Yağlı Güreşlerin “Arkası Yarın” Kuşağı; Pehlivan Tefrikaları

Bir türlü sonu gelmeyen bir olayı, merak duygusunu körükleyerek sürekli öteleyen durumları anlatmak için dilimize deyimleşerek yerleşmiştir ; “Pehlivan tefrikası gibi…” lafı.

Henüz görüntülüsü ortada yokken herkesi başına toplayan, o ses veren kutucuktan (!) yükselen “Radyo Tiyatrosu” nevinden “Arkası Yarın” kuşaklarının ola ki ilhamı, yazılı basındaki karşılığıdır bir manada. Dergilerde, kendi döneminde isim yapmış ulusal gazetelerde ilgiyle takip edilen bu yazım türünün ilk temsilcilerinden diyebileceğimiz Eşref ŞEFİK’in radyo yayıncılığı ile de kesişen hikayesi tam da burada bahsedilesi önemdedir.

Güreş Sporunun Edebiyatı…

Eşref ŞEFİK Sevr Antlaşması’na red oyu veren tek divan üyesi Rıza Paşa’nın yeğeni, Osmanlı Mebusu Şefik Bey’in de oğludur. Eğitimi için yurtdışındayken kesin dönüş yapıp Çanakkale Savaşları’na gönüllü katılmıştır.

Onu tarihte özel kılan durumlardan biri, Türkiye’de halka açık yapılan ilk radyo yayınında mikrofonun başındaki isim oluşudur. Deneme ve alt yapı çalışmaları bir-iki yıl önce başlamasına rağmen, 5 Kilovat vericiyle Sirkeci Büyük Postane’den yapılan yayının, o dönem kimselerde radyo bulunmaması sebebiyle çeşitli yerlere kurulan hopörlerden dinleyicisine ulaştırılması 6 Mayıs 1927 yılına rastlar. Eşref ŞEFİK’in sesi sokaklarda yankılanacaktır :

– “Alo alo muhterem samiin ( dinleyiciler ). Burası İstanbul telsiz telefonu…”

1934 Yılında Fenerbahçe ile Avusturya’nın Wac takımları arasında oynanan futbol müsabakasını, o coşkulu anlatımıyla radyodan dinleyicisine ulaştıran ve Türkiye’nin ilk canlı futbol anlatımına sesiyle hayat veren yine Eşref ŞEFİK olacaktır.

Halit KIVANÇ gibi bir duayenin “İlhamım…” dediği Eşref ŞEFİK, futbol anlatımını sevememiş, lakin boks ve güreş müsabakalarını bir başka heyecanla, dinleyicisini radyonun içine düşürecek sesinden çağlayanlar akıtarak, bambaşka bir ruhla akratmıştır mikrofonlardan.

Böylesi bir spor adamının kalem oynatmaması yazık olurdu herhalde. Eşref ŞEFİK, yazılı basında spor yazarlığının ilk örneklerini veren isimler arasında gösterilebilir. Onun “Pehlivan Tefrikaları”nın ilk nüveleri olan güreş anlatımlarına yer verdiği yazıları, peşinden gelecek olanlara ilham olacaktır.

4 Ağustos 1978 yılında hayata gözlerini yuman Eşref ŞEFİK’in sesiyle ve kalemiyle ata sporu güreşi kitlelerle buluşturan özel biri olduğunu söyleyebiliriz. Spor yazarlığının tüm inceliğinin, çeşitliliğinin, anlatımdaki zengin üslubun bugünkü kuşaklarca yeterince yerine getirilemiyor olması ise -ne makus talihtir ki- ilk canlı yayın spikeri olduğu fakat bir türlü sevemediği futbolu, günümüz spor yazarlarının diğer sporlara üvey evlat muamelesi yaparak ülkemizdeki tek spormuş gibi görmesinden sebeptir.

Pehlivan Tefrikaları’nın en güçlü kalemlerinden biri de şüphesiz Murat SERTOĞLU’dur. 1910 Doğumlu SERTOĞLU 1931 yılında basın hayatına atılır. Tarihi olaylara dair tefrikalarına “Pehlivan Tefrikaları” eşlik eder. Dönemin büyük gazeteleri; başta gazeteciliğe adım attığı Hergün gazetesi olmak üzere, Gece Postası, Son Telgraf, Tercüman, Hürriyet gibi gazeteler onun tefrikalarını yayınlamak üzere birbiriyle yarışa girerler. Ertesi gün yazının nasıl devam edeceğinin derin merakı içerisindeki okuyucu gazetelerin satışlarını hissedilir derecede arttıracaktır. Gün olur, Murat SERTOĞLU üç ayrı mecrada üç farklı “Pehlivan Tefrikası” dahi yayınlayacaktır.

