Göç Yollarında Bir Okul; KEPİRTEPE

Köy Öğretmen Okulu ve Eğitmen Kursu, Köy Enstitüsü, İlköğretmen Okulu, Öğretmen Lisesi, Eğitim Enstitüsü ve Anadolu Öğretmen Lisesi…Kendisinden sonra gelen isimler değişse de o aynı kaldı hep. Doğduğu yerden aldı ismini. Verimsiz denen topraklarda yeşerdi ve tohumlar attı o toprağa. Nadide fidanlar yetişti o tohumlardan ve yetişmeye de devam ediyor hala. O fidanlar doğdukları toprağı unutmuyor, yeşerdikleri bu toprağa tohum bırakıyor onlar da.O fidanlar öyle bir ağacın tohumlarından yeşerdiler ki en verimsiz topraklarda bile yetişmeyi başardılar. İşte bu yüzdendir ki orası yalnızca bir okul değil. Orası, tek başına bir tarih… Orası dev bir aile… Orası, KEPİRTEPE…

1938’de başlayan ve hâlâ süren bir hayatın öyküsü… 4 yılda 5 göç 3 kuruluş yaşayan bir okul burası.

Mehmet BAŞARAN’ ın deyimiyle; “Trakya halkı gibi, göçmendi Kepirtepe Köy Enstitüsü”

Bütün köy enstitülerinde olduğu gibi, tamamının öğrenciler tarafından yapıldığı bir okuldur Kepirtepe. Türkiye’ deki 21 Enstitü’den biri. İşte onun 1937’ den başlayıp günümüze kadar uzanan öyküsü.

Bilgiye aç köy çocuklarını, kendi içlerinden gelen, köy gerçeklerini yaşamış kişiler aydınlığa kavuşturabilirdi. Bu düşünceyle çıkıldı yola. Askerliklerini çavuş ve onbaşı olarak yapmış gençler, 9 aylık bir hazırlama döneminden sonra köylere yollandılar. Düşünceden eyleme geçilmişti artık.

1937 yılında Edirne Karaağaç’ ta bir eğitmen kursu açıldı. 14 Ekim 1938’ de aynı binada bu kez “Köy Öğretmen Okulu” kuruldu. O günleri yaşayan bir öğretmenin, Fikret MADARALI’ nın kitabından alıntılarla zihinlerimizde canlandırıyoruz o günleri.

“Tümü Trakya’ nın köylerinden gelmiş 83 yanık yüzlü, ürkek bakışlı çocuklar… Yoksullukları anlatılacak gibi değil; Sofralarında ak ekmeği, eti ilk kez burada görüyorlar. Öğlene kadar kültür derslerinde, öğleden sonra işlik çalışmalarındalar. Köy çocuklarını eğitmek için, yine kendi içlerinden bir nesil yetişiyor.”

Çalışmalarının henüz başında Atatürk’ün ölümüyle sarsılıyorlar. Günlerce yaşlı gözlerle giriyorlar sınıflara. 1938 yılı sonunda 2. Dünya Savaşı kapıda.

Trakya halkı ile aynı kaderi paylaşan okul da göç yollarında…

33 vagon eşya ile Alpullu’ya taşınıyorlar. Alpullu’ da kalınan 1 yılın ardından yine göç başlıyor. Bu kez Lüleburgaz Emrullah Efendi İlkokulu’ nun bahçesine taşınıyor okul. Ama, daimi yerleri öyle bir yer olmalıydı ki; hem köy yaşantısını yüreklerinde hissedebilmeliydiler, hem de uçsuz bucaksız toprakta çalışırken öğrenmenin hazına varmalıydılar.

İşte orası, okulun hala kurulu bulunduğu Yenibedir köyü yakınlarında, Lüleburgaz’ a o zamanlar 5 km uzaklıktaki kıraç, ağaçsız, susuz, verimsiz, sessiz, KEPİR bir araziydi. Ve KEPİRTEPE ismini alacak olan eğitim çınarı, burada salıyordu köklerini toprağa.

