düğün evinin bahçesi müsaitse bahçesinde, değilse komşu evlerden birinin bahçesinde büyük odun ateşleri üzerine sacayakları oturtulup üzerlerine koca koca kazanlar kurulur. Bahçeye kurulmuş peçka sobalarda ( kuzine ) başka başka yemekler pişirilir. Odun fırınları yakılarak yengelerce “çağrıltı ekmeği” hazırlanırken, misafirlere yetecek kadar somun somun ekmekler, fırınlarda pişecek diğer yemekler hazırlanır.
Köy düğünlerindeki yemekler etsiz düşünülmez. Bu sebeple kesilen hayvanlar düğün yemeği hazırlanmazdan evel hazırlanacak yemeğe göre parçalara ayrılır. Yağından ununa, pirincinden nohutuna, her ne yemek yapılacaksa malzemeleri özenle hazırlanır; yemeğin yapımına öyle geçilir.
Trakya düğünlerinde genellikle hazırlanan yemeklerin çorbalar, et yemekleri veya etli yemekler, pilavlar, börek ve tatlılar şeklinde genellenebilir. Sofrada börekler, sini pideleri, dilimlenmiş somun ekmekleri masalarda hazır edilir. İçecek olarak masalara sürahiler içinde ayranlar, ev yapımı meyve suları ( kızılcık, erik vb…) ile yemekler arası geçişlerde ağız tadını tazelemek için köy yoğurdu, turşu vb… tamamlayıcı lezzetler konur.
Düğün yemeklerinde sofrada yer bulan çorbalar arasında “düğün çorbası” en başta yer almaktadır. Şehriyeli ciğer çorbası, tavuk suyu çorba, ekşili misket çorba da düğün yemeklerinde en çok tercih edilenler arasındadır.
Etli yemekler daha ziyade yahni tarzı yemekler, ya da etle zenginleştirilmiş bakliyat yemekleri şeklindedir. Bu yahni yemekleri arasında küçük veya büyükbaş hayvanların etlerinden temel tarif gözetilerek yapılan “anne yahnisi” ile daha çok düğünlerle özdeş ve kesilen hayvanların ciğeriyle hazırlanan “güvey yahnisi” en çok tercih edilen et yemekleridir. Nohut yahut fasulye etli hazırlanıp sofrada ikinci bir yemek olarak yer bulur.
Düğün sahibinin gücüne göre ya da davet edilen özel misafirler için kurulacak ayrı sofralarda ızgaralar, köfteler de sofrayı zenginleştirmek için yer bulur.
Ana yemeklerle birlikte pilav ikramı olmazsa olmazdır. Rumeli mutfağında “büryan” diye tabir edilen bu etli pilavlarda küçük veya büyükbaş hayvanların etleri kadar tavuk eti de bolca kullanılan malzemedir. Son zamanlarda pirinç kullanılarak hazırlanan pilavlar olsa da, eski düğünler için etli bulgur pilavı da tercih edilirdi. Büryan da denilen bu etli pilavlar derin tencerelerde hazırlanabildiği gibi, Trakya mutfağında -daha ziyade Kırklareli yöre mutfağında- rastladığımız gibi fırınlanarak hazırlanan “kapama pilavı” şeklinde de olabilmektedir.
Trakya mutfağı börekler ve sini pideleri açısından büyük zenginlik barındırır. Bu zenginliği düğün sofralarında da görmek mümkündür. Örneğin; Kırklareli düğünlerinde en çok hazırlanan börek pirinç böreği iken, liste Trakya sini mantısı, Arnavut böreği ( laklör ), Boşnak böreği, göçmen böreği, dızmana , kenarlı pide ( zennik ) , kıvrım, yağlamaç ( katmer ), nohut ekmeği vb…diye uzar gider.
Aynı zenginliği tatlılarda da görürüz. Tatlılar sütlü ve şerbetli tatlılar olarak düğün sofralarında yer bulur. Sütlaç sütlü tatlıların olmazsa olmazıdır.
Öte yandan zerde de Trakya düğünlerinde rastlayabileceğimiz yöresel lezzetlerin başında yer alır. Şerbetli tatlılar ise çok daha zengin ve görselliği ile sofralarda ağızlara şenlik verir cinstendir. Ev baklavası mutlaka hazırlanır. İç malzemesi genellikle yörede bolca yetişen ceviz iken Edirne yöresinde “bademli baklava” olarak karşımıza çıkar.
Oklava tatlısı ya da diğer adıyla oturtma tatlısı, Boşnak tatlısı ( Hacımakule-Acemakule ), fıstık tatlısı, kalburabastı, revani, Hayrabol tatlısı, yoğurt tatlısı, tulumba tatlısı, tikvenik gibi tatlılar da yöre mutfağından köklerini bulan ve düğünlerde karşımıza çıkan şerbetli tatlılardandır.
Öte yandan; Tekirdağ’da “peynir helvası”, Kırklareli’nde “höşmerim”, Edirne’de “gaziler helvası” düğünlerde hazırlanabilen helva türevi kimlikli yöre mutfağı tatlılarıdır.
Tatlılar bahsi gelmişken yöre mutfağındaki hoş bir düğün geleneğinden de bahsetmek gerekir. Düğün hazırlıklarının büyük masraf tuttuğundan hareketle, ev sahibinin üzerindeki yükü bir parça alabilmek maksadıyla, düğün yemeğine gelen konu komşu ve akrabalar beraberinde kendi hazırladıkları tatlı sinilerini getirirler. Bazıları ise tatlı yapmaya gücü yetmedi veya zamanı olmadıysa tatlı şerbeti hazırlamak için toz şeker getirirler. Böylece gelen onlarca misafir ağırlanmış ve ev sahibinin yükü hafifletilmiş olur.
Düğün Oyunları
Düğün yemeğinden sonra, akşam üzeri saatlerinde kız evinin önünde davul zurnalar ile eski Rumeli havaları çalınır, eski yöre oyunları oynanırdı. Çoğu göçmen kimlikli yöre halkı için, ağır ritimli ama duygusu yüksek Rumeli türkülerinin anlamı büyüktür. “Aliş’imin kaşları kare, Kırmızı gülün ali var, Dayler dayler viran dayler, Edirne’nin ardı bay(ğ)ler, Selanik içinde selam okunur, Drama köprüsü dardır geçilmez, Deryalar, Arda boyları, Yüksek yüksek tepelere ev kurmasınlar” vb… türküler ayrılık, gurbetlik, hasterlik, kavuşamama gibi hisleriyle gönülleri titretirken; “Evreşe yolları dar, Ramizem, Drama’nın içinde yaparlar pazar, Kızılcıklar oldu mu, Bahçelerde börülce, Mavrova’dan aldım Sümbül üç hokka nohut, Sülüman aga, Şefo’mun evi kaleye karşı, Vardar ovası, Uzun kavak ne gidersin engine Sevenleri sevdiğine versinler” vb…sözlü oyun türküleriyle de bu hava Trakya’ya has bir coşkuya dönüşüverirdi.
