Trakya’da Fasl-ı Bahar; Yağmur Dadalası
Ne zaman ki cemreler düşer de ilikleri donduran bir kışı daha alaşağı eder; artık mevsim fasl-ı bahardır Trakya’da. O vakitten sonra neşesine, üzerindeki gam kasaveti def etmeye bi’ küçücük bahane arayan Trakya insanının ruh iklimi de bir anda değişiverir. Doğanın berekete uyanışından duyduğu coşkuyu, geleneğe sarıp sarmaladığı bi’ dolu bahar kutlamasıyla taçlandırır.
Cemreler sahneden bir bir çekilirken; Nevruz, Mart dokuzu, Kırkbirotu, Dallık, Hıdırellez, Kakava gibi daha niceleri Trakya’nın renklere, baş döndüren bahar bahçe kokulara, berekete kesmiş olan engin doğasının sahnesinde sıranın kendilerine gelmesini beklerler.
Günümüzde sahneden çekilen “yağmur dadalası” ise, izlerini ancak 35-40 yıl öncesini duru bir su gibi hatırlayabilenlerin günümüze aktarabildiği, çok özel, renkli ve bildiklerimizden bir parça farklı bir “yağmur duası” geleneği…
Yağmur Dadalası; En safiyane yağmur duası…
En safiyane dualar, henüz kar beyaz yüreklerine kara düşmemişlerin dillerinden, yüreklerinden dökülenler olsa gerek ya; Kırklareli’nin Pınarhisar ilçesine bağlı İslambeyli köyünde izlerine rastladığımız “yağmur dalalası” geleneğinin merkezinde de çocuklar var.
Yağmur dadalası en temel haliyle, bir yağmur duası geleneği. Bugün yörede yaygın olarak yapılan ve o alışıldık yağmur dualarından oldukça farklı ritüelleri var. Şöyle diyebiliriz; her ikisinden murat edilen aynı olsa da, geleneğin işleyişi birbirinden farklı.
Yağmur dadalası, Trakya’da mevsimsel döngüdeki olayları ifade eden mart dokuzu, nevruz, kakava, hıdrellez vb…bahar kutlamaları gibi özel bir tarihe sabitlenmiş değil. Bahar aylarında geç kalmış bahar yapmurlarının umulduğu herhangi bir zaman diliminde yapılabiliyor. Buna karşılık genel olarak Trakya’da hıdırellezin, kakavanın kutlandığı Mayıs ayına yaklaşırken, hele de yağmurlar gecikmişse yapılırdı.
Yağmur dadalası seçilecek çocuk belli bir kurala göre seçilirdi. Buna genellikle o seneki geleneğin işleyişini yürüten tecrübeli, yaşı geçkince kadınlar karar verirdi. Bu çocuk bir evin varsa tek çocuğu, yoksa yaşları birbirine yakın çocuklar arasından öncelikli olarak küçük çocuğu, zaman zamansa ilk çocuğu olurdu. Bu arada çocuk derken bir dip not düşmek gerekiyor. Geleneğe tüm çocuklar yardımcı rollerle katılsalar da yağmur dadalası olarak seçilecek çocuğun bir kız çocuğu olması tercih edilirdi. Bu her zaman böyle öncelenmişse de, bu durum bazen bir evin bir “yetim” yahut “öksüz” çocuğu lehine, erkek çocuk olarak da uygulanmıştır. En saf duaların masum bir kız çocuğu, hele de kız-erkek olmasına bakılmaksızın bir yetim yahut öksüz çocuğun dilinden dökülen olduğuna inanılıyor olmasının burada etkili olduğunu söyleyebiliriz.
Yağmur dadalasına katılacak çocuklar köy meydanında yahut bildik bir mevkide toplanırlardı. Geleneğin işleyişinden sorumlu yaşlılar dadalanın hazırlanmasında rol oynarlardı. Dadala hazırlanmazdan önce başta çocuklar ve kadınlar olmak üzere, eli eren herkes dere boylarından, çit yahut duvar diplerinden sürgün vermiş, iri koyuca yapraklı bir çeşit labada toplarlar, ortaya dökerlerdi. İslambeyli köylüleri bu iribaş labadalara “gavur labadası” derdi.
Bu labada yaprakları dadala olacak çocuğun ayaklarından başlayarak gövdesine, oradan kollarına doğru sıkıca bağlanır, baş kısmı labadalarla ayrı bir formda kapatılırdı. Yağmur dadalası olan çocuğun kollarına iki arkadaşı girer, kollarında hasır örme sepetler yahut su bakırları taşırlardı. Diğer çocuklar bunların arkasına katılarak köyün sokaklarına dalarlardı. Ellerinde bahar dalları taşıyarak, coşku dolu seslerle köydekilerin dikkatini çekerler, kapısına geldikleri kişinin adıyla bahçe kapısından itibaren seslenerek dadalanın gelişini duyururlardı.