Bu verimsiz toprakta kök salan okulun öğrencileri, tüm zorluklara rağmen yaşanabilir bir yer kılıyor kepir toprağını. İnsan gücüyle kazılan temellerin üzerinde yükselmeye başlıyor Kepirtepe. Temmuz ayında duvarlara başlanıyor, Ekim ayında ana binanın 3. katına geliniyor. Kasım ayında yeni öğrenciler alınıyor okula. Ve aynı yıl, okul Emrullah Efendi İlkokulu’ ndan asıl yerine taşınıyor. Okul ile birlikte Karaağaç’ tan, Alpullu’ ya, Alpullu’ dan Lüleburgaz’ a uzanan göç yollarında gidip gelen 1944 yılı mezunlarından Vehbi DİNÇER’ den dinliyoruz o günleri.

Vehbi DİNÇER, Karaağaç’tan 1939 yılının Ocak ayında, Alpullu’ya, Alpullu Şeker İlkokulu’na gelişlerinden bahseder. Bu Karaağaç’ tan sonra, ilk göçleridir. O öğretim yılını Alpullu’da tamamlarlar. İlköğretimdeki öğrencileri köylerine izinli yollayıp, orta öğretim çağındakileri bugünkü Lüleburgaz İlköğretim Okulu’ nun bahçesinde kurulu çadırlara taşırlar. Lakin, şimdiki Kepirtepe’ nin inşaa edileceği alana yakın oluşu, gidip gelmenin kolay olması için burası seçilmiştir ikinci göç için.

Bir yandan imkânsızlıklarla boğuşuluyor bir yandan okulun inşası sürdürülüyor. En büyük sıkıntı ise su…

O dönemi gören mezunlardan Rüştü GÜVENÇ, Kepirtepe’ de damla su olmadığını, suyu Lüleburgaz’ dan bir çeşmeden getirdiklerini anlatır anılarında. Yemeklerinin, çamaşırlarının, tüm ihtiyaçlarının kamyonlarla, bidonlarla okula taşınan bu suyla halledildiğinden bahseder. Ve, idealleri öğretmen olmak olan öğrencilerin bu durumdan hiç şikayeti olmadığını ekler.

İdealleri öğretmen olmaktı, köylere gitmek, ellerindeki ışığı en karanlık yerlere götürmek istiyorlardı. Bunun için hiçbir şartta yılmıyorlar, insanüstü bir çaba ile gerçekleştirmeye çalışıyorlardı hayallerini. 1944 yılı Kepirtepe Mezunlarından Nedim MENEKŞE, okulun inşasını anlattığı bir yazısında, su arama çalışmalarının sonuç vermediğini ve Lüleburgaz’dan varillerle, kamyonlarla su taşıdıklarını anlatırken,

“Taşıma suyla değirmen dönmez atasözünün her zaman geçerli olmadığını, iki yıl süre ile taşıma suyla o büyük değirmeni döndürerek gösterdik” diyor.

Tam işler düzene girdi derken bir göç daha başlıyor.

1942 yılının ilkbaharında 1938,1939 ve 1940’da okula alınan 3 dönemden 22si kız toplam 226 Kepirli Ankara’ nın Hasanoğlan köyüne ulaşıyor. Göçü, o günleri yaşayanlardan biri olan Kepirtepe Köy Enstitüsü’nün 1944 yılı mezunlarından Nedim MENEKŞE’ den dinliyoruz…

” Tam yerleşmeye başlamıştık ki, Kepirtepe’ nin kaderi olan göç tekrar gözüktü. Bir gün yazı tahtasına bir ilan asılmış; her öğrenci çatal, kaşık, iki tabak, battaniye hazırlasın. Hasanoğlan’ a göç edilecek diye. 2. Dünya Harbi zamanında, Trakya boşaltılırken bizi de oraya götürdüler. Gruplar halinde Ankara’ nın Hasanoğlan Köyü’ ne gittik. Bütün demirbaş eşyalarımız Hasanoğlan’ a nakledildi. Edirneden Alpullu’ ya nakledilirken, Fikret MADARALI öğretmenimizin hatıralarında 35 vagon eşya getirildiği yazıyor. Yine bir başka kaynaktan okudum ama hatırlamıyorum neresi olduğunu, Kepirtepe’den Hasanoğlan’ a giderken 65 vagon eşya gitmiş. Demirbaş eşyalarımız… Hepsi oraya gitti ve onların hepsi dönüşte orada kaldı.