Ne yazık ki modern zamanlar ile kaybedilen değerlerden biri de zengin yöre oyunlarıdır. Çoğu Rumeli menşeili bu oyunlar düğünlerin olmazsa olmazlarındandır. “Kabadayı, Eski kasap, Yarım kasap, Düz kasap, Yarım Burgaz, İstanbul kasabı, Zigoş” vb…bazı oyunlar heybetli erkek oyunları şeklinde oynanan oyunlarken, “Sülüman aga, Evreşe yolları dar, Bahçelerde börülce, Tekirdağ karşılaması, Kızılcıklar oldu mu” türkülerle daha çok karşılama şeklinde oynanan bazı oyunlar daha kadın kimliklidir.
Buna rağmen birlikte oynanan ve “hora” denilen oyunlar da bulunur, bu oyunları oynamaya “hora çekmek” denir. “Ali paşa, İzzet hoca, Deryalar, Pomak gaydası, Balkan gaydası, Payduşka, Arzu’yla Kamber,Gelin damat oyunu ( Damat karşılaması ) vb… bu türde oynanan oyunlardandır.
Kına Yakma
Kına gecesi köyün geniş bir meydanında ya da bir okul bahçesinde, eğer geniş bir avluya sahipse kız evinin önünde gerçekleştirilir. Tüm misafirler hazır bulunur.
Eski düğünlerde erkek kına gecesine katılmaz, sadece ailesinden yakınları misafir gibi kınaya katılırdı. Erkek o geceyi kendi arkadaşları ve akrabalarıyla yemek sofraları etrafında kendi eğlencesi ile geçirirdi. Şimdilerde ise erkek de kına gecelerinde kızın yanında yer almaya başlamıştır.
Kız önce nişanlık yahut bir elbise giyer, kına yakılacağı zaman ise bindallısını giyer. Kına boyunca kıza daha tecrübeli olan yengeleri, evlenmiş akranları ve ahretlik ( aret ) denilen yakın arkadaşları eşlik eder.
Boşnak düğünleri ise Trakya düğünleri arasında bir o kadar görkemli bir edayla gerçekleştirir. Gelin kızlar gece boyunca en az 3-4 defa “Dimija” denilen, parlak ipekli kumaşlardan bir çeşit “Boşnak şalvarı” giyer. Eskiler der ki; bu renk renk desen desen dimijalar “dokuz en kumaştan” yapılmamışsa bir itibarı yoktur. Bu dimijaları ( Boşnak şalvarı ) genellikle erkek anası hediye eder ve bunu düğüne gelenlerin arasında bir parça öğünmek duygusuyla yapar. Gelin kız yengeleri koluna girdiği halde nişan düğününün yapılacağı meydana getirilir. Misafirlerin eli öptürülür. Ara ara kıyafet değiştirerek gece boyunca gözlerin Boşnak gelinde olması arzulanır.
Kına gecesi kıza takılan takıların, gelen hediyelerin “okuyucu” denilen kadın tarafından tüm misafirlere ilan edilmesi geleneği günümüzde sürdürülmemektedir. Bu gelenek şöyle gerçekleştirilirdi : Kıza takıya çıkanlar, hediye getirenlerin hediyeleri, sırası geldikçe okuyucu kadının kulağına fısıldanır ya da bir kağıda yazılarak okutulurdu. Hediyesini ya da takısını sunan kişi geline elini öptürür, okuyucu kadının hediyesini köy halkına ilanını beklerdi. Bu hediyeler iğneden ipliğe, ev eşyasından kişisel eşyalara, takıdan paraya kadar her şey olabilirdi. Okuyucu kadın hediye verenin geline yakınlık derecesiyle birlikte, hediyesini ilan eder, eğer hediye elle kaldırılabilir büyüklükte bir şeyse gelinin başı üzerinde birkaç defa çevirerek gelenlere gösterirdi.
Örneğin şöyle seslenirdi :
– Gelinin halasından bir Reşat altını, teyzesinden burma bilezik. . .
– Komşusu Hanife yengeden iki battaniye, üç ipek yorgan yüzü. . .
– Havva ninesinden 50 lira, 10 tane de oyalı çember. . .
– Hamit amcasıyla, Pakize yengesinden çamaşır makinesi. . .
Hediyenin büyüklüğü küçüklüğü önemsenmez, bu bir utanma ya da böbürlenme vesilesi görülmezdi. Hatta köy yerindeki düğünlerde hanenin sermayesi olarak tarla, bahçe, küçük ya da büyükbaş hayvanlardan bile hediyeler verilirdi.
– Kaynatasından 2 inek, 5 koyun ile kaynanasından dere boyunda 2 dönüm bahçe. . .
Aslında çok renkli ve yöreye has bir uygulama olan bu gelenek, günümüzde ekonomik şartların ağırlaşması üzerine takıya çıkanların bir de ilan edilerek mahçup olmaması için zamanla terk edilmiştir. Bu gelenek genellikle kına gecesi kız evinde gerçekleştirilirken, bazı köy düğünlerinde ise düğün gecesi takısında gerçekleştirilmiştir.
Takıdan arta kalan zamanda kına boyunca oyunlar oynanır, keyifli vakit geçirilir. Gecenin son diliminde kız ortadan kaybolur, arkadaşları tarafından bindallısı giydirilir. Erkek tarafından hediye edilen kına karılarak bir tepsiye alınır. Kızın aretleri ve yengeleri eşliğinde bindallısını üzerine giymiş olan gelin meydana getirilir. Yüzünde al renkte bir tül vardır ve yüzü belli belirsiz seçilmektedir.
Kız meydanın ortasında bir sandalyeye oturtulur. Kızın arkadaşları kına tepsisini elinde bulunduran kişinin –ki bu kişi genellikle kızın ahretliğidir- peşi sıra, avuçlarında mumlar olduğu halde gelinin etrafında dönerler. Bu sırada kına türküleri okur, kına manileri atarlar.
En bilindik kına türküsü Edirne yöresinden tüm Türkiye’ye mal olmuş;
“Yüksek yüksek tepelere ev kurmasınlar / Aşrı aşrı memlekete kız vermesinler” türküsüdür.
Bir başka türkü ise;
“Kınayı getir ana, kınayı getir ana / Bu gece buralıyım, koynunda yatır ana” diye akıp giden türküdür.
Kız anası ağzından söylenen ve Türkiye’nin farklı yerlerinde ezgisel farklılıklarla söylenen;
“Atladı geçti eşiği / Sofrada kaldı kaşığı / Bizim evin yakışığı / Gelin oldu gitti bugün” türküsü ise daha ziyade içli bir mani gibi söylenmektedir.
Burada amaç öncelikle kızın, kızla beraber annesinin ve yakınlarının ağlatılmasıdır. Bu gelin kızın sevdikleriyle bir manada vedalaşma anıdır ve ağlaması sevdiklerine olan düşkünlüğünün, gelip çatacak olan hasretliğin göstergesidir.
Kızın kınasını yengeleri yakarlar. Bu sırada kızın kaynanası kıza bahşiş vermesi için ortaya çağırılır. Kızın kına yakılmış avuçlarının ortasına iki altın koyar ve elleri kına mendilleriyle sarılıp kapatılır. Bu kına ertesi gün “kına yıkama” denilen adet gereği köy çeşmesinde yıkanacaktır.