Bu yoğunlukta onu besleyen araştırmacı kişiliği, ata sporuna olan derin sevgisi ve tefrikaları okunur kılan mübalağa sanatının incelikle kullanıldığı anlatımdaki gücüydü. SERTOĞLU bunun için bellediği bazı kıraathanelere –en çok da nargile kıraathanelerine- gider, oraya buraya yazdığı notları bir araya getirerek yazısının omurgasını kıraathanelerde oluştururdu. Hüseyin DURUKAN onun tefrikalara malzeme olan derlemeleri nasıl yaptığına dair tesbiti, masa başında spor yazarlığı yapan isimlere ders gibidir :

“Materyaller, önce başta 106 yaşında 40’lı yıllarda ölen Suyolcu Mehmet Pehlivan olduğu halde gelmiş geçmiş pehlivanlardan dinlediklerim, saray ruznamelerinden derlediklerim, pek az bulunan eski eserlerden topladıklarım bilgilerden ve bizzat yerlerine giderek eski pehlivanların hayatta kalmış yakınlarını, torunlarını dinleyerek topladığım hatıralardan ibarettir. Sultan Abdülhamid’in Cambazcıbaşısı Tevfik Bey’in, Sami Karayel’in bu sahada yazıları var.”

Murat SERTOĞLU 25 Eylül 1989’da hayata gözlerini yumduğunda, ardında basın hayatına kazandırdığı çok sayıda isim, ardından gözyaşı döken okuyucular ve onun yayınladıklarının ilhamından beslenen başka kalemler bırakacaktır.

Tercüman Gazetesi, güreş sporunun edebiyatı sayılabilecek “Pehlivan Tefrikaları”na çok uzun yıllar sahip çıkmıştır. Spor sayfalarındaki tefrikaları gün be gün takip eden özel okuyucuları olduğu şüphe götürmez bir gerçektir.

Son olarak, “Pehlivan Tefrikaları” geleneğinin önemli isimlerinden olan M.Sami KARAYEL ile Ali GÜMÜŞ’ü de yeri gelmişken anmış olalım.

Dilerseniz, bu bilgiler ışığında bu özel yazım türünün seçkin örneklerinden birkaçına hep birlikte kulak kesilelim.


Koca Yusuf ile Kel Aliço’nun Kırkpınar Başpehlivanlık Güreşi.

Aliço’yu Osmanlı ülkesinde tanımayan güreş meraklısı yok sayılır. Saçının azlığından Kel Aliço ve Güreşteki amansız hücumlarından da Gaddar Aliço lakapları takılmıştır.

Kendisi Lofçalıydı. Kırkpınar Başpehlivanlığını 26 sene gibi uzun bir müddet kimseye kaptırmamıştır. Bazı seneler Kırkpınar’da kendisine rakip çıkmadığından hiç güreşmeden baş ödülü aldığı olurdu.

Kırkpınar’a 27.defa başpehlivanlığı almaya gelmişti. O senede kendisine rakip çıkacağı sanılmıyordu. Bazı güreş meraklıları o seneler yeni yeni parlamaya başlayan Adalı Halil Pehlivan, Aliço ile oynaş (gösteri) güreşi yapmasını teklif etmişlerdi. Ama Adalı Halil o sene Kırkpınar’a gelmedi. Herkes yine Aliço’nun güreşmeden baş ödülü alacağını anlamıştı.

Kırkpınar’a her boyda güreşmek için ülkenin çeşitli yerlerinden yabancı pehlivanlar gelirdi. Tabi o sene de Er Meydanı’nda kozlarını paylaşmak isteyen birçok yabancı pehlivan gelmişti. Hele Kırkpınar’a ilk gelenler hemen belli oluyordu.

O zamanki güreş terbiyesine göre kimse tanımadığı bir pehlivana hangi boyda güreşeceğini sormazdı.

Yabancı pehlivanlardan birisi beyaz çehresi, gösterişli pençeleri ve hayli genç oluşu ile dikkatleri üzerinde topluyordu. Başında Trablus Şalı meydanda kıspetinin zembiline yaslanıp, sakin ve umursamaz oturuşu kendisine olan ilgiyi daha da arttırıyor ve herkes onun hangi boyda güreşeceğini tahmine çalışıyordu. Çoğu, onun büyük ortaya çıkacağını tahmin bile etmiyordu. Fakat küçük boy güreşleri bitip büyük orta güreşçileri çıkmaya başladıkları anda onun soyunmadığını gören Kırkpınar meydancısı yabancı pehlivana danışmak mecburiyetinde kalmış ve ona şöyle seslenmişti:

– Ağam kusura kalma, yabancı olduğunu bildiğim için söylerim; soyunanlar büyük orta güreşçileridir. Soyunacaksan soyun. Yoksa bundan sonra başaltı güreşleri yapılır. Kırkpınar güreşleri köy güreşlerine benzemez, Bilesinizki sizin köyün baş pehlivanları bile burada büyük orta ödülünü alamazlar.

Ama yabancı pehlivan meydancının bu sözlerine sakin tavrını değiştirmeden yaslandığı zembilinden dahi doğrulmadan:

– Büyük ortaya güreşmeyeceğim ağam. diye karşılık vermişti.