– Atike neneeee… Pakize teteeee ( teyze manasında )… Ramize’ngeeee ( Ramize ve yenge sözcükleri üleştirilerek oluşturulan şivesel bir sesleniş )… Söyle bize kilerinde ne var ? Dadalaya ne vercen ?
Ev sahibi olarak genelde evin yaşça büyük kadını dadalayı ve beraberindekileri karşılardı. Bu arada konu komşu bu coşkulu an için bahçeye doluşurdu.
– O dadala hele bir gelsin de önce biz hesabı görelim !
Bu ufaktan bir tehtid içeren takılmanın herkesçe bilinen ve gülüşmelere neden olan bir manası olurdu. Dadalanın kaçınılmaz sınavının, cesaret gösterisinin zamanı gelmişti, besbelli.
Geleneğin işleyişi sırasında bu aşamada dadala ev sahibine yaklaşır, ev sahibi kadın onun başından aşağı bir tas suyu dökerdi. İşte vücudun ve baş kısmının labada yapraklarıyla kaplanmasının sırrı ortaya dökülmüştü. Bereket dolu yağmurların figürleştiği o bir tas su boydan aşağı süzülür, labada yapraklarının alnından öper toprağa kavuşurdu.
Bazen beklenen yağmurların dolu dolu, sağnaklar şeklinde olması için boydan aşağı daha fazla su dökülür; bunun için çeşmelerden eve su taşımaya yarayan bakraçlar kullanılırdı. Bazense dadalanın başının üzerine bir kalbur konulur, su bu kalburdan sicim sicim akıtılarak, yağmurların bereketli sağnaklar şeklinde yağmasına dair beklenti figürleştirilirdi. Bu ritüel neşeli, küçük abartılarla yapılırdı ki, bahçeye toplananlar aynı zamanda eğlenebilsinler, şen kahkahaları köyün sokaklarından eksik olmasın…
Bu küçük cesaret sınavından geçen dadala sırasını savınca, dadalaya eşlik eden çocuklar yine sözü alırlar, kapısına geldikleri ev sahibinden hediyelerini isterlerdi. Hediye dediysek aklımıza ilk geldiği manada hediye değildi bu. Ev sahibi gelenlere kilerde bulunabilecek yemişlerden, erzaktan birşeyler verirdi. Yumurta, bir top tereyağ, pekmez, fasulye, ceviz, ne varsa… Ama verilen ziyadesiyle mısır unu yahut buğday unu olurdu. Neden olduğuna birazdan değineceğiz…
Yağmur dadalası ve çocuklar ev ev, sokak sokak dolaşarak erzaklarını doldururlar günü yarı ederlerdi. Sonra hep birlikte köyün dere boyuna gidilirdi. Burada onları köylüler daha çok kadınlardan oluşan bir kalabalık beklerdi. Kenarda odun ateşleri yakılmış, birşeyler pişirmek için üzerine sacayakları oturtulmuş olurdu ? Peki ya, ne pişecekti o ateşlerde ?
Dadala ve beraberindekilerin sepetlerine ne topladıklarını bilemeyiz ama illa ki “kaçamak” pişmeliydi. Balkan göçmenlerinin, özellikle de Pomak göçmenlerin ayıla bayıla yedikleri, sofralarından eksik etmedikleri bir lezzet kaçamak. Kendine has hazırlanışı ve sunumuyla Balkan köylerinde bir baş yemektir. Suda çektirilerek bulamaca döndürülen mısır unu ile hazırlanan bir yemek. Bu koyuca bulamaç bir siniye yayılıp kaşığın sırtıyla ortasından yahut değişik yerlerinden göz göz çukurlaştırılarak, buralara yakılmış tereyağ gezdirilir. Pekmez, kavurma yahut yörede ekşimik denilen bir çeşit peynirle birlikte yenir.
Bu kaçamak ile birlikte hanımların hazırladığı çömlek fasulyesinden; dızmana, çarşaf böreği, plaska gibi böreklerden; kulaç-pişi gibi yağ çöreklerinden; toplanan yumurtalardan, cevizlerden, yemişlerden; e tabi bolca yoğurt, ayran, turşu gibi diğer lezzetlerden çocuklara ve orada bulunanlara küçük çaplı bir ziyafet çekilirdi.
Ama ziyafetten önce yapılması gereken bir şey daha var. Yağmur duası…
İşte bu aşamada çocukların saf, tertemiz yüreklerinden dökülen dualar köy için yağmur, rahmet ve bereket temennileri ile Yaradan’a aracı kılınırdı. Öncelikle köyün yaşlıları bu duaları yaparlar ama aynı zamanda çocukların ezberlerini takip ederlerdi. Yani geleneğin böyle de bir eğitim yanı vardı. Çoğu namaz dualarından olmak üzere çocukların küçükten bunları ezberlemesi arzulanır, tüm çocuklar orada kendi dualarını layıkıyla okuyabilmek için ezberlerini aylar öncesinden geliştirirlerdi. Burada alınan övgüler onlar için ayrı bir sevinç, onları izleyen aileleri için kıvanç kaynağı olurdu.