Boşnak düğünlerinde kına gecesi kınası yakıldıktan sonra gelin kızın duvağı açılır. Kayınvalidesinin hediye ettiği bir ayna eline verilir. Gelin kız aynadan gerisindeki kalabalığı ve kayınvalidesini süzer. Öte yandan kızın arkadaşları gelinin ardına dizilerek aynada kendilerini görmeye çalışırlar. Umulur ki kendisini gelin kızın aynasında görebilen bir sonraki evlenecek kişi olabilsin. Bazı yerlerde bu gelenek kızın kına duvağı açılmadan da uygulanmıştır.
Kayınvalideyle gelinin tatlı tatlı atışmasının figürü olan ayna, kına gecesinden bağımsız olarak Edirne’de başrole soyunacaktır. “Aynalı süpürge”…
Aynalı süpürgenin Edirne’ye ait düğün gelenekleri içerisinde yerini bulmuş bir kimliği vardır. Bu süpürge eskiden gelin kızların çeyizi için yapılırmış. Şimdilerde ise hediyelik eşya kabilinden üretiliyor ancak. Yöresel kök boyalardan iplerle, kurdelelerle motiflendirilmiş süpürgenin orta yerinde ve iki tarafında bir ayna bulunur.
Şimdilerde Edirne adetlerine rastlamadığımız için, -di’li geçmiş zaman ekleriyle bahsedebiliyoruz devri saltanatındaki aynalı süpürgeden. Eskiden aynalı süpürgenin başında kabara adı verilen iri başlı bir çivi bulunurdu. Bu genç kız için bir temizik, saflık simgesiydi. Aynalı süpürge eğer ki evin dış kapısına asılmışsa; “Evimizde evlilik çağında kızımız var”, manası taşırdı. Gelin kızın sandığında aynalı süpürge konulması o kızın evine düşkün, eli iş tutan, becerikli ve temiz bir kız olduğunu anlatmak içindir.
Ama nüktedan bazı göndermeler de yapardı aynalı süpürge. Mesela, ev işini kıran gelin kızlar kayınvalidesinin geldiğini süpürgenin kendilerine doğru olan tarafından görürler de kendilerine çeki düzen verirlermiş. Kayınvalidesiyle küsen, sözünden incinen gelinler ise “dön de kendine bak” demek için süpürgenin aynasını abartılı hareketlerle kayınvalidesine doğru tutarak bu hislerini anlatırlarmış.
Dönelim kına gecesine…
Kayınvalide beraberinde getirdiği kuruyemişleri, şekerlemeleri, darıyı bereket getirmesi için misafirlerin üzerine doğru savurur. Bir sepet içinde küçük poşetlere konulmuş kuruyemişler, Mevlana şekerleri, kına paketleri ve düğün mendilleri misafirlere dağıtılır. Sandık içinde getirilen lokum gelenler arasında dolaştırılarak ağızlar tatlandırılır.
Genç kızlar elleri kına mendiliyle sarılı gelini oyuna kaldırırlar.
Tekirdağ yöresinde ve Kırklareli’nin bazı köylerinde ( Örneğin; Çengelli-Lüleburgaz ) kına yakıldıktan sonra çok hoş bir adet uygulanır. Meydanın ortasına bir sandalye y ada bir teneke gibi yerden yüksekçe bir cisim konulur. Bunun üzerine bir su tası ya da içi su dolu bir tepsi konur. Bu kabın içerisinde bozukluk paralar atılır. Kına yakıldıktan sonra oyuna kalkan genç kızlar gelinle birlikte birkaç tur bu su dolu kabın etrafında dönerler. Sonra gelin olacak kız bu kaba bir ayak darbesiyle vurup kabın içindeki paraların yere saçılmasını sağlar. Köyün çocukları bu paraları kapışırlar. Bu adet daha çok bolluk bereket ve cömertlik gösterisi gibi bir algı yaratır.
Yine Kırklareli’nin Balkan köylerinde karşımıza çıkan benzer bir uygulama ise şöyledir. Bir toprak testi içerisine biraz su ile içine bozukluk paralar konulur. Kına yakıldıktan sonra gelin oynatılır, oyunlara son verileceği yerde gelin bu testiyi yere çalar. Keder, elem veren her türlü kemliğin bu testinin parça parça olması gibi def’olunacağı arzulanır. Testideki bozukluk paralar çocuklarca kapılır.
Bu oyunlardan sonra gelin kız aretleri ve genç kızlar eşliğinde evine çıkartılır. Bir süre ortada gözükmez. Soluklanır. Eğer arzu ederse bindallı ya da nişanlık elbisesini değiştirerek tekrar meydana döner.
Son yıllarda bu rol kına gecelerine katılmaya başlayan erkeğe verilmiştir. Testi kırıldıktan ya da su kabı devrildikten sonra; bu adetin görülmediği yerlerde ise kına yakılıp birkaç tur oynandıktan sonra güvey meydana gelip kızı kucakladığı gibi kalabalıktan kaçırır ve eve sokar. Damadın kızı kavrayıp kucaklaması bir çeşit güç göstergesi, özgüven ve erkekçe bir gösteri edasıyla algılanır.
Tekrar meydana gelen gelin kız ve arkadaşları, düğüne katılan diğer kişiler oyunlar oynarlar. Gece gelen misafirlerin uğurlanması ile sona erer.
Düğün sonrası gelin kız arkadaşları ve akraba kızlarıyla birlikte yatırılır. Geceyi sohbetler ve evlilik üzerine nasihatler ile geçirirler.
Boşnaklar’da ise bu gece farklı bir gelenek uygulanır. Gelin kızın evleneceği kişiyle muratları ilk çocuklarının erkek olması ise, o gece evin ya da akrabalardan birinin küçük erkek çocuğuyla yatırılır.
Güvey ve Sağdıç Kınası
Tekirdağ’ın Kılavulu köyünde 80’li yılların sonlarına kadar yaygın olarak sürdürülen, sonrasında cılızlaşarak ancak orta yaş ve üzeri kişilerin hafıasında tortulaşan bir diğer kına geleneği ise güvey ve sağdıçı ilgilendirmektedir. Bu geleneğin bazı unsurlarına Tekirdağ başta olmak üzere Trakya’nın diğer yerleşimlerinde de rastlanmaktadır.
Bu geleneğe göre; kız kınasının gecesinde erkek evinde delikanlılara ayrı eğlence düzenlendiği görülmüştür. Fakat son dönemlerde erkek tarafının kız kınasına katılması daha yaygınlaşmıştır. Kız kınası bitince güvey ve onun sağdıcı, bu geleneğin bir diğer aktörü olan köy delikanlılarıyla evlerine döner, bir parça eğlenceye devam ederler. Bu eğlence genellikle sağdıcın evinde gerçekleştirilir, damat o gece misafir olarak sağdıcın evinde yatıya kalırlar. Ertesi sabah, köyde misafir edilen düğün çalgıcıları -ki bu yörede davul zurnadan ziyade ince çalgı olur, klarinet başrolü üstlenirdi- güveyin delikanlıları eşliğinde sağdıç evine varırlar. Müzik eşliğinde sağdıcı ve damadı uyandırırlar, oyunlar türküler eşliğinde köy çeşmesine vararak ellerini yüzlerini yıkatırlar.