Meydancı ilk defa Kırkpınar’a gelen bir pehlivanın hangi cesaretle büyük ortaya soyunmadığını anlamamıştı. Başaltındaki pehlivanlar zamanın en meşhur ve en yaman güreşçileriydiler. Çoğu başpehlivanlığa sırf Aliço yüzünden soyunmamıştı. Büyük orta güreşçilerin sonlarına doğru başaltına güreşecek pehlivanlar da soyunmaya başladılar. Yabancı pehlivan ise yerinden kıpırdamamıştı. Artık herkes yabancı pehlivanın başa güreşeceğini anlamıştı.

Anlaşılan bu yabancı Aliço’nun varlığından ve onun şöhretinden bihaber diye aralarında konuşuyorlardı. Bir yabancı pehlivanın baş güreşe çıkacağı Aliço’ya bildirilmişti. Aliço o zamana kadar hiç aldırış etmediği pehlivana şöyle bir baktıktan sonra yanındakine şöyle der:

– Ağam dört seneden beri şu Kırkpınar’da esaslı bir güreş atamadık. Hep oynaş güreşi yaptık durduk. Hiç olmazsa bu sene biraz pençeleşeyim. Güreşi bırakacağım şu son zamanlarda ağzımın tadıyla bir pehlivanlık göstereyim, önümüzdeki sene olmazsa bile iki sene sonra Adalı Halil Başpehlivanlık meydanını doldurur.

Aliço bu sözleriyle Adalı’daki güreş kabiliyetini anlatmak istediği kadar yabancı pehlivanı da dikkate almadığını gösteriyordu. Ona göre kendisinden sonra başpehlivan olacak birisi varsa, o da Adalı Halil pehlivandı.

Başaltı güreşleri akşam karanlığına kadar devam ettiğinden baş güreşleri ertesi güne bırakıldı. Zurnalar insanı coşturan başpehlivanlık havalarım çalmağa başlayınca Aliço kalkmış soyunmaya başlamıştı. Yabancı pehlivan da Aliço’nun arkasından zembili elinde soyunmaya gidiyordu.

Aliço soyunup meydanda dolaşmaya başlayınca, halk ayağa kalkarak kendisini teşvik edici sözlerle alkışlamağa başladı. Yabancı pehlivan da sırtında gömleği ile meydanda göründü. Serbest hareketleri ve heyecansız görünmesi insanda başpehlivanlığa çok soyunmuş intibaını bırakıyordu.

Aliço artık bakışlarını yabancı pehlivandan kaçırmadan onu çatık bir şekilde süzmeye başlamıştı. İkisi de yağlanıp güreşe hazır duruma geldiklerinde meydanda çıt çıkmaz olmuş, herkes bütün dikkatini cazgıra vermişti. Çünkü tanımadıkları bu yabancı pehlivanın kim olduğunu, nereli olduğunu cazgırdan öğreneceklerdi. Cazgır da halkın bu merakını bildiğinden duadan önceki pehlivanları takdim eden konuşmasında kelimelerin üzerine basarak gür sesiyle şöyle diyordu:

– Ağalar, ey ahali Başpehlivanlığa meşhur Ali Pehlivan ile Deliormanlı Yusuf Pehlivan kapışacaklardır.

Cazgır Aliço’ya hitaben:

– Ey Aliço, Koca Aliço, Kırkpınarın 26 senelik başpehlivanı Aliço! Huzur güreşlerinde ve şu meydanda yendiğin nice pehlivanlarla haklı bir şöhret kazandın. Ama bu yüzden kendine çok güvenme. Unutma ki, ummadığın taş, baş yarar derler. Karşına çıkan Deliormanlı Yusuf’un nasıl bir pehlivan olduğunu az sonra anlayacaksın. Burası er meydanı, yiğitler meydanıdır. Her yiğidin gönlünde bir aslan yatar. Her ana ayrı bir yiğit doğurur.

Sonra Yusufa dönerek:

– Ey Yusuf Ağa, Aliço’nun saç kalmamış kafasına bakarak geçkin diye düşünme. Ona Gaddar Aliço derler. Aman vermeden güreşir. Oyundan oyuna geçer heran, kolla kendini ona göre davran.

Her ikisi de, halkı selamladıktan sonra peşreve başladılar. Aliço genç bir delikanlı gibi seri peşrev yapıyor ve fırtına gibi dönüyordu. Yusuf’un da koca elleriyle yaptığı peşrevler çok ustaca ve gösterişliydi. Peşrevinden de anlaşılıyordu ki, işinin ehli bir başpehlivandı. Peşrev faslı bittikten sonra Aliço gaddar lakabına yaraşır bir şekilde karşısındakini yıldıran müthiş elenselerini vurarak güreşe girdi.

Aliço’nun o elenselerini yiyip de sarsılmayan pek azdı. Halk Yusuf’un bu elenselerden hiç de sarsılmadığını görerek heyecanlanmış ve zevkli bir güreş seyredeceklerini anlamıştı. Aliço Yusuf’tan çekinmediğini göstermek istercesine dik güreşiyor ve onun dalmasını bekleyerek elenseleriyle yıldıramadığı bu güreşçiyi öldürücü boyundurukları ile hırpalayıp, yenmeyi tasarlıyordu.