Hasanoğlan’ a gittik. Hasanoğlan’ a gittiğimiz zaman, kızları okul binasına, erkekleri camiye yerleştirdiler. Orada bizim için yeni bir kuruluş başladı yani. Kepirtepe’ nin kuruluşundan sonra yeni bir kuruluş…” 

Ve, Kepirtepe’ yi kuran eller bu kez de Hasanoğlan Köy Enstitüsü için sıvıyor kolları. O günleri bizzat yaşayan Kepirtepe Mezunları’ ndan dinleyince anlıyoruz ki üzerinden geçen onlarca yıl anıları eskitmemiş, aksine daha da yenilemiş. Hasanoğlan Köy Enstitüsü binalarının yapılışında yaşadığı bir anıyı anlatan Kepirtepe mezunlarından Rüştü GÜVENÇ’ in bir anısı azmin en somut örneklerinden birini sunuyor bizlere.

“ Hasanoğlan’ a her köy enstitüsünden 20’şer öğrenci, onar öğretmen gidiyordu. Öğrencilerin bir kısmı çadırlarda, bir kısmı camide kalıyordu. Biz camide kalıyorduk. Her köy enstitüsü ayrı ayrı binaların yapımına başladı. Bu durum bir süre sonra hangi köy enstitüsü binayı daha çabuk bitirecek yarışına dönüştü. Bel küreği ve kazma ile kazılan temeller yapılırken, Kastamonu Gölköy Köy Enstitüsü’ nden gelen öğrenci arkadaşlarımız, bizi geçmişlerdi. Bu durum karşısında ne yapalım diye düşünürken, bir gece 12 arkadaş camiden kalkıp, 1 km yürüyerek okulun yapıldığı alana gittik. Orada duran bekçi ne yapmaya geldiğimizi sorunca,

– Bize kazma kürek ver, biz temeli kazmak istiyoruz, dedik.

Bekçiden kazma ve kürek alıp akşam saat 21.00’den sabah ezanı okununcaya kadar çalışıp tekrar camiye döndük. Biraz uyuduktan sonra, kaldırılıp tekrar inşaat alanına gittik. Gittiğimizde inşaata bakan yapıcı öğretmenlerimizden Namık ERGİN, oturdu, elini yüzüne kapayarak ağlamaya başladı.

– Öğretmenim ne oldu? Neden ağlıyorsunuz, dedik

Ama bir şey söyleyemedi. Biz de;

-Temeli galiba köstebekler kazmış, dedik.”

İşte böyle kuruluyordu okullar; azimle, fedakârlıkla, alın teri ile.

Alın teri ile yoğrulan bu binalara kimi zaman öğrencilerin kanları bile karışmıştır. Kepirtepe Köy Enstitüsü mezunlarından Nedim MENEKŞE, binaların yapımı sırasında parmağını kaybeden bir öğrencinin yıllar sonra yaşadığı olayı anlatıyor:

” Öğretmen okulu döneminde, öğrenciler sınavla alınıyordu okula. Sınav yapılırken okul müdürü de, bahçede geziniyor öğrenci velilerinin arasında. Bir şey dikkatini çekiyor. Bir binanın köşesinde, birisi bir taşı eliyle seviyor devamlı. Oturuyor izliyor. Bir türlü oradan ayrılamıyor. Yanına gidiyor. Diyor ki;

– Niye buradan bir türlü ayrılamıyorsun, taşı böyle okşuyorsun ?

Elini gösteriyor, bir parmağı yok.

– Ben, diyor… Bu taşı yerleştirirken burda parmağımı kaybettim. Onun için onu böyle seviyorum. “

Rüştü GÜVENÇ bu çalışmaları 3 cümleyle özetliyor:

” Bedavaya çalışıyoruz… Aşkla çalışıyoruz… Vatan ilerliyor ! “

Nisan ayında geldikleri Hasanoğlan’dan, Aralık ayında, beraberinde getirdikleri demirbaşları orada bırakarak geri dönüyor Kepirtepeli öğrenciler. Yalnızca özel eşyalarını ve oradaki anılarını getiriyorlar Kepirtepe’ye.

2. bir kuruluş başlıyor Kepirtepe’de. Kepirtepe’ yi, Hasanoğlan’ ı kuran eller bir kez daha başlıyorlar çalışmaya. Götürdükleri tüm demirbaşları Hasanoğlan’ da bıraktıkları için, yeni baştan başlamışlardı Kepirtepe’nin yapımına. Nedim MENEKŞE’ nin deyimi ile, döndüklerinde “kiracısı tarafından boşaltılmış bir ev gibi olan” okullarını azimle yeniden kurdular.