Geleneğin bu kısmı, bazı Trakya yerleşimlerinde sağdıç ve güveyin köy camiine götürülüp abdest aldırılması, elinin yüzünün abdestin bereketiyle yıkatılması ve namaza durularak damatın yeni kurulacak hanesi için hayır dua edilmesi şeklinde de uygulanmıştır. Bu el yüz yıkama geleneği ortak öğe olarak kendini öne koymaktadır.
Oyunlar, türküler eşliğinde köy çeşmesinden dönen delikanlılar damat evine varırlar, burada mükellef bir sabah kahvaltısıyla ağırlanırlar. Kahvaltı bittikten sonra damat ve sağdıç yine müzisyenler ve delikanlılar eşliğinde damadın hala evine giderler. Hala figürü burada damada yetişmesinde hakkı geçmiş bir figür olarak öne çıksa da halası olmayanlar için bu kişi damadın yakın akrabalarından yaşı büyükçe bir başka kadın da olabilmektedir. Damadın halası damada ve sağdıca kına yakar. Burada düzenlenen törene mahsus olarak bir halk oyunu sergilenirdi. Delikanlılık, mertlik, gözüpeklik vurgularında sahip “Köroğlu” isimli bu oyun bıçakla oynanır.
( Kaynak : Hüseyin ARSLAN / 54 yaş – 2018 / Kılavuzlu Köyü – Tekirdağ )
Kına Yıkama
Trakya’nın pek çok köşesinde uygulanan kına adetlerinden biri de Kırklareli’nde “kına yıkama”, Tekirdağ yöresinde “kına çözme” denilen bir ritüeldir. Bu gelenek uygulandığı yerlere veya halklara göre zenginlik taşıyan nüanslara sahiptir.
Kına gecesinin ertesi sabahı kızın aretleri ( ahiretlik ) başta olmak üzere genç kızlar ve onlara eşlik eden diğer kişiler, davul zurna eşliğinde oynayarak kız evinden köy çeşmesine kadar giderler. Gelin kızın ellerini köy çeşmesinde yıkatırlar. Avucundan çıkan para ya da altınlar bazen kızın arkadaşlarına bahşiş olarak verirlir; bazen de kızın kendisinde kalır. Kına yakılırken gelenlerce çeşmenin yalağına bozuk para atıldığı şeklinde de uygulanmıştır. Bu bozukluk paralar daha sonra köy çocuklarınca alınır. Kına yıkama denilen bu adet günümüzde de diriliğini korumaktadır. ( Örneğin; İslambeyli Köyü-Pınarhisar )
Bu gelenek Kırklareli’nin bazı Balkan köylerinde ise ( Örneğin ; Yeşilce-Demirköy ) gelinin kına yıkanırken elinden çözülen mendilinin dereye salınması şeklinde gerçekleştirilmiştir. Bundan kasıt bahtının su gibi akacağı umududur. Genellikle bu civardaki Boşnak köyleri bu uygulamayı içselleştirmişlerdir.
Kırklareli’nin birbirine yakın mesafede farklı yerleşimlerinde rastladığımız bu kına adeti gereğince gelin kınası bir yetim çocukla birlikte açılır, gelinin avucundaki parayı ya da altınları ise yetim bir çocuk alır. Bu şekilde uygulamaya Tekirdağ’ın bazı yerleşimlerinde de rastlanırken; Tekirdağ’da bazen gelinin avucundan çıkan para ya da altınlardan biri güveye ( damat ) ayrılır, damat da bu parayı-altını bereket diye cebinde taşır.
Gelin Salınması…
Kına geceleri eski dönemlerde ana kınası ve kız kınası ( kız salınması ) şeklinde iki gecede yapılırken, şimdi kına adetleri tek gecede toplanır olmuştur. Uzun süredir uygulanmayan bu geleneğe göre, ikinci bir kına gecesi gibi olan kız kınasında ( kız salınması ) kız düğün gününde olacağı gibi saçı başı yaptırılarak öğleden sonra beyazlığını ( gelinlik ) giyer. Kız tarafı ve erkek tarafı misafirlerine kız evinde yemek verildikten sonra ikinci bir kına gecesi gibi eğlencesi yapılır. Yukarıda kına gecesinde bahsettiğimiz geleneklerin bir kısmı bu gecede yapılırdı.
Peki, ikinci bir kına gecesine neden ihtiyaç duyulmuş olsun ? Şöyle ki; genellikle kırsalda yaşayan halk köydeki tarla tapan, ağıldaki hayvanların bakımı vb…işleriyle yoğun bir koşturmaca içindedir. Bu işlerini uzun süre bırakıp başka şeylere zaman ayırması zor olabilmektedir. Gelin hele ki köy dışında bir yere gelin gidecekse onun düğününe katılmak bazen zor olabilmektedir. Hal böyle olunca; ana kınasında ( ilk kına ) gelin kızı bindallısıyla gören davetliler gelin salınmasında gelin kızı beyazlığı ( gelinliği ) ile görür. Adeta düğünlerine katılamayacak olanlar için kendi köylerinde bunun provası yaptırılmış olur.
Bu takvime bakıldığında hafta sonu düğünlerinde ana kınası Cuma gecesi, kız kınası ( gelin salınması ) Cumartesi gecesidir. Dolayısıyla düğün Pazar günü gerçekleştirilir. Pazartesi günü ise “gelin cuması” yapılarak düğün tamamlanmış olur.
Salı’dan başlayan Perşembe düğünlerinde ise sıralama; Salı gecesi ana kınası, Çarşamba gecesi kız salınması, Perşembe gecesi esas düğün ve nihayet Cuma günü “gelin cuması” şeklinde gerçekleşirdi. Daha sonra değineceğimiz “gelin cuması” denmesi de düğünün bittiği bu son günden sebeptir.
Kaldı ki, artık Perşembe düğünleri yapılmadığı için, aynı isimle anılmaya devam edilen bu gün hafta sonu düğünlerinde Pazartesi gününe denk düşmektedir.
DÜĞÜN GÜNÜ
Trakya’da düğün günü sabahtan gecenin sonuna kadar sürecek bir dizi ritüel etrafında akıp gidecek zengin motifler barındırmaktadır. Bu köyden köye, halktan halka kendi zenginliklerini ve farklılıklarını barındırsa da, genel uygulamalar etrafında bu nüanslara da aşağıda yer vereceğiz.
Güvey ( Damat ) Evinde Neler Oluyor ?
Kına gecelerine eskiden damatlar asla katılmazlar, onlar da kendi evlerinde erkekler meclisinde eğlenirlerdi. Bu toplantıda yemekler yerler, oyunlar oynarlar, geceyi keyif içinde geçirirler. Damat o gece, düğünün pek çok aşamasında işleri kolaylaştırmak için çabalarıyla rastlayacağımız, sağdıçlığını üstlenen yakın bir arkadaşının evinde yatırılır.