Yusuf bunu sezinlemiş gibi bir defa olsun paça kapmak için dalmamıştı. Güreşin başlaması bir saate yaklaşırken Yusuf, Aliço’nun elenselerine karşılık vermeye başlamıştı. Koca pençeleriyle öyle bir elense çekiyordu ki Aliço, o zaman Yusuf’un ellerindeki kuvveti farketmiş ve karşısındakinin çok kuvvetli bir pehlivan olduğunu anlamıştı. Açık vererek güreştiği halde Yusuf’un da dalmamasına bir mana veremiyordu.

Kendisi saatlerce güreştiği için güreşin uzamasının kendi yararına olacağını düşünüyordu. Ama iki saate yakın bir zaman geçipte, Yusuf’un yorulmadığını sezinleyen Aliço taktiğini değiştirerek şimşek gibi çift paçaya daldı. Yusuf’da çok seri bir dönüşle paçalarını kaptırmadan öne doğru yüzükoyun kapaklandı. Aliço’da dizleri üzerinde emekleyerek Yusuf’u kasnağından bastırıp, kalkmasına fırsat vermedi. Yusuf ayağa kalkmak için sağa sola hamle yaptıysa da Aliço’nun pençesinden kurtulamayacağını anlayarak, açık vermemek için mümkün olduğu kadar toplandı. Aliço, Yusuf’u altında zaptettikten sonra hemen şark kündesini doldurmaya başladı, İşte o anda, Yusuf’un Aliço’nun elinen kurtularak ileri fırladığını ve korkunç bir nara ile Aliço’yu ayakta karşıladığı görüldü. Herkes Yusuf’un kuvvetine ve güreşin hareketliğine hayran kalmış, ikisini de övücü sözlerle teşvik ediyordu. Akşam grubuna doğru Yusuf bir daha düşmeden güreşi başa baş sürdürmeye başlamıştı.

Saatler geçmesine rağmen güreşin hızı gittikçe artıyordu. Güreşte kimin galip geleceğini kestirmek çok güçtü. Ama Yusuf’un daha nefesli olduğunu da güreşten anlayanlar sezinlemişti. Aliço’nun yaşlılığı kendisini göstermeye başlamıştı. Akşam karanlığı basarken Aliço, güreşteki hamlelerinin istediği hızda olmadığını anlamıştı.

Ama, Aliço gaddar olduğu kadar da mertti. Her şeyin hakkını vermesini bilirdi. Müteessir de değildi. Yusuf’un başpehlivanlığa layık olduğunu anlamıştı. Artık güreşi rahatça bırakabilirdi. Adalı Halil Pehlivanla Yusuf’un bu meydanı layıkıyla dolduracaklarından emindi. Bunları düşünerek bu genç pehlivana karşı eskiden güreştiği gibi pek gaddarca güreşmemeğe karar verdi. İçten boğmalarında pek hoyrat davranmıyor, budamaları ve tırpanları daha yumuşak vuruyordu.

Aliço’nun gittikçe daha yavaşladığını gören yaşlı güreş severler onun ne denli büyük güreşlerini gördüklerinden, onun bu son güreşinde yorulup alta düşmesini istemiyorlardı.

26 sene Kırkpınar Başpehlivanlığını kazanmış bir kimsenin şerefine ve şanına layık bir şekilde güreşi terketmesini istiyorlardı. Artık karanlık iyice bastırmıştı. Aliço yaşlı haliyle genç bir delikanlı gibi bütün gün güreşmiş ve oyundan oyuna geçerek güreşin bütün inceliklerim göstermişti. Yusuf’ta ne kadar usta bir pehlivan olduğunu ispat etmişti.

Güreşi beraber ayırmak isteyenlere Aliço’nun meydan ortasından şöyle bağırdığı duyuluyordu:

– A be burası Kırkpınar’dır. Er meydanıdır buncağız. Burada yenişene kadar güreş tutulur. Zift fıçıları, çıralar ne güne durur? Tutuşturun oncağızları. Pişmiş güreş yarıda konur mu hiç? Bu kızancağıza yenilmek kaderimde varsa ko verin yensin beni. Hem ben artık bu er meydanından çekileceğim. Aliço’yu yenmek talihini bir daha bu Yusufçağız nerden bulcak?

Bu sözleri duyan Koca Yusuf, bir his sağanağına tutulur,gözleri nemlenir, Kel Aliço’nun ellerine kapanır ve büyük ustanın elini öper. ve şöyle der:

– Ustaların ustası, pehlivanların pehlivanı koç yiğit ağam benim. Gel bırakalım bu güreşi, sözlerinle yendin sen beni. Elimde, ayağımda dermanım kalmadı. Bu söylediklerinden sonra tutamam gayrı ben seni. İstersen sen tut beni, vur sırtımı yere.