Köy Enstitülerinde Eğitim Köy Enstitülerinde yapılan eğitim bugünkü eğitim sisteminden çok uzaktı. Öğrencilere yalnızca kültür dersleri verilmiyordu. Öğrenciler buradan mezun olduktan sonra köylerde eğitim verecekleri için, her türlü alanda donanımlı olmak zorundaydılar. Bu yüzden tarım, hayvancılık, arıcılık, marangozluk gibi bir köy hayatında lazım olacak, her türlü donanıma sahip olarak mezun oluyorlardı okullardan. Kız öğrenciler de biçki-dikiş öğreniyorlardı. Çünkü onların görevleri dört duvarla çevrili okullarda öğrencileri eğitmekle sınırlı değildi, onlar bütün köy halkını eğitmek için çalışıyorlardı.

Köy Enstitülerinde yaparak ve yaşarak öğrenme gerçekleştiriliyordu. Ezbere dayanan, basmakalıp eğitim metodları yoktu. Örneğin, bir matematik dersinde öğrenilen uzunluk ve alan hesaplamaları salt bilgi olarak kalmıyor, öğrenciler okulun inşaatlarında bu bilgileri kullanıyorlardı. Öğrenciler derslerin yanı sıra sanatla da iç içeydi. Her öğrenci en az bir müzik aleti çalmayı bilirdi. Mandolin, saz ve keman grupları vardı. Ülkemizin cumhuriyet döneminde yetiştirdiği büyük ozanlarından Âşık Veysel de ders verirdi saz grubuna.

1942-1943 mezunlarından Mustafa KARAKOÇ yaparken öğrenme coşkusunu yansıtan anılarından birini şöyledir:

Okulun yanındaki köprünün altından su çekip okulda kullanılıyor. Bu su traktörlerle taşınıp oradan musluklara gidiyor. Bu sırada su taşıma işleri ile ilgilenen Mustafa KARAKOÇ’ a bir arkadaşı; “Gel şu traktörün motorunu söküp yeniden yapalım, motoru inceleme fırsatı bir daha elimize geçmez” der, Mustafa KARAKOÇ tereddüt eder. Bunu gören arkadaşı; “Motoru bir daha çalıştıramazsak da Lüleburgaz’dan su taşınır, önemli değil”, deyince motoru söküp, takarlar ve yeniden çalıştırırlar. Aynı şeyi başka bir kez denediklerinde ise motoru çalıştıramazlar ve okul susuz kalır. Lüleburgaz’ dan ustalar getirilir. Bu işlerde ustalığı ile bilinen öğrencilerden Mustafa SAATÇİ motoru kendi yöntemleri ile tamir eder.

Bu anıyı anlatan Mustafa Karakoç şunları eklemeden geçemiyor:

“ Okul üç gün susuz kalmıştı ama biz de motoru öğrenmiştik. O günden beri motora karşı büyük merakım var.”

İşte böyle bir öğrenme merakı içinde yetişiyordu öğrenciler. 1943 mezunlarından Mehmet BAŞARAN’ ın bir anısı ise öğrenme isteğinin merakla buluştuğunda nelere sebep olabileceğini anlatıyor bizlere. Okulun Hasanoğlan’ a taşındığı dönemde tren parası olmadığı için Ankara’yı göremeyen Mehmet BAŞARAN bir kurnazlık düşünür. Dişi ağrıyanları Ankara’ ya götürdükleri için, o da dişi ağrımamasına rağmen dişim ağrıyor der. Dişçinin anlayışlı biri olduğunu düşünen Başaran, dişçinin “ağrıyan dişini göster” ısrarlarına dayanamayıp çaresiz sağlam bir dişini gösterir.

Mehmet BAŞARAN, kendi cümleleri ile bu durumu şöyle özetliyor:

“ Sevgilisinin dizinde otuz iki dişini çektiren Kerem gibi, Ankara’ yı görme uğruna sağlam dişimi çektirdim ben de. Hala yeri boştur o dişin.” 