Boşnak düğünlerinde erkeğin sağdıçlığına soyunan bu kişiye “dever” ( prtenski djever ) denir ve düğünün belli aşamalarında çok güçlü bir figür olarak karşımıza çıkar. Buna yeri geldikçe değineceğiz.
Düğün sabahı sabah namazından çıkanlar ve köyün diğer delikanlıları sağdıç evine gelerek gürültü yaparlar, bazen de davul zurna vurdurarak damadı uyandırırlar. Bu gün gelin alayla eve getirilinceye kadar erkek evinde bir düğün gibi geçirilecektir.
Sabahtan beri çalan davulları duyanlar öğlene doğru erkek evine gelirler. Gelen misafirlere bahçelere kurulmuş sofralarda yemekler verilir. Daha önce “düğün yemekleri” bahsinde sözü geçtiği gibi bir yapılanma ile düğün yemekleri yenilir.
Yemekten sonra, genellikle öğle namazının hemen sonrasında erkek evinde düğünün asıl kısmı başlamış olur. Davullar zurnalar daha coşkulu çalmaya başlar. Daha çok delikanlı havaları çalar, heybetli erkek oyunları oynanır. Zira gün damat düğünüdür.
Telli Koç, Telli Horoz…
Bu oyunlar oynanır, damat tıraşı beklenirken farklı yerlerde küçük nüanslarla zenginleşen ortak köklerden bir gelenek yaşatılır. Telli koç ya da telli horoz…
Kırklareli’nin bazı Pomak ve Boşnak köylerinde güveyin babası meydana gelinin sırmalı telleri ile süslenmiş bir koç getirir, delikanlılar bu koç için güreşe tutuşurlar. Koçu kazanan kişi bunu kendine sermaye sayabileceği gibi arkadaşlarıyla da paylaşabilirdi. Bazen düğünden birkaç hafta sonra –artık evlenmiş olan- damat da davet edilerek arkadaş meclisinde çevirmesi yapılır, birlikte yenirdi.
Bunun benzeri olan “telli horoz” geleneğine ise daha çok Tekirdağ civarında rastlanır. Bu gelenek her ne kadar zayıflasa da, günümüzde Veliköy, Velimeşe, Kapaklı gibi Çorlu ve Çerkezköy civarı yerleşimlerde diri tutulmaya çalışılmaktadır. Bazen damat tıraşı sırasında erkek evinde; daha ziyade kız almaya alayla gidildiği vakit kız evinden damadın delikanlı arkadaşlarına gelin telleriyle süslenmiş, tepsi içinde horoz hediye edilir. Telli horozun beraberinde bir çeşit peksimet ve içecekler verilir, bu ikramlar bir çeşit ziyafete dönüştürülür. Erkeğin arkadaşları bu hediye karşısında kayıtsız kalmazlar ve en heybetli delikanlı oyunlarını sergilemeye gayret göstererek erkeği bir mana da yüceltirler.
Damat Tıraşı
Damat tıraşı erkek evinde sürdürülen düğünün önemli bir geleneğidir. Trakya’da köy düğünlerinde hala yaşatılmaya çalışılan bu gelenek bir çeşit erkekliğe soyunma ritüeli gibidir.
Oyunlar oynanırken meydana bir sandalye konur. Damat bu sandalyeye oturtulur ve herkesin gözü önünde ustura ile tıraş edilir. Kaldı ki, damat köse bile olsa bu gelenek uygulanmaktan geri durulmaz.
Tıraşı yapacak olan berber hazırlanırken damadın yakınlarına;
“Bu ustura kesmiyor, jileti mi bitmiş ne ?” diye takılır.
Damadın babası veya sağdıcı berbere hoşnut kalacağı bir bahşiş vererek tıraşı başlatır.
Bazense ihtiyacı olan birinin faydalanması amaç güdülerek; berber usturayı ihtiyaç sahibi olduğu bilinen ihtiyarca bir kişinin eline verir. İhtiyarın titrek ellerinden damadın yüzü zarar görmesin diye bahşişi verecek kişi ihtiyara yalvarır :
“Aman Hasan aga ! Ver usturayı berbere de ben de sana şu kadar kayme ( para manasında kullanılan bir sözcük ) vereyim.” der.
İhtiyarcık bahşişi beğenmezse ya da tatlı tatlı takılmak için;
“Benim babam da berberdi. Ben bu çaylaktan daha güzel keserim.” diyerek işi azıcık yokuşa sürerse bahşiş artırılırdı. Bunun nihayetinde ihtiyarcık usturayı asıl sahibi olan berbere verirdi. Bu sosyal yardımlaşmanın kimseyi incitmeden pamuklara sarılır gibi gelenekler eliyle uygulanması olduğu gibi, kendi bahşişinden vazgeçebilen berberin de cömertliğinin, yüce gönüllülüğünün göstergesi olarak önemli bir düğün geleneğidir.
Damat tıraşı sırasında damadın alnına kırmızı bir kurdele bağlanır; bu kurdelenin kenarlarına damadın yakınları para takarlar. Tıraş bittiğinde damadın sağdıcı ve delikanlılar damadı kaldırarak meydanın ortasında oynatırlar. Bu oyuna bir süre sonra damadın babası ve diğer erkek akrabaları ( amcalar, dayılar, enişteler, dedeler vb…) katılır; “Koç gibi, arslanlar gibi bir delikanlı yetiştirmişiz, maşallah!” demenin gelenekler eliyle dışa yansıtıldığı bir gurur gösterisine dönüştürülür.
GELİN ALAYI
İkindi saatine yaklaşırken damat tıraşı sona erer ve düğün alayı gelini alacakları eve gitmek üzere araçlarına binerler.
Son dönem düğünlerinde gelin almaya damat da katılırken, eski dönemlerde damat kendi evinde bekler, yakınları gelin almaya kız evine yola koyulurdu. Biz burada eski düğünleri örnekleyerek yapılan bir düğün tablosunu size aktarmaya gayret göstereceğiz.
Modern zamanlarda motorlu araçlarla yapılan bu gelin alayı eski zamanlarda yakın köylerde veya köy içinde hayvanlara koşulan “poyralı” arabalarla yapılmıştır. Bunlar büyükbaş hayvanlara ya da binek hayvanlarına koşulmuş, halk arasında “taliga” da denilen ahşaptan arabalardır. Bu arabaların dingiline tekerleğin bağlandığı kısma “poyra” denir. Bazense poyra kelimesi hayvanlara koşulan bu arabaların kenarları boyunca yükseltilen direkleri ifade etmek için kullanılır. Bu poyralar üzerinden kilimler, çergeler geçirilerek üzeri kapatılır, korunaklı çadırvari bir arabaya dönüştürülür.
Köylere motorlu taşıtların gelmesiyle bu poyralı arabaların yerini römorklu araçlar almaya başlamış, nihayetinde günümüzde modern araçlara dönüşmüştür.