Aliço’da duygulanmış ağlamaklı olmuştur…

– Bu meydan bundan sonra senindir. Senin gibi bir pehlivan ortaya çıktıktan sonra gözüm arkada kalmadan ayrılacağım buralardan. Ödül de, pehlivanlıkta senindir. İkisine de güle güle sahip ol. İkisi de sana helal olsun oğul. der ve Koca Yusuf’u galip ilan eder.

Artık meydanların tek hakimi vardır. Koca Yusuf…

Kaynak : Eşref Şefik. Tarihî Türk Güreşçileri Sayfa: 103.


Kel Aliço’nun Adalı Halil ile Gelibolu’da Güreşi.

Adalı Halil’in, Kel Aliço ile bir değil üç güreşi vardır. Bu güreşlerden ikisi Kırkpınar’da; biri Gelibolu’dadır.

Adalı Halil başpehlivanlar sırasında girdiği zaman O da her yeni yetişen pehlivan gibi Kırkpınar’ın yirmi yedi senelik kahramanı Kel Aliço’yu karşısında buldu.

Adalı’nın Kel Aliço ile Kırkpınar’da yaptığı güreşlerin safahatını bilmiyoruz. Fakat ilk güreşleri beş buçuk saat sürmüş. Kel Aliço, o vakitler 50–51 yaşlarındaymış.

Edirne ağaları Kel Aliço’ya kızgınmışlar. Adalı’larını ileri sürmüşler. Fakat bazı ağalar Adalı’yı Kel Aliço’nun karşısına çıkarmak istemiyorlarmış.

Onlar; Daha zamanı deği. Ezer Adalı’yı. Güreşini körleştirir.” iddiasındaymışlar.

Fakat diğer ağalar ise ihtiyar kurdun pehlivanları ezemeyeceği iddiasında bulunuyorlarmış.Kel Aliço 50 – 51 yaşlarında dahi kuvvetli ve dinçmiş. Fevkalade usta olan bu pehlivan senelerden beri pehlivanları yıldırdığı cihetle ağızdan ağza büyük bir korku izi bırakmış ortada. Adalı Halil, diri ve kemikli bir pehlivan olduğundan, Kel Aliço’ya pekâlâ karşı koyabilecek mevkideymiş.

Ancak ağaların düşünceleri doğru değildi. Nihayet bin bir münakaşadan sonra meydanda tek kalan Kel Aliço’yu salıvermişler. Kel Aliço, beş buçuk saat küçük hasmını altına alıp ezdiği halde bir türlü yenememiş. Güreş gece olduğundan berabere ayrılmış. Güreşi izleyenler şöyle söylüyor.

– Aliço, galip güreşti. Fakat Adalı mükemmel dayandı. Aliço, Adalıyı ezemedi.

Adalı’nın ikinci güreşi yine Kırkpınar’dadır. Bu güreş altı saat sürmüş.

Kel Aliço, Adalı Halil için şunları söylemiştir:

– Benden sonra bu meydana Adalı Halil sahip olacaktır.

Kel Aliço’nun Adalı’ya ne vakit ustalık ettiği ve başpehlivan olduktan sonra mı usta olduğu bilinemiyor. Ancak Adalı’nın ustası Kel Aliço olduğu herkes tarafından bilinir.

Adalı’nın bu sıralarında Koca Yusuf türemiştir. O da Kırkpınar’a gelerek Kel Aliço’ya meydan okumuştur. Koca Yusuf’un Aliço ile olan güreşler Adalı ayarında kalmış. Bazıları derki, Koca Yusuf, Aliço’ya karşı daha ziyade dayanmış, Adalı kadar hırpalanmamış.Yani Aliço, Koca Yusuf,u üst üste bastırıp altına almış. Hatta bir iki defa Yusuf Aliço’yu altına almış.

Asıl safahatı malum olan Adalı Halil ile Kel Aliço’nun Gelibolu güreşidir.

Aliço, bu Gelibolu güreşinde 54 – 55 yaşlarında varmış. O vakitler Aliço, Edirne’nin Keşan ya da Malkara’ya bağlı İpsala köyünde oturuyormuş. İhtiyar Aliço, köyün bekçisiymiş. Son zamanlarında çok fakir kalmış. Bir çift öküzünden başka hiçbir şeyi yokmuş. Bir de karısı…

Aliço hastalanmış, bitap düşmüş, tanınmaz hale gelmiş. O derece ki, görenler ve önceden tanıyanlar Aliço’yu tanıyamaz olmuşlar. Hatta köylü ağaları alay olsun diye:

– “Usta! Artık güreş seni bıraktı. Sen onu bırakmadın ama, o seni bıraktı…”diyerek alay ederlermiş.

Kel Aliço da :

– “A be! Bırakmaz o beni. Mezara kadar bizim onunla pazarlığımız…” der geçermiş. Halbuki Aliço artık güreşecek çağda olmadığı gibi hastalıktan da bitmiş bulunuyordu.