İlköğretmen Okulları Dönemi Başlıyor. Ve, köy enstitüleri kapanıyor. 1954 yılına gelindiğinde 6234 sayılı kanunla Köy Enstitüleri ve öğretmen okulları birleştirilerek, öğretim süresi 6 yıl olan “İlköğretmen Okulları” kuruluyor. Artık Kepirtepe Köy Enstitüsüne elveda deme vaktidir.

Köy Enstitüleri binalarında eğitim yapan ilköğretmen okullarında, köy enstitüsündeki eğitim sistemine yakın bir sistem kullanıldı. Enstitüden kalma kümes hayvancılığı, tarım dersleri vb.. etkinlikler ilköğretmen okulları devrinde ve daha sonraki yıllarda da devam etti. Kepirtepe Öğretmen Lisesi, Kepirtepe Eğitim Enstitüsü, Kepirtepe Anadolu Öğretmen Lisesi…

14 Haziran 1973’te, tüm öğretmenlerin yüksek öğrenim görmesi esas kabul edildiğinden, 1974–1975 öğretim yılından itibaren tüm ilköğretmen okulları gibi Kepirtepe de öğretmen lisesi oldu ve 1977’ye kadar Kepirtepe Öğretmen Lisesi olarak eğitim veren okulun bünyesinde, 1977- 1978 öğretim yılında sınıf öğretmeni yetiştiren 2 yıllık Kepirtepe Eğitim Enstitüsü açıldı. Enstitü, 1978–79 öğretim yılında bir bölümü hızlandırılmış eğitim gören öğrencileri ilkokul öğretmeni olarak mezun etti. Eğitim enstitüsü 1979 yılında kapatıldı ve bir süre öğretmen lisesi olarak varlığını sürdürdükten sonra, 13 ocak 1990 tarihinde Kepirtepe Anadolu Öğretmen Lisesi adını aldı.

Okul kuruluş aşamasında yaşadığı göçlerden sonra yakın zamanda bir göç daha yaşamıştır.

Eğitim-Öğretim 1998 Aralık ayından bu yana, okulun eski yerleşim yerinin karşısına yapılan yeni binalarda sürdürülmektedir.

Yalnızca bir okul değil; Kepirtepe, öyle bir okuldur ki bağrına yalnızca öğrencileri basmamış, ellerini yalnızca Kepirlilere uzatmakla yetinmemiştir.

1989 yılının yaz aylarına gelindiğinde, beklenmedik misafirleri vardır Kepirtepe’ nin. Kepirtepe, Bulgaristan’ dan göç etmek zorunda bırakılan soydaşlarımıza 1,5 ay boyunca ev sahipliği yapmıştır. Aralarında 7. cumhurbaşkanı Kenan EVREN de olmak üzere birçok siyasetçi, Kepirtepe’ de kalan soydaşlarımızı ziyaret etmiştir ve kuruluşundan bugüne kadar geçen 70 yıllık süre içinde, daha neler görmüş neler duymuştur bu okul kim bilir.

Yarımı asrı çoktan devirmiş olan bu dev çınar hala dimdik ayakta. Kökleri ulaşılamayacak kadar derinlerde, gölgesi tüm ülkenin üzerinde. 70. yılını deviren bu okulun mezunları ve o mezunların öğrencileri bugün ülkenin dört bir yanında. Mensubu olmaktan gurur duydukları canlı bir tarih olan bu eğitim yuvasına sıkı bir bağ ile bağlılar. Öğretmen olduktan sonra, tekrar yuvalarına dönmeleri ve tohum atma sırasının kendilerinde olduğu bilinci ile hareket etmeleri bunun en açık göstergesi.

Kepirtepe, beton duvarlardan oluşan bir okul değil. Bir tarih, bir serüven, bir aile, bir ev ve Kepirlilerin deyimi ile hepsinden öte “bir ana.”

Kepirtepe Anadolu Öğretmen Lisesi olarak bugün hala varlığını sürdüren okul daha nice öğrenciler bekliyor bağrına basmak için.


Kepirtepe Anadolu Öğrenmen Lisesi öğrencisi Görkem EVCİ‘ nin,

” Bir Hayat Öyküsü, Emeğin Türküsü KEPİRTEPE “

isimli belgesel çalışmasının tam metnidir. Belgeselin görüntü çözümlemelerinden metinler ayrıca eklenmiştir.

Facebookpinterestmail