Yukarıda bahsettiğimiz poyralı arabalar Osmanlı’nın 19. yy sonlarından Cumhuriyet dönemindeki mübadelelere değin süren Balkan göçlerinde bu yöre halkının kullandığı ve genellikle güçlü mandalara koştukları arabalardır. Bu hazin göçleri, derin kökleri unutmamak için, bu poyralı arabalarla kendilerine yurt araya araya Trakya’nın içlerine gelen kişilerce Kırklareli’nin Pınarhisar ilçesine bağlı bir köyün adı bu sebeple “Poyralı” konulmuştur.
Bu poyralı arabalarla düğün alayına gidilmesi geleneği 80’li yıllara kadar sürdürülmüştür. Daha çok Kırklareli’nin Pomak köylerinde bu çeşit arabalarla gelin alayları kurulmuştur. İle bağlı Pınarhisar ilçesinin Poyralı köyü ile Vize ilçesine bağlı Soğucak köylerince düzenlenen köy şenliklerinde bu gelenek hala canlandırmalarla yeni kuşaklara aktarılmaya çalışılmaktadır.
Gelinin alınacağı en önde bulunan arabanın üzerindeki kilimlere, çergelere türlü türlü objeler, süslemeler, gelinin duvağındaki gibi simli teller asılır, bu arabanın farklılığı ortaya konur. Balkan Savaşları yıllarında ( 1913 ) Bulgaristan taraflarından kaçarak gelenlerce kurulmuş bir başka göçmen yerleşimi olan, Lüleburgaz’ın Sakızköy beldesinde bu gelin alıcı arabaya “Ağababa arabası” denilmiştir.
Müjde Yastığı
Gelin alayı köye yaklaşırken köyün dışında durdurulur. Eğer atlı gelen gençler varsa atlar koşturulup kız evine birinci giden kişiye kız evinden müjde yastığı verilir. Atlı bu yastığı alır ve damat evinde gelin beklenirken sürmekte olan eğlencede, damadın sağdıcına verir. Sağdıçtan bahşişini alır. Erkek de bu yastığı gelinin alındığı ve biraz sonra geleceği müjdesinin hatırası olarak saklar.
Bazen bu gelenek şu şekilde uygulanmıştır :
Örneğin; Kırklareli’nin Pınarhisar ilçesine bağlı Poyralı köyünde ve civar Balkan köylerinden bazılarında “müjde bebeği” denen bez bebek hazır edilirdi. Alayın geleceği köyün girişinde çocuklar gözetlemeye tutulur, alayı gören çocuklar kız evine müjde vermeye koşarlar. Kim önce gelmişse bahşişiyle birlikte bez bebeği alır, bu defa düğün alıcıların arabalarının olduğu konvoya koşardı. Düğün arabasındaki erkek yakınlarına müjde bebeğini verir. Onlardan da bahşişini alır.
Gelin alınıp konvoy erkek evine yaklaştığında aynı ritüel bu defa erkek tarafında yaşatılır; alay arabasındaki “müjde bebeği” ya da “müjde yastığı”nı alan çocuklar yastığı erkek evine alay konvoyundan önce ulaştırır, damattan bahşişini alırlardı.
Aret Çiçeği ( Şimşir dalı )
Gelin kızın en yakın arkadaşı olarak görülen areti ( ahretlik ) kız tarafının sağdıcı gibi bir pozisyondadır. Bu genç kız düğün alıcılar için ya canlı bir çiçeği büyütür ya da bir şimşir dalını saksıya sıkıca oturtup, renkli ipliklr, kurdeleler, gelin telleri ve bunların uçlarına takılmış emzik, sakız, şekerleme vb…objelerle süsler. Saksının dibine de ağız tadı için bir kutu şekerleme koyar.
Damadın yakınları ya da düğün alıcıyla birlikte gelmişse erkeğin sağdıcı olan kişi bu aret çiçeğini bahşiş karşılığı bu genç kızdan alarak düğün arabasına koyar. Sonra gelini alıp damat evine döndüklerinde beraberinde getirir.
Gelin Çıkarma
Erkek evinden gelen düğün alayı kız evinin dışarısında beklerler. Kayınvalide ve onunla gelen teyze, hala, yenge gibi erkek tarafının kadınları içeri davet edilmek için ön tarafta beklerler.
Bu arada gelinin çıkması için davullar zurnalar kız evinin önünde vurulur. Kızın evden çıkarılması uzadıkça davullar daha bir kuvvetli daha coşkulu havalar çalarak acelelerini belli etmeye çalışırlar. Bu arada erkek anası beraberinde getirdiği ekmeği bolluk bereket niyetine kız evinin etrafında toplanmış olan konu komşusuna dağıtır. Bu arada yengeler gelinin koluna girerek evin penceresinden, perdenin gerisinden gelin alayına baktırılır. Alayın kalabalıklığı ile övünmesi arzulanır.
Ardından gelin kız üzerinde gelinliği olduğu halde ailesiyle tek tek vedalaşmaya, hak helalliği almaya başlar. Öncelikle kızın babası, babası sağ değilse erkek kardeşlerinden büyük olanı ya da baba tarafını temsilen amcası, dedesi vb…büyüklerden biri kızın beline kırmızı kurdeleden “gayret kuşağı”nı bağlar. Bu kuşağı iki defa gevşekçe bağlayıp, bir ucundan çekerek çözer. Üçüncü defada gayret kuşağını bağlayıp, elini öptürerek kızıyla vedalaşır. Duvağını örter. Kız ev içindeki yakınlarıyla helalleşir.
Bu vedalaşmaya bazen erkek tarafından kızı almaya gelen kadınlardan bazıları da katılır. Bazı yerlerde ise bu kızın ailesiyle özel anı olduğu için erkek tarafı içeri kabul edilmez. Böylesi durumlarda dışarıda sabırsızlık artar. Gelin evinden kaynanaya bir ayna gönderilir. Kaynana aynanın üzerine bahşiş koyarak geline gönderir. Gelin bir süre daha kapıda gösterilmez. Dışarıda sabırsızlık artar. Bu defa gelinin ayakkabısı kaynanaya gönderilir. Bu, ayakkabıya konulacak bahşişle gelinin çıkacağı manasına gelmektedir. Kırklareli yöresi düğün adetlerini derleyen folklor araştırmacısı Zekeriya KURTULMUŞ, kız çıkmazdan evel kaynananın oynatılması için etraftaki kalabalığın mani atarak onu teşvik ettiğini aktarmaktadır :
Yarin adı Ramadan / Atladı arabadan
Biz gelini vermeyiz / Kaynana oynamadan
Nihayet gelin kapıda görünür. Gelini kızın varsa erkek kardeşi, yoksa amca, dayı gibi bir erkek akrabası kaynananın yanına getirir. Bazı yerlerde bu işi gelinin yengeleri üstlenmiştir.
Kayınvalide gelinin başından aşağı darı, kuruyemiş, şekerleme ya da bozuk para saçar. Bunların bir kısmını da etraftaki konu komşunun üzerine doğru saçar.