Adalı Halil çok inatçı bir adamdır. Bütün hasımlarını adım adım takip eder, intikamını almak için uğraşırdı. Sonra, o vakitler Kel Aliço’yu kim yenerse Türk İmparatorluğu başpehlivanı olacaktı. Bu hırs ve sebeplerle Adalı Halil, esasen Edirneli olduğundan gelenlerden ve gidenlerden Kel Aliço’nun bozulduğunu, güreşemeyecek hale geldiğini haber aldı. Adalı’ya haber verenler:

– “Tam şimdi sırası. Aliço çok bozuldu. Bakamıyor kendine. Güreş iste…” Diye teşvik ediyorlardı.

Adalı Halil kispetini omzuna alıp İpsala Köyüne dayandı. Kahveye girdi ve Aliço’yu sordu. O’nu tanıyanlar Aliço ile güreşmek için geldiklerini tahmin etmişlerdi. Köylüler şaşırmıştı. Aliço’ya haber yolladılar. Biraz sonra O’da kahveye geldi. Adalı Halil, Aliço’yu tanımamıştı. Daha merhaba demeden, Aliço seslendi :

– “Ne var Adalı! Güreşe mi geldin. ?”

– Evet.

– Pekala hazırım. İstersen bir buçuk ay sonra Gelibolu’da güreş var, orada yaparız. Ben de oraya gelirim. Kozumuzu paylaşırız…” dedi.

Adalı Halil Aliço’nun bu teklifini kabul etti. Çünkü o gördü ki, Aliço değil bu. Bir buçuk ay, bir buçuk asır geçse bile doğrulamazdı. O’nu büyük bir güreşte herkesin huzurunda yenmek ve Türk İmparatorluğu Başpehlivanlığını almak daha önemliydi. Adalı Halil bir gece misafir kalıp döndü. Aliço’nun köylüleri:

– “Usta! Bundan sonra güreş senin neyine. Çekil artık meydandan. Bırak meydanı bu çocuklara…” dedikleri zamanda:

– “A be! Ben ölmedim daha. Ne vakit ölürsem o vakit kalır meydan onlara.” diye söylemiştir.

Ağalar:

– “Pehlivan yaşın aldı yürüdü. Sonra bozuksun. Doğrulmana imkan yok. Yener bu delikanlılar seni. O vakit ölünceye kadar dert kalır içinde. “ dediler.

Aliço, kısa cevap vermişti:

– “Onlar yenemezler beni!”

Aliço eve döndü. Karısı sordu :

– Adalı herifi gelmiş. Muhakkak senin bozuk olduğunu haber almıştır. Onun için gelmiştir.”

– “ Ne cevap verdin?

– Bir buçuk ay sonra Gelibolu’daki düğün güreşinde tutuşuruz dedim.

– Peki, ama neyle besleyeceksin kendini?

– Kolay. Şu bizim çift öküzden genç olan Karagöz’ ü keseriz, iki yüz okka eder o. Ben onu yer beslenirim ve toparlarım kendimi.

– Eee! Çifti nasıl süreceğiz? Harmanı nasıl yapacağız?

– Kolay beni koşarsın yerine. Hem de idman olur benim için.

Karı koca kararı verdiler. Karagözü kestiler. Kel Aliço yemeğe idman yapmaya başladı. Gün geçtikçe dolmaya, gerilmeye, gelişmeye başladı. Köylüler de börek, tatlı, kaymak ve yoğurt ile besliyorlardı. Aliço tavlandıkça tavlandı.

Adalı Halil önüne gelene:

– Aliço Gelibolu’ya gelecekmiş. Tutacağım onu orada ve kozumu paylaşacağım…” diye atıp tutuyordu. Adalı Aliço’nun doğrulacağına imkan vermemişti ve vermiyordu. Günler geçti fakat Aliço eskisinden daha belalı, eskisinden daha tanınmayacak hale geldi. Boynu bir taraftan bir tarafa dönmüyordu. Kalınlaştıkça kalınlaşmıştı. Hele bir buçuk ay sonra korkunç bir hale gelmişti. Nihayet köylüleriyle davul zurna çalarak Gelibolu’ya gittiler. Herkes Aliço’yu bozulmuş biliyordu. Öyle haber almışlardı. Fakat Pehlivanı görünce hayrete düştüler. O’na soruyorlardı:

– Usta! Maşallah eskisinden daha iyisin…

– A be! İki yüz okkalık Karagöz yatıyor midem de be!

Adalı Halil ortada yoktu. Nihayet güreş günü akşamı geldi. Pehlivanların oturduğu kahvenin önünde yaylı araba ile yanaştı. Aliço arkası arabaya dönük, ayak ayaküstüne atmış oturuyordu. Adalı arabadan inmeden arakası dönük iri yarı bir adam görmüştü. Bu pehlivanın kim olabileceğini düşünüyordu. Her halde kendisine gelmiş rakibiydi. Aklından Aliço’nun olabileceği geçmiyordu bile. Nasıl geçirebilir di ki ? Kurumuş, bozulmuş bir Aliço bir buçuk ayda bu hale gelebilir miydi?

Arabadan indi, kahve meydanına doğru yürüdü. Selam verdi. Bir adım daha attı, oturacağı zaman dönüp baktı. Karşısında Kel Aliço’yu ense kulak yerinde görünce şaşırdı. Rengi sarardı.Adalı Halil oturdu.