Gün çocuklarla yenilen yemekler ve dere boylarında sohbetlerle nihayetlenirdi.
Peki ne demek bu “dadala” ?
Yeri gelmişken; yukarıda geleneğin işleyişi ile ilgili anlattıklarımız ışığında “dadala” sözcüğüyle hem geleneğin, hem de onun figürleştiği küçük çocuğun kastedildiğine dikkat çekmek istiyoruz.
Buna rağmen yörede “dadala” kelimesinin geleneği birebir kaşılayan bir anlamına rastlamıyoruz. Bir yakıştırma, bir ünleme sözcüğü olarak türetilmiş olması muhtemel. Buna karşılık gelenekle ilişkilendirilebilecek şekilde, yöresel hissedişle deyimleşmiş kalıplarından bir çıkarım yapabiliyoruz.
Türkçe’de bu sözcüğe en yakın “dadal” kelimesine rastlıyoruz. Bu kelime ahmak, saf, bön, şaşkın, sersem, pisboğaz gibi anlamlar içeriyor.
Lazca’da ise “dadala” kelimesi yer alırken; boncuk, çocuk oyuncağı gibi anlamları taşıyor.
Bu sözcüğün türemesine olanak verebilecek bir diğer yakın kelime ise “dada”. Daha çok yörüklerce kullanılan bu kelime, yakın zamanda yaşadığımız Ayvacık seri depremleri sonrası gözlerin çevrildiği, Çanakkale’nin yörük köylerinde karşımıza çıktı, hatırımıza düştü Bu yöre halkının, yöresel giyisileriyle sırtlarına bağladıkları bez kundaklarda taşıdıkları 0-2 yaş arası çocuklarına “dada” diye seslendiklerini bu elim afet sonrası öğrenebildik.
Rumeli’nin Osmanlı döneminde fethi sonrası Anadolu’dan birçok yörük-Türkmen kafile, buraların yurt edinilmesi maksadıyla Trakya’dan başlayarak Rumeli’nin içlerine kadar iskan edilmiştir. Dolayısıyla “dada” kelimesinin “çocuk” manasında yer yer kullanıldığına, eski göçmenlerin de kopup geldiği Balkan coğrafyasında rastlamamız şaşırtıcı olmasa gerek.
Yukarıda bu gelenek etrafında türetilmiş ve yörede yaygınca kullanılan deyimleşmiş kalıplardan bahsetmiştik. Bunlara birkaç örnek verelim.
Örneğin; evden çıkarken giyimine, kuşamına özensiz davranmış, alta giydiği gömlek, cepken vb…giyitleri oradan buradan taşmış kişiler için şöyle bir uyarı gelebilir :
– Ne o kız, dadala gibi çıkmışın meydana. Azıcık üzerini düzeltsene ?
Bu örnekte olduğu gibi kelimenin gelenekle örtüşen bir tarafı görülmemektedir. Fakat gelenekle beraber geliştiği aşikar başka kullanımlarını da görüyoruz. Yağmura yakalanan biri için;
– Ne bu saçın, başın ? Dadalaya dönmüşün böyle, denildiğinde yağmur dadalasında başından aşağı su dökülen çocuk figürünün kastedildiğini anlayabiliyoruz.
Geleneğin işleyişinde baskın olan çocuk figürü düşünüldüğünde, “dada” kelimesiyle dirsek temasına giriyor olması acaba bir tesadüf müdür, bilemeyiz. Ama yörede tay durmaya yakın bebeklere bir ninni, bir tekerleme babında ve kafiyeye yakıştırılan basit bir ezgiyle söylenen şu dizeleri nereye koymak gerekir ?
E dadala, dadala / Karga konmmuş o dala
Lokmasını düşürmüş / Bu karga ne budala
Kırklareli’nin Balkan köylerinden biri olan ve Istrancalar’ın eteklerinde yer alan İslambeyli köyünden derlediğimiz bu geleneğe günümüzde malesef ki rastlamıyoruz. Bu geleneğin işleyişini aktararak bugüne taşıyan, İslambeyli’de doğup halen bu köyün bağlı olduğu Pınarhisar ilçesinde yaşamakta olan Aynur MAYDA, kendisinin de “yağmur dadalası” olduğu günleri özlemle yad ederken; “Pencere önünde ne zaman yağmur yağdığını görsem o günlere giderim.” diyor. “Yağmur dadalasını köyde gezdirirken, çocukların yol boyunca gülüş cümbüş sıraladığı bir başka tekerleme dilime takılıverir.”…
Teknede hamur / Tarlada çamur
Ver Allah’ım ver / Sellice yağmur
Derleyen ve yazıya alan : Dinçer ALABAŞOĞLU
Kaynak : Aynur MAYDA ( İslambeyli – 1957 / Halen Pınarhisar’da yaşamaktadır. )
Geleneğin günümüze ulaşan fotoğraflarına ( henüz ) rastlanamadığı için fotoğraflar internet ortamından temsili kullanılmıştır.