Bu sırada geline bir ayna verilir. Daha önce kına gecesi rastladığımız “ayna” figürü burada başka bir ifadenin üstlenicisi olur. Evine veda ederken içi burkulan, üzülüp harap olan genç kızın başını çevirerek geride bıraktığı yakınlarına bakması istenmez. Çünkü onun artık kendi gelin gideceği eve bağlanması istenmektedir. Bu sebeple düğün arabasına binmezden evel geride bıraktığı yakınlarını bir kez daha görebilmesi için eline bir ayna verilir. Böylece düğün alıcıların aracına biner ve bir daha ardına baktırılmaz.
Boşnak Düğünlerinde “Dever”in Rolü
İşin tam da burasında Boşnak düğünlerinde görülen ve çok derin köklerle geleneğe tutunmuş bir gelin çıkartma uygulamasından bahsedelim.
Daha önce Boşnaklar’da erkeklerin sağdıçlığını yapan kişiye Dever (Prtenski Djever ) dendiğini ve düğün boyunca önemli bir rol üstlendiğini söylemiştik. Kız alırken herkesten daha çok dikkat çeken bir ritüelin başrolündeki damadın sağdıcı, erkeğin yakınlarından birisi arasından seçilir. Bu kişi damadın erkek kardeşi ya da yakın akrabalarından birinin oğlu başta olmak üzere, çok yakın arkadaşlarından biri de olabilir.
Dever denilen bu kişi evlenen çift ile hayat boyunca derin bir bağ kurar. Damadın zorda darda kaldığı zamanlarda, bir süre evinden uzakta olması gereken zamanlarda evini ve çoluk çocuğunu güvenerek emanet edebileceği, yokluğunda onların işlerini güçlerini halledebileceği, gelinin kendisine rahatlıkla akıl danışılabileceği olgun bir portre çizerek, evlilik kurumunda bir çeşit hayat sigortası rolü üstlenir.
İşte Boşnak düğünlerinde dever gelin alırken bu rolü oynamaya başlar. Daver kız alıcıya gidildiğinde geline bir yüzük ve ayakkabı hediye eder. Gelin tarafından da kendisine güvey bohçası ayarında bir bohça verilecektir.
Daver gelin evden çıkarken kapıda kızın parmağına getirdiği yüzüğü takar, aykkabısı giydirilir ve kızı parmak uçlarından tutup kendi etrafında üç defa döndürür. Sonra kız evinden alarak aşağıdaki kaynanaya ve nihayetinde düğün alayının başındaki arabasına bindirir.
Toprak Bastı
Düğün alayı hareket etmezden önce köyün delikanlıları ellerinde düğün bayrağı olduğu halde alayın önüne dururlar. Gelin kızı bu yaşa gelene kadar köy içinde-mahallede koruyup kolladıkları, dışarıdan birilerinin ona rahatsızlık verilmesine müsaade etmedikleri, bir nevi ağabeylik yaptıkları iddasıyla bahşiş isterler. Damat babası da gençlerin sayısına bakarak, yiyip içebilecekleri, eğlenebilecekleri nisbette bahşiş bırakıp yolu açmalarını ister.
Bazense köy çocukları yol boyunca alayın önünü keserek düğün arabasındakilerden bahşiş iter. Damadın babası ve diğer yakınları da çocukların gönüllerini hoş edecek bahşişler verirler.
Gelin İndirme
Gelin kendi evinden alındıktan sonra son nazını erkek evine vardığında yapar. Bu arada gelinin getirildiği alayı gören çocuklar “müjde bebeği-müjde yastığı”nı düğün arabasından alıp damada verirler. Damat da evinin avlusunda alayı beklemeye koyulur.
Kız, erkek evinin önüne gelince arabadan inmek istemez. Nazını yapmaya başlar. Arabadan inmesi için kaynana ya da kaynatasının, bazen de bu işi üstlenmiş sağdıcın bahşiş vermesini ister. Bu bahşişi aldıktan sonra arabasından indirilir.
İndiği meydanda herkes toplanmıştır. Gelinle kaynana birlikte toprak bir testiyi kırarlar. Bu aralarında hiçbir husumet, kemlik olmaması dileğini gösterir.Güzel güzel geçinmeyi arzuladıklarının ifadesidir. Bu meydanda birlikte gelin kaynana karşılıklı oynarlar. Bu oyuna daha sonra damat ile yakınları da katılır. Birkaç tur oyun çevrildikten sonra gelin damatla birlikte yaşayacakları evin kapısına getirilir.
Yağ ve Bal
Gelin ve damat o gece yapılacak esas düğüne gitmezden evel dinlenecekleri eve girerken kapıda bekletilirler. Bir kasede yağ bir kasede bal bulunur. Gelin ve damat “yağ ve bal gibi geçimleri olsun” diye umularak, parmaklarına çaldıkları yağ ve balı kapıya sürerler. Gelinin koltuğunun altına kendi evinden getirdiği bir “Mushaf” ( Kur’an-ı Kerim ) konularak içeri sokulurlar. Gelin bu Mushaf’ı duvardaki bir çiviye iliştirilmiş, el işlemeli kılıfına koyar.
Bazı köy dünlerinde gelinle damatın altından geçerek içeri alındığı dış kapıya kemliği evden uzak tutsun temennisi ile bir “kara çalı-diken dalı” iliştirilir. Kapının diğer köşesine ise yeşil bahar dalı iliştirilir ki; “Müjdeler olsun, gelin eve girdi.” demenin bir ifadesi, hayır dileklerinin bir nişanesidir.
Bazı Boşnak düğünlerinde içeri alınan gelinin oturtulacağı yere bir erkek ceketi serilip gelin üç defa oturtulup kaldırılır. Sonra oturan gelinin kucağına, ana babası sağ olan, genellikle erkeğin yakınlarından birinin çocukları oturtulur. Böylece çocuk murat edildiği vurgulanmış olur.
Güvey Düğünü
Gelinin alındığı gece damadın düğünü sayılır artık. Kız ve erkek tarafından davetlilerin olduğu bir kalabalık önünde düğün yapılır. Takılar takılır, gece boyunca oyunlar oynanarak düğün eğlenceleri yapılır.
Gece bittiğinde kız tarafından gelenler gelinle bir defa daha vedalaşırlar. Bu defa gelin onların ardından bakacak, onlarsa gelin daha fazla üzülmesin diyerek hızlı hızlı düğün yerini terk edeceklerdir.
İmam Nikahı
Eski düğünlerde imam nikahı düğün gününün gecesi, düğün bittikten sonra yapılırdı. Şimdilerde ise bu düğün öncesi saatlerde yahut düğüne yaklaşılan bir günde de yapılabilmektedir.