Kel Aliço:

– Hoş geldin Adalı be! A be! Geldik işte! Sözümüzde durduk kızan be!” diye söylendi. Adalı Halil şaşırdı. Sessiz bir eda ile mukabele etti:

– Hoş geldin usta! A be! Güzel bir güreş atacağız be!

Adalı susuyordu. Aliço’nun bahsettiği Karagözü kendisi zannediyordu. Oysa o yediği öküzden bahsediyordu.Aliço çok aksi ve patavatsız, eli bıçaklı hoyrat bir pehlivandı. Adalı ile bunlar alay ettiği halde o hiç ses çıkarmıyordu. Adalı’ya: -A be Adalı be! Biz ölmedik kızan be! Daha miras bırakmadık be! A be! Nasıl bozuk muyum be? Adalı cevap vermedi. Biraz sonra bırakıp gitti. Afallamıştı Adalı. Aliço’nun ne hain ve gaddar olduğunu bilirdi. Herhalde güreş çok acı ve çetin olacaktı. Bu belalı adama nasıl karşı koyacağını düşünmeye başladı.

Adalı önüne gelene:

– Eskisinden daha iyileşmiş. Nasıl olmuş bu be? Diyordu. İyi yapıya ne olur? İlikleri dolu adam her zaman toplar kendini.

Adalı’nın işi yamandı. Güreş kuruldu. Adalı, Aliço ve bazı başpehlivanlar meydana çıktı. Aliço davul zurnaları susturdu. O, on binlerce kişiye seslendi:

– A be! Ben Adalı ile bir çift güreş yapacağım. Onun için geldim buraya.

İki pehlivan birbirine girdi. Adalı Halil o kadar gayretiyle çarpışmışsa da neticede Aliço karşısında mağlup oldu. İşin tuhafı başa bir kara öküz, para ve elbiselik vardı. Aliço, kara öküzünü kazanmıştı. Adalı’yı yendi. Ayağıyla göğsüne bastığı zaman bağırdı:

– Aldın mı öküzü Adalı?

Aliço öküzü sürüp köyüne geldi. Şurası muhakkaktır ki Aliço, Aliço’dur. Ne Koca Yusuf ne de Adalı onunla ayar olamazlar. Adalı’yı kendi zamanındaki pehlivanlarla kıyaslamak daha doğrudur.

Diyeceksiniz ki, “Aliço yüz yirmi beş okkalık adamdır.”

Adalı da o kadar ve aynı okkadadır. Aliço’nun çapı büsbütün başkadır.


Kel Aliço’nun Makarnacı Hüseyin ile Güreşi

Kel Aliço, meşhur ve namdar bir pehlivandı. Emsali nadir yetişir.

Sultan Aziz, Kel Aliço’yu hiç sevmezdi. Bunun sebepleri vardı. Makarnacının Kel Aliço’yu mağlup etmesini arzu ederdi.

Sultan Aziz, bir gün Seryaver Halil Paşa’yı çağırdı:

– Halil, Makarnacıyı, Aliço ile güreştirmek istiyorum ne dersin?

Halil Paşa:

– İrade Efendimiz Hazretlerinindir. diye cevap verince:

– Ben, sana bu güreşin neticesini ne olur diye soruyorum, Halil buna cevap ver. der.

Sultan Aziz, Kel Aliço’dan çekiniyordu. Pomaklara yenilmemiş olan Makarnacının Kel Aliço’ya mağlup düşeceğinden korkuyordu. Bu sebeple Halil Paşa’dan fikir almak istiyordu. Hoş, Sultan Aziz, her iki pehlivanın ne ayarda oluğunu biliyordu. Fakat Sultan Aziz, Makarnacıyı mağlup ettiği halde Kel Aliço’ya mağlup olmuştu. Asıl midesini bozan taraf bu idi…

Fakat pehlivanlıktı bu. Belli olmazdı. İnsanın mağlup ettiği mağlup olduğuna galip gelebilirdi.

Halil Paşa, Efendisinin heyecanını bildiği için müspet ve menfi cevap vermedi. Yalnız:

– Neticenin ne olacağını kestirmek güçtür Efendimiz.

– Kel’i , yenemez mi dersin?

“Bilinmez Sultan’ım!..”

– Ben güreştireceğim… Makarnacının O’nu yeneceğini düşünüyorum.

– İrade Efendimizindir.

Bunun üzerine Makarnacı ile Kel Aliço’nun güreşeceği belli oldu. Pomaklar tetikteydiler. Aliço, çok çetin bir adamdı ve iyi bir pehlivandı. Pomaklar titriyordu. Fakat umutları da yok değildi. Kavasoğlu Aliço’ya şunları söylemişti:

– Aliço, şu Pomakların namusunun kurtar.

Huzur güreşi kuruldu. Makarnacı ile Kel Aliço yer öpüp güreşe başladılar. Güreş kıran kırana idi. İki pehlivan birbirini yiyordu. Kel Aliço, ne kadar gaddarlığı varsa ortaya koymuştu. Padişah huzurunu falan unutmuştu. Makarnacı edep ve nezahatini bozmuyordu. İcap ettikçe mukabelede bulunuyordu.

Aliço, Makarnacıya bir boyunduruk vurdu. Çeke çeke meydan yerini dolaştırmaya başladı.

Makarnacı, bir türlü boyunduruğu kurtaramıyordu. Zorlu Aliço, hasmını boğup öldürecekti. Kurbanlık koyun gibi çekiştirip sürüyordu ve dizleyerek alta almaya çalışıyordu.

Makarnacı, nihayet boyunduruğu söktü. Bütün bu gaddarlıkları Sultan Aziz lakayit bir gözle seyretti. Halil Paşa’ya:

– Halil, şimdi sıra Makarnacıda. ve yapmalı. demeye kalmadı. Makarnacı, Kel Aliço’yu boyunduruğa vurdu. Yüz kırk okkalık gövdesiyle üzerine yüklendi. Ezip sürümeye başladı. Koca gövdeli Aliço, kapana kısılmış tilkiye dönmüştü. Nihayet O’da boyunduruğu kurtardı.

Güreş o derece çetin, o derece gaddarca oluyordu ki, seyretmesi bile güçtü. İki dev cüsse hemen hemen huzurda birbirlerinin canını almaya savaşıyorlar hissini veriyorlardı. Ve böyleydi de. Aliço’nun elinden gelse Makarnacı’nın boğarak canını alırdı.

Makarnacı meşhur dedikleri Aliço’yu, mağlup etmek için canını dişine takmıştı. Ne yapıp yapıp yenecekti. Fakat; azılı ve çok sert olan Aliço’yu yenmek hiç de kolay değildi. O’nu hayatında kim yenebilmişti?.. Sultan Aziz’in gözleri hep Makarnacı’nın üzerindeydi. İkide birde Halil Paşa’ya:

– Halil! Güreşi nasıl görüyorsun ?

Halil Paşa!..

– Makarnacı iyi çalışıyor Sultan’ım !

– Evet… Tam mukabelesini veriyor. Boyunduruklar yaman değil mi?

“Evet Sultan’ım!…”

– Ah!.. Makarnacı, şu herifi bir yense!..

İki pehlivan alt alta üst üste tam üç buçuk saat birbirlerini yediler. Güreşin dördüncü saatlerine doğru elenseler ve tırpanlar başladı.

Aliço, tam Pomakvari budayarak elense ve tırpan vuruyordu. Makarnacı da mukabelede kusur etmiyordu. Güreş, şimdi de elense ve tırpanlara dökülmüştü. Her elense, tırpan vurdukça hamam tokmağı gibi ses çıkıyordu.

Makarnacı çok sağlam ve dayanıklı bir adamdı. Aliço’nun elenselerine, tırpanlarına metelik vermezdi. O’nun da tırpan ve elenseleri yenir yutulur şeylerden değildi. O da hasmını hırpalıyordu.

Çok geçmeden iki pehlivanın enseleri baldırları çürük içinde kaldı.Bir aralık Makarnacı, Kel Aliço’ya sıkı bir el ile sıkı iç tırpanı vurdu.

Kel Aliço, tırpan ve elenseyi yer yemez sırtüstü düştü. Açıldı. Aliço, açık düşüp mağlup olmuştu. Bunu gören Makarnacı derhal galibiyet temennasını bastı. Yer öpüp durdu.

Kel Aliço, olduğu yerden kalkarak Makarnacı’nın üzerine hücum etti. Yenilmemiş gibi hareket etti. Bunun üzerine Sultan Aziz bağırdı:

– Durun!..

Kel Aliço durmuyordu. Halil Paşa meydana yürüdü. Pehlivanları ayırdı. Kel Aliço daha hasmını tutmaya çalışıyordu. Sultan Aziz Kavasoğlu’nu çağırdı. Kara İbo da oradaydı. Sordu:

– İbrahim nasıl oldu?

Sultan Aziz güreşi iyi bilirdi. Aliço, açık düşüp yenilmişti. Saklayamazdı. O vakit tam Pomaklık taraftarlığını üzerine koymuş olacaktı. Hemen kendini topladı ve:

– Oldu Efendimiz!

– Oldu ya!.. Söyle Aliço’ya!..

Kavasoğlu meydana yürüdü. Aliço’ya:

– Pehlivan, oldu! deyince, Aliço:

– Ne oldu be? diye sordu.

Sultan Aziz meydanı terk edip gitmişti. Aliço’yu zorla meydandan aldılar. Fakat bundan sonra Kel Aliço, saraydan sürgün oldu. Sultan Aziz, Aliço’yu, saraydan çıkarmıştı.

İşte Makarnacı Hüseyin, böyle yiğit bir pehlivandı. Hiç kimsenin yenemediği Aliço’yu bir iç tırpanıyla mağlup etmişti…

M.Sami KARAYEL Arnavutköy 02.01.1943


Açılış Fotoğrafı : Art Of Wrestling

Facebookpinterestmail