Bir imam eve çağırılır. İmama evlenmelerine dinen mani bir durum olmadığına kanaat getirdiyse nikaha geçilir. Daha çok damat tarafından olmak üzere, kız tarafından da nikahın yapıldığına şahit olabilecek birkaç kişi bu törene katılabilir. Damatla gelin imamın önüne yakın bir mesafede dururlar. Nikah duası yapılır. Nikah akdi Allah’ın huzurunda, şahitler önünde gerçekleştirilir. Nikah için gelin kıza “mihir” ya da “mihr-i müeccel” denilen, şayet erkek nikah akdine sadık kalmayıp ileride boşanacak olursa kızın güvencesini sağlayabilecek miktarda, genellikle altın ya da gümüş gibi para birimine çevirilebilir bir değerlik söz verilir. Bu ahd Allah huzurunda verilmiş olduğundan, evlilikte ileride ters gidebilecek bir durumda mihr-i müeccele uymayacak olmak “kul hakkı” sayılır.
Zifaf
İmam nikahının da tamam olmasıyla -ki resmi nikah Trakya düğünlerinde mutlaka yapılır ve bu günler öncesinden tamamlanmıştır- evlilik akdi tamamlanmış sayılır. Gelin kız yengelerin eşliğinde zifaf odasına bırakılır. Odada bir ibrik ve leğen bulundurulur. Bu arada yakınlar evi terk ederken damat sırtına yumruklar vurularak zifaf odasına ittirilir.
Ev boşaltılır ama damadın arkadaşları bazen sokağın başında bazen naralar atarak “Daha gitmedik…” diye muziplik yaparlar. Damat babası evden uzak bir yerde düğünden kalan yemeklerden bir sofra donatacağı vaadiyle onları ve düğüne misafir kalan yakınları yemeğe götürür. Böylece gelin ve damat yalnız bırakılmış olur. Düğünün gecesinin sabaha sarktığı bu yemeğe “güvey sofrası” denir.
Damat bilezik, gerdanlık, sarılira gibi hediyelerle gelinin duvağını açar. Gelin ibrikle leğeni getirerek damatın abdest almasını sağlar. Kendi işlediği seccadeyi vererek zifaf öncesi iki rekat namaz kıldırır. Evliliğin evin nuru namaz ile ve hayır dualar ile başlaması sağlanmış olur. O vakitten sonra birbirlerinin helalidirler.
Gelin Cuması
Bu gelenek eski zamanlarda yapılan ve adını Salı gününden başlayıp düğünün son günü olan Cuma gününden alan bir eğlencedir. Düğünün bitişi gibi düşünülebilir. Şimdilerde terk edilmeye yüz tutmuş bu gelenek hafta sonu düğünlerinde Pazartesi günü yapılmaktadır. Bu güne bazı yerlerde “Cuma sabası ( Sabahı )” ya da “Kaynana düğünü” denir. Tekirdağ yöresinde ise “Gelin paçası” denilir.
Genellikle Cuma namazı saati çıktıktan sonra, düğün gününde olduğu gibi beyazlığını ( gelinliği ) giyen gelin bir sandalyeye oturtulur. Cuma günü yapıldığı dönemlerde oynamak pek fazla yapılmazken bugün kadınlar arasında mevlüt okutulması, gelinin gelenlere tanıtılması, sohbetler şeklinde yürütülmüştür. Bazense kadınlar kendi aralarında def, darbuka çalıp, türküler maniler söyleyerek eğlendiği şeklinde uygulanmıştır.
Düğün ertesi gelin kız artık evli sayıldığı için köy içinde yalnız gezmesine pek müsaade edilmez, işlere koyulacağı vakit yanına birileri verilir. Düğün sabahı bu gelenek Kırklareli’nin Pınarhisar ilçesine bağlı İslambeyli köyünde şu şekilde yürütülmüştür : Düğünün bittiği günün ertesi gelin erkenden kalkar. Eline su testisi veya güğümlerini alır. Köyde yeni bir düğün yapılıncaya kadar en son gelin olan kişi belli olsun diyerek dışarı çıkacak olan kız parlak kumaştan bir ferace ya da koyu renk kıyafetler giyer. Yengeleri koluna girip birlikte suya giderler. Testilerini suyla doldurup eve geri dönerler.
Bazen kayınvalidesi su testisinden gizlice su eksiltip;
“Kızım gelirken suyu döktün mü ne ? Git bu testileri gene doldur gel.” diyerek takılır. Gelinin işlere ne kadar hevesli olduğu, atıldığı, şikayet etmediği bu şakalaşmayla tartılmış olur.
Boşnak köylerinde ise, gelin sabah genellikle “dever” olarak vazife gören damadın erkek kardeşiyle köy çeşmelerinden su doldurmaya gider. Böylece köyde ağabeyi olmadığında geline kimin sahip çıkıp, göz kulak olacağı gibi bir ifadenin altı çizilmiş olur. Gelin kız gelirken yolda ara ara testisinden suyu yola döker. Bundan işlerinin su gibi hızlı, akışkan olması murat edilir.
Geze ( Düğün Ardı )
Kırklareli yöresinde “geze” denilen, ve karşılıklı aileleri ziyarete gitmek üzerine kurulmuş, düğün sonrasına dair bir gelenektir. Düğünden bir hafta sonra önce erkek tarafı kız tarafına yemeğe gider. Bu gelinin düğünden sonra ailesiyle ilk hasret gidermesidir. Bu yemeğe damadın ailesi ve yakın akrabaları katılır.
Bu ilk gezede gece biterken damadın ayakkabıları saklanıp; “Kızımız biraz daha kalsın, hasret giderelim…” kabilinden gelenler oyalama yoluna gidilir. Damat bahşiş vererek ayakkabılarına kavuşur ve herkesin evini bilmesi gerektiği vurgusuyla ; “Evli evine, köylü köyüne.” diye tekerleme söylenir.
Bir sonraki hafta ise bu defa kız tarafı geze için erkek tarafına konuk alınır. Yine aynı şekilde yemekler yenilir, sohbetler edilir, kahveler içilir. Bu gezeler bazen kız veya erkeğin yakın akrabalarının tekliflerine göre daha fazla da olabilir. Mesela teyzeler, amcalar, halalar da “Bize de bekliyoruz…”diyerek gün belirleyip, yemek verirler. Tüm bu adetler ailelerin birbirine daha kaynaşması, yakınlık kurması içindir.
Gelin Mübarekleme
Gezeler bittikten sonraki bir vakitte, kızın yeni evinin komşuları ya da kaynanasının arkadaşları habersizce geline ev ziyaretine gelirler. Kızın ev halini, işlere ne kadar çabuk müdahale edebildiği, elinin hamaratlığı, dilinin tatlılığı gözlemlenir. Zaman zaman su, kahve vb..ikramlar istenerek gelinin ev işlerine ısınması arzulanır.
Derleyen : Dinçer ALABAŞOĞLU
Fotoğraflar : Ayhan YAKAR ( Gelin giyiti ve başlığı – Ahlatlı Köyü / Kofçaz )
Dinçer ALABAŞOĞLU Arşivi ( Erenler Köyü, İslambeyli Köyü / Pınarhisar )
Erkan YAVAŞ Arşivi ( Damat Traşı / Demirköy )
Nilgün Öncüler ÇAMLI Arşivi ( Erenler Köyü / Pınarhisar )
Özcan ÇELTİKLİ ( Halk Oyunları & Roman Düğünü / Lüleburgaz )